*Fotoğraf: AA
Kasım 2020’den sonra yeniden merhaba.
Aradan geçen 20 aylık sürede COVID-19 olmamayı becerebildim. Kuşkusuz bu başarının ardından maske önleminden hiç vazgeçmemem ve mRNA aşıları yatıyor. Ama BA.5 Omicron varyantı kasıp kavururken ülke ve dünyayı aldığımız bireysel önlemler yetmiyor kendimizi korumaya. Zaten o nedenle sağlık toplumsal bir sorun ve bu nedenle kamu sağlık politikasını bireyin sırtına yıkmayan bir siyasi iktidara ihtiyacımız var.
O halde nerede kalmıştık diyerek “Korona Günlüğüm”e devam edeyim:
18 Temmuz: Bayramı vesile edip Karaburun ve Bozburun’a kaçmıştık insandan ve virüsten uzak birkaç gün geçirelim diye. Aslında tahmin ediyordum “Pazartesi Sendromu”nun tatil sonrası ağır geçeceğini. Ama bu kadar da olmaz ki... Kapalı gişe durumundayım ve hemen hepsi COVID. Anlaşılan yıkılıyor İstanbul. Burnumdan hiç düşmedi N95 maskesi ve bugün dördüncü kez mRNA (hatırlatma) aşımı da oldum ama bakalım bu yoğun virüs maruziyetine dayanabilecek miyim?
19 Temmuz: Yine yoğun bir gün, yine hemen tümüyle COVID hastası. Odamın kapısı hasta mahremiyetini bozmamak için kapalı ama pencerem hep açık ve elbette burnumda da sürekli N95...
20 Temmuz: Sağlık Bakanı bugün vaka sayılarının 40 katına çıktığını açıkladı. Bunu hem kendi randevularımdan hem konuştuğum meslektaşlarımın tanıklığından görüyorum. O nedenle bilinmedik bir şey açıklamadı –her zamanki gibi. Can kulağıyla bu gelen dalganın nasıl karşılanacağına dair birkaç söz bekledim ağzından: Sükût! Anlaşılan gene sürüye sayıldık. Kalan sağlarla yola devam edecekler.
21 Temmuz
07.30: Eyvah baş ağrısı ve burun akıntısı ile uyandım. Pazartesi günü virüsü almış olabileceğimi düşünmüştüm zaten. Ne yapmalı? Önce program var; olup biteni aktarmak gerek topluma. Sonrası biraz zor, çünkü sadece kendimden sorumlu değilim. Bugün muayene randevusu alan kaç hastam var. Onlar benden sağlık hizmeti almaya gelmişken onları hasta etmemek gerek. Öyle ya “önce zarar vermeyeceğiz” diye yemin etmişiz. O nedenle muayene öncesi hızlı test baktırmam şart...
09.30: Hastanede hızlı teste 100 TL ödedim ve sonucu beklemeye koyuldum. Bir devlet hastanesine gitsem muhtemelen meslektaşlarım beni kırmaz ve PCR isterlerdi elbet. Ama PCR sonucu geç çıkar ve ben o sonucu beklerken muayene ettiğim hastalarıma (varsa) virüsümü bulaştırabilirdim. Bu nedenle hızlı testler çok hayati. Ama gel gör ki paran varsa hızlı test mümkün memleketimde. Hoş kendi çalıştığım hastanede hızlı teste para ödemek de miktar bakımından değil ama ilke bakımından insanın içini acıtıyor. Ama gelin görün ki bu ülkede çalışan sağlığı – iş güvenliği popüler bir kavram değil. Sosyal Güvenlik Kurumu da test ücretini ödemeyince tek kaynak kendi cebimiz kalıyor. Neyse ki bu ücreti ödeyebilecek durumdayım.
10.00: İyi haber test negatif! Peki COVID değil miyim sahiden? Emin değilim ama baş ağrım da geçti. Burun akıntım da belli belirsiz hale geldi. Nilüfer ile bolca konsültasyon yaptık. İnsanın bu dönemde akıl danışacağı, sırtını dayayacağı kişilerin olması çok önemli. Hayat dayanışma ve paylaşımdan başka nedir ki... Sonunda “Belki rinovirüs gibi başka bir virüstür” diye bir kanaate vardık onunla ama yine de temas alanımı sağlama almaya karar verdik: N95 daha sert yapıştı yüzüme, pencere ardına kadar açıldı. Elbette yarın yinelemek de gerekir hızlı testi; ne de olsa ülkemin pandemide uyguladığı “saldım çayıra” politikasından farklı bir yol çizmek zorunlu. Ayrıca tatildeki oğlana da haber vermek gerek, bilsin ama kaygılanmasın. Hem sesini duymak da iyi gelecektir bana.
22 Temmuz:
08.00: Hastanemin acilindeyim. Örnek alacak sağlık çalışanına “Acıma, elini korkak alıştırma, gözümden yaş gelsin” dedim. Öyle ya duygusal olarak acıtmak istemeyecektir hastanesinin doktorunu ve yeterli örnek alınmazsa yalancı negatif çıkar ve ben bulaştırmaya devam ederim.
08.40: İkinci kez negatif. Bu sonuca oğlum çok sevindi. Eeee kolay değil baba ne de olsa. Evet muhtelemen COVID değilim. Gözümden yaş geldiğine göre iyi örnek alındı ve ona rağmen ikinci kez COVID-19 negatif. Yine de N95 ve pencere müdahalesine azami dikkate etmek ve herkesten biraz uzakta durmak gerekli. Ne de olsa sadece kendime karşı sorumlu değilim. Evde annem, arkadaşlarım, hastalarım sorumluluk halkamdalar.
11.40: İnsan bedenini dinlemeli, onun anlattıklarını tercüme edebilmeli. Halsizlik yakınmam arttı, hafiften de öksürük başladı. Pazartesi dördüncü doz aşı olmuştum. Biliyorum ki aşının bağışıklık yanıtını arttırmasına bağlı grip benzeri yakınmalar olabilir. Ama bu yakınmalar sıklıkla ilk iki günde olur ve geçer. Oysa ben üçüncü gündeyim ve öksürük hafiften boy gösterdi. İki kez COVID-19 hızlı testim negatif ama aslolan test değil yakınmalardır tıpta. O halde “tetkik doktorluğu” yapıp teste çok güvenmekten vazgeçip Temmuz’un ortasında başkaca bir virüsün olmadığını da dikkate alarak gönüllü izolasyona tabi tutmak gerekir kendimi.
12.30: Hekimlerin kendi aralarındaki iç yazışmalarını bilmezsiniz; bir sorun oldu mu o büyük camiada hızla mesajlar iletilir birbirine. Baksanıza Bolu’daki içme suyu zehirlenmesinde de benzer “network” çalıştı. Hekimler arasında var olan bu sahici paylaşımın bir nedeni dayanışma ise bir nedeni de sağlık sisteminin ne kadar çürük temeller üzerinde olduğunu bilmemizdir. Türkiye’de sağlık hizmeti, aralarında böyle güçlü bir iletişim ve dayanışma sistemini kurmuş sağlık çalışanları nedeniyle (henüz) çökmedi. Bu kez de öyle oldu; dostlar arasında, çekirdek ekip içerisinde hızla sanal konsültasyonlar yapıldı, öncelikli tanının COVID-19 olduğu öngörüldü ve dost hekim gözetimi başladı. Türkiye pandemi ortamının nabzını elinde tutan Kayıhan, BA.5 varyantında hızlı testin yakınmaların beşinci günde pozitifleştiği olgular olduğunu bildiğini söyledi beni yokladığı telefonların birisinde. Hal böyleyse gönüllü izolasyon şart. Neyse ki anlayışlı bir hastanede çalışıyorum. Randevularım hızla kapatıldı, hastalara ulaşılıp bilgi verildi. Şimdi istikamat ev. İyi ama orada da 90 yaşında bir anne var!
13.30: Sağlık çalışanlarının kaderi hep böyle. Kendilerinden önce evdeki insanları, hastalarını düşünüyorlar daima. Aklıma “giderlerse gitsinler” sözü geliyor. Küplere bindim elbette; şu pandemide beşyüzden fazla sağlık çalışanı öldü, sağlık çalışanlarının evde bulaştırdığı kaç eş-anne-baba öldü bilinmiyor, alınmayan halk sağlığı önlemleri nedeniyle alıncı kez COVID şaha kalkmış ve ben bir kez daha dün akşam yaptığım gibi annemden ölesiye kaçıp, burnumda N95 maskesi ile evde bir odada hapis kalacağım. Tek güvencem bir önceki hastalık sürecimden farklı olarak annem de 4 kez mRNA aşısı oldu. Aşı candır, hayat kurtarır.
18.45: Doğru karar vermişim; güneşin batmak için ufka yaklaştığı şu saatlerde yakınmalarım da artışa geçti. Ne garip enfeksiyon hastalıklarının bir diurnal ritmi vardır. Akşamı, geceyi sevmez onlar. Anlaşılan bu gece biraz zorlanacağım. Bu pandemide benim gibi sağlıklı bir insan için en iyi ilaç parasetamol. Yaşasın parasetamol! Ötesi gereksiz; C-D vitamini, asetil sistein, selenyum, çinko ve bil cümlesi ilaç endüstrisine para harcamak anlamına gelir. İstirahat, bol sıvı gıda ve otuz tanesine 18,38 TL ödenen parasetamol yeter de artar bile... Ne de olsa aşılıyım!
22.50: Resmen bir maç oynandı vücudumda son dört saattir. Sinsi virüs beklediğim gibi akşam itibariyle baş – boğaz ağrısı, burun – geniz akıntısı, dozunda bir öksürük, kırgınlık ve yaygın kas ağrısı ile kontraatağa kalktı. Dört mRNA aşısının var ettiği nötralizan antikorlarım üşüme, titreme ve subfebril bir ateş ile güçlü bir yanıt verdiler, bedenimin sahipsiz olmadığını ve virüse terk etmeyeceklerini okkalı biçimde virüse anlattılar. Parasetomol ve Naproksen ise bu akşamki maçın son düdüğünü çalan oyuncular oldular. Durumum iyidir; hafif nazone konuşma, biraz terleme ve öksürük, 97 oksijen satürasyonu ve 114 nabız ile önümüzdeki maçlara bakacağım. Kuşkusuz zafer direnen antikorlarımın olacaktır.
(RT)