“Niçin bu kadar uzun ve bu kadar sıkı çalışıyoruz? Buradaki gizem çalışmamızın gerekmesi ya da onun amaçları için bu kadar çok zaman ve enerji sarf etmemizin beklenmesi değil; bilakis bu duruma daha aktif direnişin olmaması. Kafa karıştıran, yaşamak için çalışmak gerekir şeklindeki mevcut gerçekliğin kabulünden ziyade çalışmak için yaşamak gönüllülüğüdür.”
Toplumsal cinsiyet kimliklerini ve hiyerarşilerini dert edinen Marksist-feminist siyaset kuramcısı Kathi Weeks “Çalışma Sorunu: Feminizm, Marksizm, Çalışma Karşıtı Politika ve Çalışma Sonrası Tahayyüller” (The Problem with Work: Feminism, Marxism, Antiwork Politics, and Postwork Imaginaries) kitabında hayatlarımızı, çalışmanın tasallutundan kurtarmaya çabalıyor.
Ayrıntı Yayınları tarafından Türkiyeli okurla buluşturulan kitap; çalışma, cinsiyet ve ekonomi gibi başlıkları feminist ve Marksist perspektifle ele alarak, geleneksel çalışma anlayışına meydan okuyan ve çalışma sonrası (post-çalışma, postwork) düşüncesini tartışan bir yaklaşım sunuyor.
Çalışma sonrası
Çalışma sonrası perspektif, işlerimizin toplumsal hayattaki rolünü sorgulayan ve kişilerin özgürlüğüne, eşitliğine ve yaşam kalitesine odaklanıyor. Geleneksel çalışma etiğinin aksine insanın değerini yalnızca çalışma faaliyetleri üzerinden ölçmeyi reddediyor ve işsizlikle, işsiz olma haliyle barışmamızı amaçlıyor. Otomasyonu, işlerin daha az insan gücüne dayalı hale gelmesini, pejoratif bir yerden ele almıyor; aksine, bize daha fazla boş zaman ve özgürlük alanı sağlayacağı için ilerlemesine katkı sunmamızı istiyor.
Çalışma sonrasını savunan bazı düşünürler, temel gelir gibi politikalara da destek veriyor. Temel gelir, herkesin belirli düzeyde bir gelir garantisi olmasını önererek insanların temel ihtiyaçlarını karşılamalarına ve özgürce yaşamalarına olanak tanımayı amaçlıyor.
Yeni Arjantin Sineması'nın önemli temsilcilerinden yönetmen ve senarist Rodrigo Moreno’nun son filmi “Kabahatliler” (Los delincuentes, 2023) post-çalışmayı veya tamamen çalışmanın reddini savunan iki erkeğin yeni hayatlarına konuk ediyor bizi. Çalışmanın ekonomik bir gereklilikten ziyade toplumsal bir uzlaşma ve disipline edici bir aygıt olması üzerine hakikatli bir eleştiri olarak öne çıkan film, dünya prömiyerini 76. Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yaptı. Arjantin’in ise Oscar adayı.
Gerçek hapishane
Morán (Daniel Elías) ve Román (Esteban Bigliardi) aynı bankada çalışan iki arkadaş.
Her sabah aynı metroya binen, aynı kafede kahvaltısını yapan, aynı mekânda kahvesini içen Morán’ın bir hapishaneyi andıran çalışma mekânına tanıklık ettiğimiz filmde, Morán, bir gün bilinçli olarak “yeterli miktarda” hırsızlık yapar. Ve hapis cezasını çekeceği süre boyunca parayı saklaması için iş arkadaşı Román'ı ikna eder. Morán’ın yaptığı hırsızlığın arkasında hem kahredici hem de esasen “mantıklı” bir motivasyon yatar: 20 yıl boyunca hapishaneyi andıran bu bankada çalışmak ve bu boğucu yaşamı sürmek mi, yoksa üç buçuk yıl gerçek bir tutsaklık yaşayıp özgürce yaşamaya devam etmek mi?
İşin kendisi hapishaneye dönüşmüşse, diğer her yerde daha özgür olunabilir, fikriyle yola çıkan Morán’ın çaldığı para, onun lüks bir yaşam sürmesine olanak tanıyacak bir miktar değil. Ki böyle bir derdi de yok. Tek derdi, hapishaneden çıktığında istediği mütevazı hayatı sürebileceği kadar parası olması. Elbette Román da bu suç ortaklığından yeteri miktarda payını alacak.
Román, hem depresyonda olduğu hem de bir bakıma çaresiz bırakıldığı için bu teklifi kabul etse de Morán’ın zihni, soygun ve sonrasıyla ilgili son derece berrak. Morán’ın hesap edemediği tek şey, Arjantin’deki bir cezaevinin koşulları belki; ancak nihayetinde şimdiki zamanda parası var ve paranın açamayacağı kapı da yok.
Yönetmen Moreno’nun maharetiyle Morán ve Román’ın farklı zamanlardaki benzer hikâyelerini film boyunca çeşitli tür ve tekniklerle izlemek mümkün. Örneğin bu sayede Morán’ın suçunu itiraf edip tutuklanmadan önce hayalini kurduğu o mütevazı yaşama nasıl yaklaştığını, Román’ın ise Morán'ın hayalini kurduğu hayatı ne denli arzuladığını görebiliyoruz.
Arayış
Bu sayede, filmin ilerleyen zamanlarında nasıl mutlu olacaklarını bilmeyen, böyle bir dünyanın varlığından dahi habersiz görünen iki adamın aradığı huzuru ya da onları hayata yeniden bağlayabilecek arzuyu, kendi dünyalarından hayli uzakta olan bir kadında, Norma’da (Margarita Molfino) bulduklarını da görebiliyoruz. İki adam da Norma’yı, onları yeniden dünyaya getiren bir anne ve onlara elini-kolunu nereye ve nasıl koymaları gerektiğini gösteren bir öğretmen gibi yaklaşıyorlar. Ancak aradıkları ya da onları hayata yeniden bağlayabilecek şey sahiden Norma’da mı?
Norma ve arkadaşlarının çevresine ayrı zaman dilimlerinde dahil olan Morán ve Román’ın Norma ile aralarında geçen diyalogların çoğu, yine işe ve çalışmaya dair. Norma, onlar için başka bir dünyanın temsili. Özellikle Morán için.
Dış dünyada insanların birbirlerine sorduğu ilk sorunun hangi işte, nerede çalıştığı olması gibi detaylar, Morán’ın Norma ile uzun diyaloglar kurmasına olanak sağlıyor. Morán’ın bir yıl boyunca 15 günlük bir tatil için çalıştığını düşünmesi ve diğer tüm soruları, Morán’ın zihnindeki haklı sıkışmayı bize daha açık bir şekilde gösteriyor. Norma ise hiçbir şey demese bile, bu sorulara varlığıyla dahi ustalıkla yanıt veriyor.
Üç saatlik bir filmi yukarıda tutmanın etkili yöntemlerine başvuran yönetmen, müzik tercihleriyle de bizi cezbediyor. Her şeyi arkanızda bırakıp gitme isteğiyle yanıp tutuştuğunuz bir zaman, sahilde içtiğiniz şarapla yanaklarınız kızarmışken arkada çalan Violeta Parra şarkıları gibi. Ancak bir aşamada karakterlerin evrildiği kaotik düzene dahil olamamanız ve direksiyonun neden oraya kırıldığını çok da anlayamadığınız bir ruh hali de sizi yakalayabiliyor. (TY/AÖ)