Liberal aklın, kriz dönemlerinde sosyal haklar için ne anlama geldiğini, ne tür felaket reçetelerini önerebildiğini defalarca gördük. 1994 ve 2001 krizlerinde fedakârlık çağrıları yapıldı ve dönemim sendikacıları da fedakârlığa hazır olduklarını beyan ettiler. "Sıfır zam"a razı oldular. Yıl 2009: Sıfır zam tartışılmadı bile. O zaten sermayenin kazanılmış hakkıydı. Bunun yerine maaş indirimleri konuşuldu. Maaş indirimleri genelde küçük işyerlerindeki işten atma tehdidiyle yapılan bir uygulama iken Erdemir gibi binlerce işçinin çalıştığı işyerlerinde ise ücret indirimi yüzde 35'e kadar vardı. Devlet açısından "yangından ilk kurtarılacak" olanlar işçiler değildi; sermayenin kurtuluşu için Amerika' Birleşik Devletleri'nden (ABD) başlayan kurtarma dalgası Türkiye'ye de ulaştı ve "kısa ödenek çalışması" için musluklar açıldı.
Hükümet elinde kalan son çalışanlar için de taşeronlaştırma başlamıştı ve bu çalışmalar sağlık alanında gerçekleşti. Kamuda çalışan 180 bin işçinin 110 bini sağlık sektöründe çalışmasına rağmen taşeronlaştırma kararlığı 2010 yılında da devam edecek gibi. SEKA direnişinden bu yana unutulmuş olan 4c uygulaması, TEKEL işçilerinin de 4c kapsamına alınmak istenmesi ile uygulama yeniden hortlamış oldu.
Devlet eliyle kamu kaynakları işverenlere aktarıldı. İşçilerin maaşlarından kesilerek biriktirilen işsizlik fonu, "kriz için emekçiler lehine kullanılabilir mi?" diye tartışılırken; bu kaynaklar kriz için başka türlü kullandırıldı. "İş Garantili Meslek Edindirme Stajı" yapan işverenlerin çalıştırdığı işçilerin maaşları ve sigortaları bu fondan ödendi. Emek cephesi henüz direnmek için yaratıcı biçimler bulamadan sermayeden yaratıcı çözümler gelmeye başladı. Örneğin hemen herkesin bildiği İndesit beyaz eşya markası, önce yüzlerce işçiyi işten çıkardı, ardından İşsizlik fonundan yararlanarak, yeni aldığı işçileri "stajyer" adı altında çalıştırarak, maaşını devlete ödetti. Çalışma Bakanlığı iş yoğunluğunu gerekçe göstererek, "şikâyet masası"nı devre dışı bırakırken emekçileri de zorlu bir yasal mücadele ile baş başa bıraktı.
2010 yılının sosyal haklar alanında kolay geçeceğini düşünmek abesle iştigal olur. Sermaye azalan karlarını artırabilmek için aslında 2001 krizinden sonraki tüm yolları kullanmıştı. Emeğin verimliliğini artırmak gibi zihinde olumlu çağrışımlar yapan ve emekçilerin yaşam koşulları ve ücretleri açısından ciddi bir denetleme ve kontrol aracına dönüşen bu öneri için bütün yöntemler kullanıldı. Çalışma saatlerinin 2001 krizinden sonra ortalama 1-2 saat artması, mesai ücret ödemelerinin neredeyse "ayrıcalıklı" bir hale gelmesi, taşeron sistemi, devletin göz yummasıyla kayıt dışı emeğin artırılması gibi akla gelebilecek her türlü yöntemi zaten uygulayan sermayenin daha ne kadar bu sömürüyü artıracağı merak konusudur. Yukarıda saydığımız örneklerde de olduğu gibi hükümet de bu konuda oldukça yardımcı olacaktır, olmaktadır da.
1994 ekonomik krizinden sonra tüm medyanın, anlaşmış gibi, sosyal güvenlik açıklarını günah keçisi olarak ilan etmesi mevzusu, şimdi yeniden ısıtılmaktadır. Sermayenin think tank kuruluşu gibi çalışan birçok STK, bütçedeki SGK açıklarından dem vurmaktadır. Bu anlamda, kıdem tazminatının kaldırılması, zaten yerlerde sürünen sendikal mücadelenin iyice yok edilmesi için "yeni sendikalar yasası", bölgesel asgari ücretin hayat bulması gibi konular yeni gündemler arasındadır.
2001 krizinden sonra baş gösteren yüksek kurullar ile bazı tekel haklarının devredilmesiyle, aslında 1994 kriziyle başlamış olan özelleştirme süreçlerinin sonuna işaret eder. Yeni özelleştirilecek ve sermayenin paylaşımına açılacak alan kalmamış gibidir. Ancak canı çıkmamış hükümetten ümit kesilmez misali, yeni olanaklar gözetilmektedir. Örneğin İstanbul Valisinin açıkladığı 43 okulun satışının açıklanması, sermayenin her şeyi ranta çevirme konusundaki sınırlarını da göstermektedir. Aynı şekilde kent merkezindeki kamu kuruluşları ve üniversitelerin taşınma ve/veya birleştirilme biçimindeki tasfiye kararları hikâyenin bir başka boyutudur. Özel sağlık kuruluşlarına sahip sermayedarların en zenginler listesini hızla, 20-30'ar basamak atlaması, bu konudaki eğilimin hedefini de göstermektedir. Bunun üstüne Başbakan'ın ağzından marketlerde ilaç satılacağını duymamız hükümetin ne kadar gözünü kararttığının göstergesidir.
Hükümetin sermayeye yeni kaynak aktarımları için daha arsız olacağını öngörebiliriz. Bu yeni alanlar 2B Kanunu, enerji yatırımları, HES'ler sayesinde doğanın da sömürülmesinin yolunu açacak. 2009 yılında hak ihlalleri raporunda öne çıkan bir madde de, yerleşim yerlerindeki insanların itirazlarına rağmen, bu tip maden, Hidroelektrik santral (HES) vb gibi yatırımların çoğalmış olması.
Hükümetin, 2010 bütçe gelirlerinde bir önceki yıla göre daha yüksek bir beklenti içinde olması, birçok verginin artacağını; birçok kamu hizmetinde ise yüksek zamların geleceğinin sinyalini vermektedir. Bu sinyal, daha yılın ilk günlerinde gerçekleşmeye başladı bile. Ama Metrobüs'e yapılan ekstra zamma gelen tepkilerin karşılığı ilginç oldu. Hükümet, burun ucuyla seçim kazandıran yatırımların aynı zamda nasıl oy kaybettirebileceğinin işaretini de almış oldu.
İşin daha kötü yanı ise bu hak mağduriyetine uğrayanlar, kendilerini kapsayacak siyasal örgütlülüklerden, sendikalardan oldukça uzaklar. Hatta hak kaybına uğrayanlar, birbirlerine başka bir çıkar grubu olarak davranıyorlar. TEKEL işçilerinin direnişini değerlendirmesi için mikrofon uzatılan bir kadının "benim oğlum işsiz, bunlar asgari ücreti beğenmiyor" demesi 2010 yılının bu anlamda umutsuz geçeceğinin göstergesi. Her ne kadar geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak kadar yerel direnişler mevcutsa da (SHD Hak ihlalleri Raporuna göre 2009 yılının üçüncü çeyreğinde 44 adet toplu işten çıkarma ihlalinin 25'inde direnişin gerçekleştiği görülmektedir) bunların genele yansıması ve destek seviyesi oldukça düşük.
2010 bütçesinde gözden kaçmayan bir nokta ise Sosyal Yardımlaşma Fonu'na aktarılan kaynakların yüzde 26 artmasıdır. Hükümet seçimler öncesinde yaptığı gibi ideolojisini -ki götürülecek yanı kalmadı- götüremediği yere buzdolabını götürecek.
Sonuç olarak ekonomik krizin 2010 yılındaki sosyal haklar alanındaki etkileri, gerçekleşecek olan direnişlerin düzeyine ve toplumdan alacağı desteğe de bağlı olacaktır. Ama hükümetin bulabildiği her alana saldıracağını da bilmek gerekiyor.(NK/BÇ)