20 Haziran Dünya Mülteciler Günü bu yıl da geldi çattı. Bu yıl 20 Haziran’a Van Geri Gönderme Merkezi’nde 17 yaşında bir Afgan çocuğun yaşını doğru söylemediği gerekçesiyle polis tarafından dövülerek öldürüldüğü haberiyle giriyoruz. Sadece son üç ayda göçmen ve mültecilere karşı şiddet örneklerine baktığımızda bu şiddetin artacağından korkmamak elde değil. Nisan’da İstanbul’da Liberyalı bir grup göçmen ateşli silahla vuruldu, Mayıs’ta Ankara’da Suriyeli mültecilerin kaldığı bir bina ateşe verildi, Haziran başında 7 yıl önce İstanbul’da karakolda polis tarafından vurularak öldürülen Festus Okey’in yeniden açılan davasında mahkeme Yargıtay’ın bozma kararına direndi.
Ölüm Türkiye’de göçmen ve mültecilere hep çok yakın: kimi sağlık hizmetlerine erişememekten, kimi kaçak çalıştığı işyerinde iş cinayetinden, kimi polis tarafından, kimi vatandaş öfkesiyle, kimi Yunanistan’a ya da Bulgaristan’a geçmeye çalışırken boğularak ya da kaçakçı elinde, kimi içinde bulunduğu belirsizliğe dayanamayıp intihar ederek ölüyor ya da her an böyle ölebilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor[1].
Elbette buna şaşıran yok; Türkiye’de her zaman, ölümünün kimseleri dehşete düşürmediği, üzmediği birileri; göçmen/mülteci olsun olmasın, ölüme kolayca layık görülen birileri olagelmiştir.
İkiyüzlü ölüm
Göçmen ve mültecilerin er ya da geç ulaşmayı hayal ettikleri yerlerde ise ölüm karşısında sürdürülemez bir ikiyüzlülük yine de hükmünü sürdürüyor. Bir yandan Akdeniz’de batan botların getirdiği ölüm yüzlerce kez tekrarlansa ve mevcut göç ve iltica politikaları çerçevesinde tekrarlanmaya devam edecek olsa da her defasında en azından küçük bir skandal yaratabiliyor. Türkiye’de kanıksanan ölümler kimi yerlerde hala ayıp. Öte yandan göçmen/mültecinin sefalet içindeki, belirsiz, umutsuz yaşamı değil de ancak ölümü bir skandal teşkil edebiliyor. Mülteci sanki ancak ölüm eşiğinde bir değer kazanıyor.
Hatırlayın geçen yıl Ekim ayında Lampedusa açıklarında ölen 350’den fazla göçmen/mültecinin ardından İtalyan yetkililer ölülerin birer İtalyan vatandaşı muamelesi göreceklerini açıklamış, cenazeleri devlet töreniyle kaldırmış ve hatta ölülere ölüm-sonrası İtalyan vatandaşlığı verileceği söylentisi bile çıkmıştı. Canlısını sınırdan geçirmemek için çırpındığının ölüsüne vatandaşlık vermeyi düşünmek! Aynı İtalya Avrupa Birliği’nden sınır güvenliği konusunda daha fazla yardım alabilmek için şimdi batan botlara kurtarma harekatı yapmamak tehdidini savuruyor, daha çok ölüm olur ha diyebiliyor, bunu pazarlık malzemesi yapabiliyor. Sanki küresel göç ve iltica politikaları ancak ölümle ya da ölüm tehdidiyle harekete geçirilebiliyor.
Yaşamak için ölmek zorunda kalan mülteci
Göçmenler ve mülteciler de bunun elbette farkında. Biliyorlar ki bazen ölümcül bir hastalık gitmek istedikleri ülkeye açılan tek kapı. Örneğin, bunu en şevkle uygulayan ülke Fransa; kendi ülkelerinde tedavi göremeyip ölmeye mahkum olacak kişilere Fransa’da kalmalarını sağlayan özel bir statü verilebiliyor[2].
Göçmen ve mülteciler yine biliyorlar ki herhangi bir eylemlerinin ses getirmesi için bedenlerine bir zarar vermeleri hatta kendilerini öldürmeye teşebbüs etmeleri gerek. Ağız dikmek artık mülteci eylemlerinin baş simgesi oldu; mülteciler ancak bedenlerini konuşmaktan, yemekten, içmekten alıkoyarak bir ses kazanabiliyorlar, egemen güçlerin ilgisini çekip bir siyasi anlam bulabiliyorlar.
13 Nisan – 4 Haziran arasında, Ankara’daki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) binasının karşısındaki açık alanda elli üç gün süren, Türkiye’de gerçekleşmiş en uzun soluklu mülteci eyleminde de ağızlar dikildi ve sonucunda hastanelik olanlar oldu. Afgan sığınmacı ve mülteciler bu eylemleriyle BMMYK’nın 6 ayda bir yenileyerek 1,5 yıldır uyguladığı askıya alma kararını, yani Türkiye’ye yeni ulaşmış Afgan sığınmacıların başvurularının kabul edilmemesini ve -mültecilere göre- başvuruları kabul edilmişlerin de işlemlerinin yavaşlatılmasını, protesto ettiler. Bu yolla Afganların diğer sığınmacı ve mülteci gruplarından ayrıştırıldığını dillendirdiler. BMMYK’nın bu kararını, Türkiye’deki koşulların zorluğunu ve belirsizliğini de gözönüne alarak, değiştirmesini talep ettiler. Sonunda eylemlerine BMMYK’nın bundan sonra ne yapacağını bekleyip görmek için ara verdiler. Söylemeye dilim, yazmaya elim varmıyor ama, bu eylem süresince umutların kırıldığı her an bedenlere daha fazla zarar vermek gerektiği, ancak o şekilde gerçekten farkedilebilecekleri önerisi kendisini gündeme getirecek birilerini buldu.
Velhasıl küresel göç ve iltica rejimi öyle bir halde ki -belki hep böyleydi- dehşeti ve skandalı da ilgiyi ve sempatiyi de bir tek ölüm yaratabiliyor ve bu rejimin uygulayıcıları da bu rejime maruz kalanlar da bunu derinden hissediyorlar. Biz her ne kadar 20 Haziran’larda iltica hakkından, mültecilerin daha iyi bir hayata kavuşma hakkından konuşmak istesek de belli ki göçmen ve mültecilerin günümüzde sahip oldukları tek hak ölümden biraz ötede hayatta kalma hakkı. Küresel göç ve iltica rejiminin dönüp dolaşıp tek yapabildiği göçmen ve mültecilerin hayatlarının ölümün eşiğinde tutulmasını, bu eşiğin aşılmadan ama bu eşikte devam ettirilmesini sağlamak, böylece aslında yaşamı değil de ölümü kutsamak.
Peki, Türkiye bu resmin neresinde? Türkiye, üçüncü ülkelere gitmeleri engellenen göçmen ve mültecilerin tam da ölümün eşiğinde kalmalarının beklendiği bir geçiş ülkesi ama belli ki buna bile izin verilmek istenmiyor. Daha iyi bir hayat peşinde bir yerden bir yere gitmeye çalışanlar kuyruğunda belki biraz öne geçebilmek için yaşını belki biraz farklı söylemek ölüm eşiğini aşabilmek için yeterli burada. Ölüm karşısında ikiyüzlü küresel göç ve iltica rejiminin arkasına boşuna saklanmaya çalışmayalım, burada göçmen ve mültecilerin öldürebilir olması hepimizin sorumluluğu. 20 Haziran kutlu olsun! (AİE/H)
* Aslı İkizoğlu Erensü- Doktora / Minnesota Üniversitesi Coğrafya, Çevre Ve Toplum Bölümü
[1]Afgan sığınmacı ve mülteciler özelinde bu yönde derlenmiş bir istatistik için, bkz. http://multeci.net/index.php?option=com_content&view=article&id=297%3Atuerkiyedeki-afgan-mueltecilerin-2013-oeluem-istatistikleri&catid=46%3Azkira&lang=en
[2] Fransa’nın bu uygulaması hakkında daha fazla bilgi ve analiz için bkz. M. Ticktin (2011) Casualties of Care: Immigration and the Politics of Humanitarianism in France. Berkeley, CA: University of California Press.
+ Manşet karikatürü Campaign for the Rights of Afghan Refugees in Turkey facebook sayfasından alındı.