Yeni bir yıla girerken eski bir kafayla devam ediyoruz yine. Yılların sayıları sürekli ileriye gitse de Türkiye tarihsel süreçte pek de ileri gitmiyor. Sürekli olarak "demokratikleşme, özgürleşme, bilmem ne" gibi kavramların kullanılmasının sebebi de sanırım Türkiye'nin geri gidişinin halı altına süpürülmesi çabası.
2009'da Görünürde Neler Oldu?
Nitekim geçtiğimiz yıla, yani 2009'a baktığımız zaman yaşanan olaylar çerçevesinde iyimser konuşabilmek pek de mümkün değil. Baştan sona 2009'u değerlendirmeye alacak olursak;
- Yıla yerel seçim ve Ergenekon'la girdik. Aylar öncesinden 29 Mart seçimleri için amansızca mücadele vermeye başlayan partiler, bir genel seçim havasında geçen seçimler öncesi halka oldukça umut ve söz vermeye kalktılar. Ancak verilen sözlerin ve umutların ne kadar boş olduğu -zaten belli olan bir şey- seçimlerden sonraki durumla anlaşıldı. AKP kan kaybetmiş olsa da, onun neoliberal muhafazakârlığı yerine yükselen bir milliyetçilik söz konusu oldu. Günümüze gelindiğinde ise bu milliyetçilik safları derinleşti ve bir Kürt-Türk çatışmasına doğru ilerler hale geldi.
- Daha sonra ise 1 Mayıs'ta "orantısız güç" tartışmaları alevlendi. İşçiler 30 küsür yıl sonra Taksim meydanına girdi. Ancak ufak bir farkla: işçiler polis çemberi içindeydi, her yer biber gazı kokuyordu ve oldukça, oldukça ıslaktı herkes.
- Günümüzde de hala etkilerini gösteren demokratik açılım olayı gündeme geldi. Öncelikle bir Kürt açılımı şeklinde halka sunuldu, ancak hiçbir ayrıntı ya da bilgi verilmedi. Tek söz edilen şey ise sadece demokratikleşmeydi. Ancak bilinmeyen ya da görülemeyen bir şey vardı: bu AKP tipi demokratikleşmeydi. Bunu da AKP daha sonra DTP'nin kapatılmasıyla göstermiş oldu.
- 1929 ekonomik buhranından sonraki en büyük ekonomik kriz olarak adlandırılan günümüz küresel krizi dünyada milyonlarca kişinin aç kalmasına, işsiz kalmasına sebep oldu. Bunların günlük hayata yansımaları olarak intiharlar, hırsızlıklar, gasp, tecavüz gibi olaylar arttı. Suç oranı yükseldi. Dolaylı olarak krizin etkilerinin geçmesi için dünya pazarlarının harekete geçmesi gerekti ve savaşlara ayrılan bütçelerle kriz aşılmaya çalışıldı. (Hâlbuki Recep Tayyip Erdoğan'a göre kriz teğet geçmekte.)
2009'da Halka ve Emeğe Ne Oldu?
Gündeme gelmiş olan bu olaylardan sonra bir de gündeme mevcut düzenin medya araçları tarafından hiç getirilmeyen halkın olaylarını, görülmeyen, gösterilmeyen olayları konuşmak gerekir.
Özgürlük ve demokratikleşme söylemleriyle artan liberalizmin ekonomiye, dolayısıyla halka olan tezahürleri de ortaya çıktı. Bunun yanında yukarıda sözü edilen ekonomik krizin de payıyla birlikte işsizlik oldukça riskli olacak kadar arttı, çalışanlar ise maaşlarını alamadan, "insani çalışma koşulları"nın çok dışında çalışarak, -uzun lafın kısası- sömürüldüler ve sömürülmekteler. Ancak bu emekçilerin örgütlü bir mücadelede bulunmalarına da izin verilmiyor.
Aynı şekilde bunların diğer bir yansıması olarak da halk kendini bir borç ve kredi batağında bulmuş durumda. Bu da kişilerin yaşayabilmek için para kazanamadıklarını/kazandıkları paranın yaşamak için yeterli olmadığını kanıtlayan bir öğedir. Bu kredilerden kâr yapan bankalar, sermayelerine sermaye katıp daha da tekelleşme yoluna gittiler.
Sadece bankalar değil bütün özel sektör ve kamu kuruluşları da doğrudan ya da dolaylı olarak tekelleşme yoluna gittiler. Bu noktada olan tamamen işçilere ve emekçilere oldu. Neler olduğuna bakalım:
- İşyerlerinde ve kamu kuruluşlarında taşeronlaştırma söz konusu oldu. Kamuda çalışan işçiler devlete karşı değil, taşeron firmanın patronlarına karşı sorumlu duruma düştüler. Her işçinin yaşadığı maaş alamama sıkıntısı, çok uzun süreler çalıştırılma gibi durumlardan muzdarip oldular.
- Taşeronlaştırma, özelleştirme ve tekelleşme sürerken bu sefer de "kiralık işçi" kanunu gündeme geldi. Emek sömürüsünde son nokta olan bu kanunla birlikte AKP'nin patron dostluğunun işçi düşmanlığıyla ne kadar doğru orantılı olduğu ortaya çıktı.
- Devlet hastanelerinde de özelleştirme yoluna gidildi. Hastanede doktor personeli dışındaki personeller taşeron firmalardan karşılandı. Muayene ücretlerine zam getirildi, kişilerin en temel hakkından biri olan sağlık hakkı parayla satılmaya başlandı.
Bunca olumsuz olaylarla geçen 2009'un tabii ki olumlu bir karşıtının olması gerekir. Bu anlamlı diyalektiği de işyerleri özelleştirilmek isteyen, işten atılan TEKEL işçileri gösterdi. Ancak bu eylemin de öncülü olarak 25 Kasım'daki kamu emekçileri grevini söyleyebilmek mümkün. TEKEL işçilerinin direnişi kısa zamanda hız kaybetmek bir yana, aksine gittikçe büyüyerek, siyasallaşarak AKP'nin sadaka düzenine ve mevcut kapitalizme karşı bir başkaldırıya dönüştü. Şimdiye kadar sadece adını duyduğumuz fakat kendilerini 1 Mayıs'larda bile göremediğimiz işçi sınıfını böylece reel olarak görmüş olduk.
Fazlasıyla olumsuzluk ile ilerleyen 2009 yılının sonunda TEKEL işçilerinin bu onurlu ve gururlu direnişi ile sözü edilen Türkiye'nin geri gidişine bir nokta koyulabileceği görülmüş oldu. Bu "nokta"da her ne kadar TEKEL işçilerinin mücadelesi yeni ve sonuçlanmamış olsa da Türkiye'nin daha ilerleyen zamanlarda eski kafayla ilerlemeyeceğinden, kült yeni yıl dilekleri olan, barış, kardeşlik, eşitlik ve özgürlükten söz edebilmek mümkün.
* * *
Son olarak da kendi yeni yıl dileğimi söyleyeyim: Türkiye için bu sömürü düzeninin bitmesi ve eşitlikçi bir düzene kavuşmak dileğiyle. Mutlu yıllar.(CS/BÇ)