47'liler, 68'liler, 78'liler, 80'liler ya da X kuşağı ve 90'lara eklenen "milenyum kuşağı"nın diğer adı da bence "annecim" kuşağı. İlginç biçimde 90'ların son kısmından itibaren - ya da ben o tarihlerde anne olduğum için böyle diyorum,belki önce de vardı- anneler çocuklarına "annecim" demeye başladılar.
Kısmen halalar, teyzeler, anneanne ve babaanneler hatta dayılar ve ablalar da bu hitapların arkasına "cim" ekleyerek onlara katıldılar -halacım, teyzecim, babanecim, vs. Hatta o kadar ki çocukların isimleri unutuldu, bu hitap şekli baki kaldı. Bir parka gidiyorsunuz, annecim kelimesinden başınız dönüp, mideniz bulanıyor neredeyse.
Uzunca bir süredir kulağımı tırmaladı bu kelime, sonra "neden bu kişiler bu hitap şeklini kullanıyorlar" diye düşündüm. Aslında buna sinir olmaktan düşünemedim bile. Gelin beraber düşünelim/düşünmeye çalışalım.
Yavrusuna neden "annecim" der bir insan. Bunu duyan öbür insanlar da bayıla bayıla bu hitap şeklini alırlar ve herkes bu şekilde neden hitap eder birbirine. Aile üyelerinden "annesi", "babası", "babamız" gibi acayip hitap şekillerine hiç girmiyorum. Onlar da bunlar kadar acayip.
"Babamız"
Ama onların şifreleri kendi içlerinde saklı sanki, örneğin "babamız" kelimesi. "Babamız", kocayla kadının iki aşıktan ziyade koruyup kollamaktan ibaret bir ilişki içinde olduklarını düşündürür hep. Hatta bir adım ileri gidip kocanın ya şam babası -yani biraz beceriksiz ama yağıp gürlemeyi de unutmayan- ya da aşırı manyaklık derecesinde despot olduğunu hissettirir bana. Bir de kocasından yaşça genç ve kariyer olarak daha alt basamakta duran kadınların kocalarından "babamız" diye bahsettiğini düşünürüm.
"Babamız"ı cümle içinde kullanırsak "biz kalkalım babamız gelir şimdi", "babamız çok kızar", "babamız göndermez". diğerleri "annesi" ve "babası" biraz daha mesafe ve küslük düşündüren, daha duruma göre kinaye de içerebilen kelimeler sanki.
Annelerin çalışmaya başlaması
Neyse biz dönelim "annecim"e. Anneler niye çocuklarına annecim derler ve kimse de neden böyle abuk bir hitap biçimi kullandığını düşünüp silkinmez.
60'lar ve 70'ler ülkemizde kadınların iş hayatına başladığı yılların başı olarak düşünülebilir. Elbette öncesinde de kadınlar çalışmaya başlamıştı. Ama anaokullarının ilk bu yıllarda hizmet vermeye başladığı düşünülürse, annenin çalışması nedeniyle çocuğun kurumsal bir hayata başlama yaşı bu yıllara denk gelir.
Örneğin bu sayfaların yazarı olan "bağyan" ülkemizin ilk anaokulu kuşaklarından sayılır. Ülkemizde bilinçli olarak tek çocukların yapıldığı ilk yıllardır bu yıllar. Çocuğun değerinin açık olarak farklılaştığı yıllar. Anneler ve babaların çocuklarına eskisinden biraz daha farklı değer biçmeye başladığı yıllar. Çocuk da evde karar merci artık. Üç yaşında bir çocuğun annesi ve babasına mum tutturmaya başladığı yıllar. Hatta çok garip karşılanıyor, tek çocuk olmak, her dediğinin yapılması, ona fikir sormak, o istemedi diye bir şeyin yapılmaması falan.
Neyse, tek çift diye uzatmayalım, o kuşaklar yani bizler annesi çalışanı, çalışmayanı, anaokuluna gideni, anneannesi bakanı, şimdi orta yaş olduk. Ve çocuklarımıza "annecim" diyoruz. Bunu bizden sonraki kuşaklara da öğrettik onlarda öyle diyor. Peki ne alakası var annesi çalışanların, diyeceksiniz.
Deneyelim
Birazdan annecim diyenleri çerçevelemeye, hatta kategorize etmeye çalışacağım da... :-) O yüzden yukarıdakilerden bahsettim. Sanki söz ettiğim 60 ve 70'lerde annesi çalışan kuşak, çocuklarına "annecim" demezmiş gibi geliyor. Çünkü onlar çalışan, temizlik manyaklığının bilinmediği, bilinse de kabul görmediği yıllarda anneleri çalışan çocuklar. Anneleriyle her yere giden çocuklar, her tür sosyoekonomik düzeyin her tür vasıtaya eşit olarak bindiği kuşak onlar. Kapının önünde de oynayan, evden çıkmasına izin verilmeyen de onlar. Hem oyun bilirler hem sınır. Oyuncağın bol olmadığı yıllarda, en fazla diğer tüm çocuklardan bir iki bebekle kafa farkı atabilen, mahalledeki tüm çocukların -apartman görevlilerinin çocukları da dahil- aynı oyunları oynadığı yıllar. Şimdiki gibi çocuklar arabanın camından seyretmiyor yaşadığımız şehri. Peki "Benim annem çalışmıyordu, ama böyleydi" diyenler ne olacak? O zaman sizin çocuğunuza "annecim" dememeniz gerekir? Diyorsanız, onu bilemem.
Peki annecim diyenlerin prototipini çizmek mümkün müdür? Belki. Deneyelim bakalım.
Hiçbir şekilde kocasına çocuk emanet edemeyen,
Mutfakta ve evde tertipli olmayı her şeyin üstünde gören, olmayanı kınayan, tertipli olmayan ama tertipliymiş gibi yapanı küçümsese de kınamayan,
Çocuğunun yemek yemesine ve ders çalışmasına kafayı takmış,
Bizim zamanımızda hobilere dersi engelliyor gözüyle bakılırdı, şimdilerde ise o kurstan bu kursa nefes almadan koşanlar, (bu maddeye evet dediyseniz bir alta geçiniz)
Çocukları kurstayken kendi bir şeylerle meşgul olmak yerine, onları huşu içinde izleyenler, kursun bitiminde de mutlaka terli üstleri değiştiren, ağzına bir şey tıkan, cereyandan koruyanlar -özellikle cereyan çok önemli bizim kültürde. Tüm bunları yaparken çocuğun yaşı kriter olarak alınmamalıdır. "Oğlum eşşek kadar oldun doyup doymadığını bilirsin" demeyenler,
Hatta mümkünse üstü başı kirlenecek, sırtında teri soğuyacak diye oyunu camdan izleyen ve izletenlerin simbiyoz birlikteliği.
Ya ortam
Yukarıdaki kriterlerden en az ikisini karşılıyorsanız, "annecim" hitabının arkaplanı üzerine düşünmeye devam edebiliriz. Aslında eğitim şart diyenlerin yüzde kaçının annecim dediği üzerine bir çalışma bile yapılır. Bunu annecim kuşağından bekliyorum artık.
Yukarıdaki kriterleri karşılayanların yaşadığı ve yaşattığı ortamın özelliklerine bakılacak olursa;
Çocukların büyüdüğü ortam, aşırı temiz, sıcak, koruyucu ve sorumluluk buldun kaç şeklindedir: Annecimlerin çocukları genelde yemeğini yemez, ağzında tutar, kirlettiği için kendi yemesine izin verilemez, parkta, plajda, lokantada anneler elinde tabakla aşırı bir meşguliyet halinde dolanırlar. Çocukların ağzına yemek tıkılır, onunla her yere gidilmez çünkü çocuk olay çıkarır -oysa çocuk olduğu gibi davranır ama annecim diyen anne her yerde panik olmalıdır-. Çocuk acayip derecede temiz ve sıcak bir ortamda yaşar, hatta mümkünse kaşkolu sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde açık kalmalıdır, hatta kirlenmesin diye kucaktan indirilmeyip yere bastırılmaz, duygusal olmakla suçlanır ve böyle olmaması tembih edilir. Takım yarışmalarında sorun yaşar çünkü anası babası ondan hep gol atmasını bekler, asist yapıp takımını başarıya götürmesini değil. Hatta geride durursa, öne koşması için uyarılır. Ezik diye veya özgüveni eksik diye psikoloğa götürülür, anneler babalar bunu düzelt derler psikologlara/psikiyatristlere. Anababa sorumluluğu almadığından çocuk da ne kadar suçlu olursam o kadar ilgi çekerim diyerek devam eder.
Aralarındaki simbiyotik ilişki devam eder. Yani anne-çocuğun anne karnındaki birliği fikren ve bedenen de devam eder. Örneğin başarılı bir çocuğun çocukken "itfaiyeci olacağım" demesine ihi ihi diye gülünürken, annesi babası avukat olan bir çocuğun itfaiyeci olmak için belediyeye başvurmasına üzülünür. Herkes aynı şeyleri sevmeli, hoşlanmalı, mümkünse aynı evler döşenmeli, nikah davetiyelerine ailelerin adı mutlaka yazılmalıdır. Herkes ailesine yakışanı yapmalıdır, yakışanda benzer olmaktır. Çocuk azıcık garipleşse bu çocuk elden gidiyor diye panik olur "annecim"ler, oysa armut dibine düşer bilmezler.
Kim anne kim çocuk belli değildir. Oysa anne annedir, çocuk da çocuktur. Bu her yaşta her durumda böyledir. Elbette yaşlar ilerledikçe roller değişir. Kim ebeveyn kim çocuk karışır ama büyüyene kadar herkes yerini bilmelidir. Annecim dediğinizde yerinizi bilmeniz mümkün müdür? Değildir. Çünkü siz daha yeni yürümeye başlayan o tazecik mis kokulu varlığı anneniz yapıp sorumluluğu da kucağına atmışsınızdır ona annecim diyerek. Ona kendi annenize söylemediğiniz kelimeyi söylüyorsunuz. Çocuk nasıl bilsin çocukluğunu. Anne diye hitap edilen verir kararı. Oysa hem çocuk anneye "annecim" demektedir, hem de anne çocuğa "annecim" demektedir. İkisi de bunları birbirlerinden bir şey isterlerken söylerler. Ne büyük karışıklık. Kim patron belli değil. Ünlü aile terapisti Salvador Minuchin ailede hiyerarşinin en temel yapı olduğunu söyler. Yani bizim anlayabileceğimiz şekilde herkes yerini bilsin, anne anneliğini çocuk da çocukluğunu bilsin ki, ailenin yapısı sağlıklı biçimde sürsün der. Bu sürekli höt höt demek, saçma sapan otoriter yöntemlerle disiplin naraları atmak demek değildir. Tam tersine koruyan, besleyen ve destekleyen bir büyüğün gölgesinde serpilmek demektir.
- Annecim kuşağı "yürüyen neyşınıl cıyografik" kuşağı olarak da anılabilir. Piramitlerin nasıl yapıldığı, sürüngenlerin nasıl ürediği, kaplanların kaç ışık hızında koştuğunu bilir. Tenten'in köpeğinin adını, Fantom'un kaç kaplan gücünde olduğunu veya bebeğine elbise dikmeyi değil. Ve "siz hiç hedöhödölerin nasıl rororo olduklarını biliyor musunuz" diye sizi kendisine hayran bırakmak için gözlerini devire devire size sorular sorar.
Şimdi bir de, "Çok bilmiş hanım, ben bu kriterleri karşılamıyorum ama 'annecim' diyorum" diyenler bulunabilir, onlar da "atipik annecim"ler olarak düşünülebilir, ya da sonradan olma "annecim"ler. Onlar için zannımca ışık biraz daha çok gibidir.
"Annecim" deseniz de demeseniz de ışık hep sizinle olsun! (ÇCK/TK)
* Çiğdem Cordan Kudiaki, klinik psikolog.