Aralık ayının son günlerini, yılın son demlerini yaşıyoruz. Her sene olduğu gibi yeni bir yıl demek insanlık için yeni umutlar, yeni heyecanlar demek. Televizyonlarda, gazetelerde ve tabii ki insanların hayalhanesinde 2018’e dair iyimser temenniler ayyuka çıkması demek…
2018’in, insanlığın hangi beklentisini haklı çıkaracağını, ne sürprizler yaşatacağını elbette şimdiden bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, bu yılın, siyasi tarihimizde iz bırakmış pek çok olayın 100. yıldönümü olacağı, bu vesileyle tarihin tozlu sayfalarının bir hayli karıştırılacağı ve tam bir asır önce siyasete konu olmuş meselelerin tekrar mercek altına alınacağıdır. Ne de olsa 1918, Osmanlı İmparatorluğunun gerçek manada sona erdiği tarihtir.
2018’e adım adım yaklaştığımız bugünlerde, 1918 yılı içinde gerçekleşen ve Osmanlı’nın resmen sona ermesine sebep olan olaylardan ziyade ben, bu sonun başlangıcını anlatmak, bunu yaparken tam 100 yıl önce bu coğrafyaya hakim olan ve 1918’e giden sürece damgasını vuran bir Cemiyet’ten, Osmanlı’nın ve dolayısıyla siyasi tarihimizin ilk siyasi fırkasından bahsetmek istiyorum.
Tarihçi İlber Ortaylı, 19. yüzyıl için “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” tabirini kullanır. İmparatorluğun yüzyıl boyunca geçirdiği değişimleri, yıkılmamak için gösterdiği direnişleri ve atlattığı siyasi badireleri düşünecek olursak yerinde bir yaftadır bu. Keza bu tabirden yola çıkarak, imparatorluğun en uzun on yılı ne vakittir diye soracak olursanız ise, hiç kuşkusuz 1908 ile 1918 yılları arasındaki on yıl olduğunu söyleyebilirim. Zira imparatorluğun dört bir yanından parçalandığı, ekaliyetlerin son hızda bağımsızlıklarını kazandığı, rejimin değiştiği, meclisteki siyasi ihtilafların memleketi buhrana sürüklediği, kırımların ve dramların yaşandığı, Balkan Savaşı ve ardından başlayan Dünya savaşıyla birlikte nice ocağın dağıldığı bir on yıldır bu. Aynı zamanda bu süre zarfında yaşananların koca bir yüzyılı derinden etkilediği bir on yıldır bu. Ve bu upuzun on yıla tek bir kudret gerçekten muktedir olmuştur. O da İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir.
1889 yılında Tıbbiyeli dört öğrenci* kendi aralarında bir cemiyet kurarlar. Önceleri mutlak bir amaçları yoktur aslında. Tek istedikleri Abdülhamid’in istibdat yönetimi altında ezilen aydınların ve vatandaşların rahat bir soluk almalarıdır. Ne var ki, dört arkadaşın kurduğu bu cemiyet yavaş yavaş yayılmaya başlar. Fransız ihtilalından büyülü bir masal gibi bahseden aydınların arasında ve bilhassa orduda… Giderek bu dört arkadaşın kurduğu cemiyet, şiarı hürriyet olan kutsal bir harekete dönüşür.
Cemiyet’in gücü gün be gün artarken, padişah tez vakitte bu hareketi durdurmak için olmadık çarelere başvurur, en gözü dönmüş eli kanlı adamlarını Cemiyet’in namlı azaları üzerine salar. Ne var ki, sonunda 1908 yılında Meşrutiyet ilan etmek, Meclis-i Mebusan’ı açmak zorunda kalır. Süleyman’ın mührü böylece Osmanoğulları’ndan İttihatçılara geçer. Bundan sonra her kim hükümdar olursa olsun, Meclis’in ama en çok İttihatçıların borusu ötecek, padişahlık mercii bir onay makamından öteye gitmeyecektir. Ta ki 1918’e dek…
Ne var ki, Meşrutiyet’in ilanı hürriyeti amaç bellemiş vatanseverler için mutlu bir son olmaz. Aksine Meşrutiyet’in ilanının üzerinden daha bir sene geçmemişken, 31 Mart Vakası diye anılan rejim karşıtı kanlı bir ayaklanma çıkar. Bu olayı fırsat bilen İttihatçılar Abdülhamid’i tahttan indirmenin verdiği iktidar sarhoşluğuyla başka bir istibdat kurarlar. Cemiyet’in eli silahlı fedaileri muhaliflere rahat vermez. Hasan Fehmi, Ahmet Samim gibi muhalif gazeteciler İttihatçı fedailerin silahlarından çıkan kurşunlarla ölürler. Ama gerçek bir istibdat kurmaları çok daha sonra Bab-ı Ali baskınıyla gerçekleşir. Görevdeki hükümeti yaptıkları darbeyle devirirler.
Siyasi çalkantıların ve ayaklanmaların yanı sıra bu dönemi başından sonuna kadar meşgul eden bir şey vardır, savaşlar ve toprak kayıplarıdır. Trablusgarp savaşı ve Balkan Savaşları bu dönem içinde olur. Bu dönemde Kuzey Afrika’daki ve Makedonya’daki son topraklar, Bosna Hersek ve Girit kaybedilir. Gene bu dönemde Bulgaristan bağımsızlığına kavuşur.
Ve ne yazık ki bu dönemde Osmanlı I. Dünya Savaşı’na katılır. Bu dönemde harap olur memleket, defalarca ölür millet. Gene bu dönemde Ermeni techiri yaşanır. Türk, Ermeni ve Rum’un, komşu komşunun düşmanı olur. Yalnızca bir medeniyet değil, insanlık da toprağın altına girer.
Sonra biter savaş, diner ateş, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla birlikte. Antlaşma değil, ölüm ilanıdır aslında. Bir imparatorluğun ölüm ilanıdır. Bu sırada Enver, Talat ve Cemal paşalar gibi İttihatçı önderler yurt dışına gider. Ve 1918’in son günlerinde, 99 sene önce bu günlerde, Vahdettin İttihatçıların çoğunluğunu oluşturduğu meclisi fesheder. İttihatçılar sürgüne gönderilir. Bir parti tarihe gömülür. Geride hakkında onca tartışma ve hüküm bırakarak…
Bugün İttihatçılar hakkında tarihçilerden pek çok farklı yorum duyabilirsiniz. Kimi vatanperver olduklarını, kimi hayalci olduklarını söyler. Kimi memleketin refahından başka bir amaçları olmadığından bahseder, kimi iktidar sarhoşluğuna kapıldıklarını iddia eder. Kimi I. Dünya Savaşına girmemeliydik diye hükmeder, kimi girmemek gibi bir tercihimiz yoktu der.
Gerçek olan bir şey varsa eğer, o da, “Hasta Adam” can verip yere yıkılırken İttihatçıların onun altında kaldıkları, yedi asırlık bir medeniyetin çöküşünün bütün vebalinin omuzlarına aldıklarıdır. Art arda yaşanan toprak kayıpları ve savaş travmalarına karşın, onların aynı zamanda Cumhuriyet’e tevarüs eden pek çok yeniliğin öncüsü oldukları, önemli atılımlar yaptıkları, bir kuşağın partisi olduklarıdır…
Hatalarıyla, doğrularıyla, sebep oldukları yıkımlar ve kırımlarla, buna rağmen başka bir medeniyete ve rejime dair memleket toprağına attıkları umut tohumlarıyla İttihatçılar, daha çok konuşulacak, edebiyatımızı meşgul edecek, birbirine karşıt türlü hükümlerle yaftalanacaklardır.
2018'e bir gün kala, siyasi çatışmaların gündemimizden bir an olsun düşmediği şu günlerde, bize düşen ise mazi mazide kaldı demeden 1908'den 1918'e kadar olan süreci iyi okumak, memlekete özgürlüğü getireceğini söyleyen bir fırkanın -Enver Paşa'nın- karizmatik lider kişiliği etrafında adım adım nasıl otoriterleştiğini, nasıl parti devletine dönüştüğünü iyice anlamak, bundan sonra başka felaketler yaşamamak için bugüne tarihin imbiğinden süzülen ışığın altında bakmaktır. (MK/HK)
* İbrahim Temo, İshak Sükuti, Abdullah Cevdet ve Mehmet Reşit. İttihat ve Terakki'nin kuruluşundaki adı İttihâd-ı Osmânî idi.