Sabahın erken saatlerinde başlamıştı yolculuğumuz. Demiryolu hattı boyunca çakıl taşları üzerinde yürümüş, kısalarını geçtikten sonra uzun mu uzun bir tünele girmiştik. Tünel bin 500 metre civarındaydı... İçerisi zifiri karanlık. Elimizdeki fenerler, yalnız birkaç metre ötemizi aydınlatıyordu. Sağımızda “barınma” denilen küçük bir odacık vardı. 50 metre sonra bir tane daha. Bu kez soldaydı.
“Bu barınakların” demişti yol bekçisi, “Birini gördükten sonra diğerinin hangi tarafta olduğunu unutmamak gerek.”
Hesaplamalara göre trenin geçmesine yaklaşık yarım saat vardı. “Ama önlem almak şart” diye uyarıyordu: “Tren vaktinden önce gelirse beni takip edin.”
O odacıklar tren gelmesi anında bir sığınaktı. Zifiri karanlıkta yürürken kafamıza dağdan süzülen kar suları damlıyor ve ne olduğunu çıkartamadığımız sesler geliyordu; tedirgindik...
Demiryolu işçisi Murat Kalaycıoğlu, her gün Erzurum Tren İstasyonu’ndan Uzunahmet İstasyonu’na günde 18, haftada 108 kilometre yol yürüyerek o tünellerden tek başına geçiyor, rayları kontrol ediyordu. Ama sadece rayları değil, çevrede trenin geçmesine mâni olacak bir şey varsa merkeze bildiriyor, o şekilde arıza gideriliyordu.
Öğrenciliğimiz sırasında dostum Sergen Sevgil ile haber yapmak üzere yol bekçisi Murat Kalaycıoğlu’na eşlik etmiştik. O uzun, sonu gelmeyecek gibi olan tünelde Kalaycıoğlu’na “İşiniz zor” demiştik de, “Ekmek parası” diye yanıt vermişti.
Bilen bilir Erzurum’un kışını; kar, tipi, boran… Soğuğu iliklerinize kadar işler. Murat Ağabeyin her gün yapmak zorunda olduğu yolculuğu bu şartlar altında gerçekleşiyordu. İşi zordu. O Türkiye’deki 59 yol bekçisinden biriydi.
Coğrafi şartlara, mevsimlere göre zorluğu daha da artan bir iş yol bekçiliği. Böyle bir iş olduğu belki biliniyordu ama Aydın’daki Sultanhisar - Nazilli demiryolu hattında aynı işi yapan İbrahim Çivici’nin hikâyesiyle tam olarak fark edebilmiştik.
Al Jazeera Türk’ün o video haberinde Çivici’yi, “Trenler gelip geçtikçe makinistlerle selamlaşıyoruz. Ama bazen selam vermiyorlar. O an insanın içinde bir eziklik oluyor” demesiyle tanımıştık.
Çivici’ye bu siteminden sonra bir makinist durup selam vererek sürpriz yapmıştı. Olayı kendisinden dinleyelim: “Nazilli-Söke seferini yapan yolcu treni geçide doğru yaklaşırken yavaşlamaya başladı. Yavaşladı, yavaşladı sonra önümde durdu. ‘Ne oldu hayrola, bir şey mi var’ dedim. Makinist arkadaşlar ‘İbrahim Çavuş’um, bize gönül koyuyormuşsun, seni görünce duralım selâm verelim, gönlünü alalım dedik’ dediler. Ben de kendilerine teşekkür ettim daha sonra hareket edip uzaklaştılar.”
20 yıl boyunca ailesiyle hiç tatile çıkamamıştı Çivici. Bu durumu kendine dert edinen Rukiye Demirkan, “yüzünden, gözünden iyilik akan bir insan” için TCDD İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı’na ve turizm şirketlerine ve otellere çağrıda bulunmuş ve bir kampanya başlatmıştı. İmza kampanyasına tam 66 bin 683 kişi destek vermişti.
Nitekim salt maddî imkânsızlıklar değilse bile işini bırakamadığı için tatile çıkamayan Çivici ailesi için İstanbul’da bir belediyenin yetkililerinin önayak olmasıyla bir otelde yer ayırtılabilmişti.
Ne var ki tam tatil için ailecek yola çıkılacakken 15 Temmuz darbe girişimi olayı yaşanmış, sonrasında tüm memurların izinleri iptal edilmişti. Çağan Irmak’ın Dedemin İnsanları filminden bir sahneyi hatırladım: Girit’ten göç eden aile zor bela çıkardıkları pasaportla yıllar sonra göç ettikleri yere gitmek isterler ama 12 Eylül darbesi olunca gidemezler.
59 yaşındaki Çivici, ailesini gönderebilmişti tatile ama kendi şimdi yine uzun yollar yürüyor, karanlık tünellerden geçiyordu.
Her gün en az 15 kilometre. Her gün 18 kilometre.
“Bir de elinde eşyaların. Sırtında sırt çantan. Bir sürü ağırlık. Şu anahtar 5 kilometre gittiğim zaman 20-30 kilo oluyor. Ayağımdaki potinler ağırlaşıyor.”
“İşiniz zor!” değil mi? “Ekmek parası.” (SE/HK)