Makalenin İngilizcesi için tıklayın
1989 1 Mayıs’ı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda çok farklı fotoğraf kareleri birbirinin önüne geçerek yarış etmeye başladı.
32 yıl sonra görüntülerin hatırlanması ve anı bugün yeniden yaşamak. Eski bir deyişle her şeyin çorap söküğü gibi birbirini tamamladığı ardışık halini yazmaya çalışacağım.
TIKLAYIN- 1 Mayıs '77 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/ 1 Mayıs '77 ve Cezasızlık
12 Eylül'ün badirelerinin sıcaklığı henüz soğumadığı yıllarda 1984'te İstanbul’a geldim. Unkapanı’ndan yürüyerek Haliç’i geçerken işçi sınıfı tarihinin önemli dönüm noktası olan 15 -16 Haziran 1970’i tersanedeki gemilere bakarak hatırlamak başka bir duygu yüklüyor insana.
Tarlabaşı Bulvarı'ndan Taksim'e çıkmak için geçtiğim Ömer Hayyam durağını hiç unutmam. Çünkü 1989 İşçi Bayramı'nda buluşma noktamızdı.
1989
Türkiye’de 1989 Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile başladı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal‘la sona erdi. Dünya yeni yıla girdiğinde "Soğuk Savaş" halen hükmünü sürdürüyordu, yıla veda ederken Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) lideri Mihail Gorbaçov ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yeni başkanı George W. Bush. soğuk savaş dönemine son vermişlerdi.
Tabii ki Berlin Duvarı da yıkılmıştı.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla da SSCB’nin dağılmasına giden süreç de başladı. Sovyet Bloku cumhuriyetlerinde halklar Yugoslavya ve Romanya’daki rejim değişikliği talebiyle sokağa çıkan kitleleri izleyecekti.
Çin’de Tiananmen Meydanı'nda bir milyon insan özgürlük talebiyle haykırıyorlardı.
“Sosyalizm öldü” denmeye başlayan bu yılda darbe lideri Kenan Evren’i uğurlamaya hazırlanan Türkiye’de sağ bocalıyordu.
ANAP/ Özal
12 Eylül 1980 darbe liderlerinin ilk seçim için bir emekli generale kurdurdukları Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) beklenenin aksine seçimi alamadı, iktidar ANAP’ın oldu.
Kadroları bürokratlar ve bankacılardan oluşan ANAP, kendini dört eğilimin temsilcisi ve liberal olarak tanımlıyordu. Bu gelişmeler darbe sonrası siyasette ve toplumsal muhalefette yeni bir hareketliliğin habercisi niteliğinde idi.
Siyasi parti yöneticileri ve çok sayıda yurttaşa 1982 Anayasası ile getirilen siyasi yasaklar, Özal’ın karşı çıkmasına rağmen 6 Eylül 1987'deki halk oylamasında az farkla da olsa yasaklar kalktı.
Özal’ın “özgürlükçülüğü” de açığa çıkmıştı böylece. Emekçiler için acı reçete olarak tanımlanan 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı Turgut Özal, bu ekonomik programı silahların gölgesinde uygulama fırsatı buldu. Liberalleşme ve ekonomide istikrar vaat eden Özal’ın siyasi yasaklardaki tutumu kendini tartışmalı hale getirmişti.
Yerel seçimler
26 Mart 1989 yerel seçimleri adeta bu duruma cevaptı: Özal’ın partisi ANAP’ın oyları yüzde 21.8’de kaldı, oysa 1984 yerel seçimlerinde yüzde 41,5 ile birinci partiydi.
Bu kez, bu birincilik yüzde 28,7 ile yeni kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti SHP’deydi; belediye başkanlarının 652’sini, sekiz büyükşehir belediyesinden altısını (Adana, Ankara, Antep, İstanbul, İzmir, Kayseri) almıştı.
Süleyman Demirel başkanlığındaki Doğru Yol Partisi ise oylarını yüzde 13,2’den 25,1’e çıkardı.
Yönetenler
1 Mayıs 1989’da ANAP iktidardaydı, Turgut Özal başbakandı. Mustafa Kalemli, İçişleri Bakanı'ydı. Özal’ın 9 Kasım 1989’da Cumhurbaşkanı olmasıyla Yıldırım Akbulut Başbakan, Abdülkadir Aksu İçişleri Bakanı oldu, Oltan Sungurlu iki dönemde de Adalet Bakanı olarak yerini korudu.
İstanbul valisi Cahit Bayar, İstanbul Emniyet Müdürü de Hamdi Ardalı idi. Türkiye’de 54 milyon 19 bin, İstanbul’da 6 milyon 893 bin 700 kişi yaşıyordu.
Savaş
15 Ağustos 1984’te PKK’nin Eruh ve Şemdinli karakollarında baskınıyla başlayan, “bir avuç çapulcu” şeklinde değerlendirilen durum asker ölümleriyle kendini memleketin farklı yerlerinde hissettirmeye başlamıştı.
Sansür- Sürgün (SS) kararnameleriyle artık gazeteler beyaz lekelerle çıkacaklar, Doğu ve Güneydoğu'da Kürtler icabında başka bir yerde yaşamaya gönderileceklerdi, sürgün olacaklardı.
OHAL yönetimiyle birlikte Türkiye “iki anayasalı” bir hal aldı: Doğu başka, Batı başka.
Açlık grevleri, ölüm oruçları
Hapishanelerde, 1 Ağustos Genelgesi olarak adlandırılan tek tip giyinmeyi dayatan, baskıları artıran düzenlemelere mahpusların yanıtı açlık grevi, ölüm orucuydu.
Mahpusların direnişi sürerken dışarıda da hak savunucuları “genelge geri çekilsin” protestoları yapıyorlardı. Devletin buna yanıtı da saldırmak, gözaltına almak, tutuklamaktı.
Mesela, daha sonra “Siyahlı Kadınlar” olarak anılacak siyahlar girmiş kadınlar, Cağaloğlu’nda yere yatıp trafiği durdurmuştu. Siyahlı kadınlardan 11’i kendilerini Sağmalcılar Cezaevi’nde buldu.
Açlık grevi ve ölüm orucundaki mahpuslarda kritik haberler gelmeye başlayınca İstanbul Pera Palas’ta Aziz Nesin, Emil Galip Sandalcı, Mina Urgan, Rasih Nuri İleri ve Mehmet Ali Aybar iki günlük açlık greviyle devletin, memleketin ve dünyanın ilgisini hapishanelere çektiler.
Başörtüsü/türban
1989’da Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kanunundaki “başörtüsü”yle ilgili düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşır.
Anayasa Mahkemesi, YÖK Kanunu’ndaki “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar… Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir,” ilave hükmünü, Anayasa’ya aykırı bularak iptal eder.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce çıkan bu karar memleketin pek çok yerinde katılımlı mitinglerde protesto edilir.
Üniversiteler
1987 itibarıyla “Bahar eylemleri” sonrası üniversitelerde talepler yükseliyordu, öğrenci örgütlenmeleri başlamıştı.
“Üniversitelerde de harçlara karşı parasız eğitim”, “Tek tip öğrenci derneğine hayır”, “YÖK kaldırılsın”, “Disiplin düzenlemeleri/ uygulamalarına karşı” çıkmak ve daha fazla demokrasi talepleri yükseliyordu.
Sendikalar
12 Eylül darbecilerin kapatmadığı, darbecilerle uyumlu bir dönemin konfederasyonu olarak tarihte yerini alan TÜRK-İŞ tabandan gelen öfke patlamalarının gazını salon toplantıları ile geçiştirmeye çalıştı.
1980'lerin sonları TÜRK-İŞ'e bağlı bazı ilerici sendikaların demokrasi taleplerinin yükseldiği yıllar oldu. Mart/Nisan 1989'da 1 Mayıs öncesi Kamu Toplu İş Sözleşmelerinin tıkanması ve hükümetin uzlaşmaz tutumu üzerine “Bahar Eylemleri” başladı.
1 Mayıs'a doğru
Eylemler, “toplu halde viziteye çıkma, yalınayak yürüyüşler, topluca sakal bırakmak, saçları kazıtmak, servis araçlarına binmemek, boş tencerelerle gösteriler yapmak ve politikacılara topluca telgraf çekmek” gibi protestolarla uygulamaya konuldu.
İşçi sınıfındaki bu hareketlilik geleneğinde ve gündeminde hiçbir zaman olmayan 1 Mayısı hep geçiştirilirdi.
Bahar eylemlerinin rüzgarıyla 1989'da İstanbul'daki çeşitli sendikalar 1 Mayıs'ı kutlama kararı aldı. Petrol-İş, TÜMTİS, Deri-İş, Otomobil-İş, Laspetkim-İş, Kristal-İş, Hava-İş gibi sendikalardan tertip komitesi oluşturuldu.
Mecidiyeköy’den Abideye Hürriyet meydanına yürünecekti. Fakat daha sonra ilgili sendikaların başkanları 1 Mayıs’ı kutlamaktan vazgeçtiler. Siyasi iktidarın baskılarına dayanamayan sendikaların kararlarını değiştirdiklerini anlıyoruz.
Taksim’de
Sendikaların dışında devrimci gruplar, Taksim'de kutlama kararı almıştı.
*DİSK 12 Eylül Askeri Darbesi ile kapatılmıştı, bazı yöneticileri tutuklu idi. DİSK 19 Ocak 1992'de açıldı.
İstanbul Eğit-Der Şubesi'nde toplantı
Şu anda aramızda olmayan Av. Bülent Yüksek, İstanbul Şube başkanımızdı. O dönem yönetimde bulunan, A. Latif Epözdemir, Lütfü Eren, Ömer Aydın ve İsmail Sarıoğlu’ndan oluşan yöneticilerimizle birlikte 1 Mayıs gündemli toplantılarımızı yapmaya başlamıştık.
Emekli öğretmenlerin asil üye, çalışan öğretmenlerin fahri üye olduğu Eğit-Der kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesinde önemli bir görev üstlenmişti.
Temel sloganımız ise "Eğit-Der’den EĞİT-SEN’e grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı" talebi idi.12 Eylül darbesinin boğucu etkisi devam ediyordu. Binlerce devrimci cezaevlerinde tutuklu bulunuyordu.
Karar
Demokratik kitle örgütlerinin sayısı çok azdı. Aksaray’da bulunan Eğit-Der şubesi aynı zamanda devrimci grupların toplantı yaptığı, uğrayıp zaman geçirdikleri önemli mekânlardan biriydi. Bu atmosferde 1 Mayıs gündemli tartışmalar sonrasında 1 Mayıs’ı Taksim'de kutlama kararı aldık.
1 Mayıs’ta Taksim'e çıkma kararımızı gerçekleştirme şansımız çok azdı. Çünkü her yıl binlerce polisin ablukaya aldığı alanda çok güçlü bir kitle hareketi gelişmediği sürece alana ulaşmak mümkün değildi.
Bunu bütün eylemciler olarak biliyorduk. Burada mesele yasaklanan, yok sayılan 1 Mayıs’ı yeniden emekçilerin mücadele ve dayanışma günü olarak kabul ettirmekti.
Tarlabaşı’nda
Bazı gruplar Şişhane'de, biz de Tarlabaşı’nda Ömer Hayyam durağında buluşacaktık.
Kendi adıma çok heyecanlı ve tedirgindim, bir taraftan çalışan öğretmen olarak işini kaybetme riski, diğer taraftan polis şiddetine muarız kalacağımız kesin, bu durumları bilerek eylem noktasına ulaştım, adrenalimin yüksekliğini siz düşünün artık.
Körüklü otobüs durağa yaklaştı, ahali ile aşağıya indik. Durakta birbirini tanıyanlar olarak göz göze geldik, aynı anda yaşasın 1 Mayıs sloganını başlatacaktık ve nitekim öyle oldu.
Vuruldu
Gerisi malum, o dönem polis gaz sıkmıyordu. Fakat coplar çok sertti, kaba bir meydan dayağından kemik sesleri yükseldi. Sloganlarımız yerini tam sessizliğe bıraktı, ki Şişhane tarafından silah sesleri duyuldu.
Çok sayıda gözaltı gerçekleşti. Şişhane tarafından 1 Mayıs'a katılan 17 yaşındaki Mehmet Akif Dalcı'nın polisin açtığı ateş sonucu vurulduğunu duyduk, bir gün sonra da yaşamını yitirdiğini öğrendik.
Cenazede
4 Mayıs günü Mehmet Akif Dalcı için Zeytinburnu'nda düzenlenen cenaze törenini binlerce kişi katıldı, yine cenaze törenine polis saldırdı, çok sayıda insan gözaltına alındı.
Tanıdıklarının verdiği bilgiye göre evinde güvercin besleyen, onlara bakan, tertemiz, pırıl pırıl bir genç çocuktu Mehmet Akif.
20 yıl sonra
1989 1 Mayısı'nda devrimci öğretmen olarak katıldığım gösteriye, 20 yıl sonra 2009’da yüzbinlerce emekçiyi temsilen 1 Mayıs’ın arifesinde Şişhane'de Mehmet Akif Dalcı’nın anmasına katıldım.
DİSK, KESK ve çeşitli toplumsal örgütlerinin katıldığı anma etkinliğinde Dalcı'nın adının bulunduğu tabelayı bir ağaca çivilemiştik
"1 Mayıs 1989 - Mehmet Akif Dalcı'yı unutmadık, unutturmayacağız" yazılı tabela, daha sonraki günlerde yerinden sökülüp atılmıştı. Bildiğim tek şey işçi sınıfını yüreğinden söküp atma gücünüz hiç yetmeyecek. (SE/APK/YK)
Bu metin Etkiniz AB Programı kapsamında Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Bu yayının içeriğinden yalnızca "İPS İletişim Vakfı" sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |
1 Mayıs 1996/ Kadıköy
İşçi Dursun Odabaş 20 yaşında Kadıköy’de öldü/ Tuğçe Yılmaz
İşçi Hasan Albayrak 18 yaşında Kadıköy’de öldü/ Tuğçe Yılmaz
1 Mayıs 1989/ Mehmet Akif Dalcı
1989 yılı ve yılın 1 Mayıs günü Taksim'de/ Sami Evren
İşçi Mehmet Akif Dalcı 17 yaşında Taksim-Tarlabaşı'nda öldü/ Tuğçe Yılmaz
Dalcı'nın cenazesi: Polisin gazetecilere ve herkese ağır saldırısı/ Tuğçe Yılmaz
1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/Tuğçe Yılmaz
Sinema Emekçisi Rasim Elmas 41 Yaşında Taksim'de Öldü
İnşaat İşçisi Bayram Eyi 50 Yaşında Taksim'de
Öğretmen Bayram Çıtak 37 Yaşında Taksim'de Öldü
Liseli Jale Yeşilnil 17 Yaşında Taksim’de Öldü
Öğretmen Kenan Çatak 31 Yaşında Taksim'de Öldü
Öğretmen Ahmet Gözükara 33 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Hikmet Özkürkçü 39 yaşında Taksim’de öldü
Öğrenci-işçi Niyazi Darı 24 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Nazan Ünaldı 19 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Ömer Narman 31 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Ali Sidal 18 yaşında Taksim’de öldü
Hemşire Kıymet Kocamış 25 yaşında Taksim’de öldü
Tezgâhtar Kadir Balcı 35 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Hacer İpek Saman 24 yaşında Taksim'de öldü
İşçi Kahraman Alsancak 29 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hüseyin Kırkın 23 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Ercüment Gürkut 26 yaşında Taksim’de öldü
Polis Nazmi Arı 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mahmut Atilla Özbelen 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hasan Yıldırım 31 Yaşında Taksim’de Öldü
Seyyar Satıcı Hamdi Toka 35 yaşında Taksim’de öldü
Bekçi Mehmet Ali Genç 60 Yaşında Taksim’de Öldü
İşçi Ziya Baki 30 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mürtezim Oltulu 42 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Mustafa Elmas 33 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Sibel Açıkalın 18 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Diran Nigiz 34 yaşında Taksim’de öldü
1 Mayıs 1977 & Cezasızlık
Fehmi Işıklar: 1 Mayıs'77 12 Eylül için bir hazırlıktı
Kani Beko: “Katilleri bulamazsanız, şaibeyi ortadan kaldıramazsınız”
Süleyman Çelebi: "1 Mayıs 1977 Katliamı yapanların yanına kâr kaldı”
Emel Ataktürk: Haysiyet meselesi olarak hatırlamak ve cezasızlıkla mücadele
Nejla Kurul: Gerçekler neden ve kimlerce gizleniyor?
Tuğçe Yılmaz: 43 yıl önceki katliamın izini sürmek
Arzu Çerkezoğlu: Unutmamak, unutturmamak yaşamsal bir mücadele alanı
Tuğçe Yılmaz: Yargılanamayan 1 Mayıs 1977’nin mahkeme yılları