Yürüyen merdivenleri kullananlar genellikle son basamağa geldiğinde, doğal olarak ayaklarının uçuna bakar, sonra adımını atar. Metrodan çıktığınız durak Taksim Meydanı ise kendinizi sağlama aldıktan sonra başınızı kaldırdığınızda bitmek üzere olan cami inşaatını görürsünüz. Anıt ve Sular İdaresi (Maksem) sanki sizden daha uzak!
Meydandaki anıt
9 Ağustos 1928’de inşa edilen ve Taksim’e meydan özelliği kazandıran anıt, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya halktan bağış toplanarak İtalya’da yaptırıldı. 184 ton ağırlığındaki anıt Roma’dan İstanbul’a gemi ile taşındı. Anıtta dikkat çeken Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak bilinen ve az sayıda askeriyle Ekim Devrimi’ne yaptığı katkıyla tanınan Frunze’nin Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile aynı karede olması.
Meydanın sağı ve solu
Taksim Meydanı, adını Maksem’e (su deposuna) gelen suyu çevredeki çeşmelere ve diğer yerlere taksim edilmesinden aldı. Su dağıtımının idare edildiği merkez olması nedeniyle de Sular İdaresi olarak bilinir. Hafızamızdaki yeri ise 1977 1 Mayıs katliamında kitlelerin üzerine ilk ateş edilen yer olması. Sırtınızı Sular İdaresi’ne dönmeden önce sol tarafa bakarsanız, Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’ni görürsünüz (Ayia Trias Kilisesi olarak da bilinir). Bizans mimarisi ile modern mimarinin bir kompozisyonu biçiminde projelendirilmiştir. Yine Taksim’den İstiklal Caddesi’nin girişinde sağ tarafta, yeni yapılan caminin hemen yanında, Surp Ohan Voskiperan Ermeni Katolik Kilisesi bulunuyor. Kiliselerin etrafı plansız yapılarla adeta örtülmek istenmiş gibidir. Şimdi ise caminin gölgesinde bırakılmış durumdalar.
Atatürk Kültür Merkezi
Yapımı devam eden caminin tam karşısında, eskiden Atatürk Kültür Merkezi (AKM) vardı. Son hatırladığımız halinde, Gezi eylemleri sürecinde binanın ön yüzünde rengarenk pankartlar, Deniz, Mahir ve devrimci önderlerin posterleri ve büyükçe “Boyun Eğmeyeceğiz” pankartı asılmıştı. Bütün itirazlara rağmen AKM yıkıldı. Opera, bale, tiyatro gibi sanatlara ev sahipliği yapan bu mekân “yenisi” yapılmak üzere şimdilik yok.
27 Kasım 1970’te, o zamanki adı İstanbul Kültür Sarayı yakılmıştı. 1973 Atatürk Kültür Merkezi adını aldı. Gerçi AKM’nin ancak 6 Ekim 1978’de açılabildi. Bu yangının devletin deriniyle mi, yoksa İslamcı hareketlerin azmettirmesiyle mi gerçekleşti, hiçbir zaman açığa çıkmadı. Bilinen tek şey arka planında bir rejim hesaplaşmasının olduğu.
Amele Bayramı'ndan Kanlı Pazar'a
Bir Pazar günü devrimci üniversiteli gençler 6. Filo’nun İstanbul’a gelişini protesto etmek için toplandılar, üniversite öğrencilerinin 16 Şubat 1969’daki eylemine Taksim Meydanı’nda sağcıların saldırması sonucu iki kişinin öldüğü ve 200 kişinin yaralandığı olay yaşandı. Ve tarihe “Kanlı Pazar” notu düşüldü. Saldıranlar, tekbirler eşliğinde göstericilerden Ali Turgut Aytaç’ı ve Duran Erdoğan’ı bıçaklayarak öldürdü. Böylelikle Taksim Meydanı kanlı bir Pazar gününe şahitlik etti. Yıllar sonra ilk kitlesel 1 Mayıs kutlaması, 1976’da Taksim Meydanı’nda gerçekleşti. 1 Mayıs, üretenlerin yönetenlere karşı eşzamanlı olarak dünyanın her yerinde politik gösterilere dönüşmesi, tarihsel olarak kapitalist devletleri her zaman tedirgin etmiştir. İşçi ve devrimci örgütler ve sosyalistler ile devletler arasında var olan çelişkinin çatışmaya dönüştüğü gün, hep 1 Mayıs olmuştur. Türkiye emekçileri 1923’te resmen “Amele Bayramı” olarak ilan edilen 1 Mayıs’ın kitlesel bir halde kutlanabilmesi için yaklaşık 50 yıl kadar bekledi.
Meydandaki ilk kitlesel 1 Mayıs
İlk kitlesel 1 Mayıs kutlaması, 1976’da Taksim Meydanı’nda gerçekleşti. DİSK’in öncülüğünde gerçekleşen 1976 1 Mayısı’na 150 bin kişi katılmıştı. İşçi sınıfının ve sosyalist hareketlerin moral bulduğu 1 Mayıs, toplumsal muhalefeti umutlandırırken sistemi ve devleti tedirgin etti. Bu moralle 1977 1 Mayısı’na hazırlanıldı. İki kutuplu dünyada, Türkiye tarihinin en gergin ve çatışmalı siyasal ortamında, 500 bin emekçi meydanı doldurdu. Provokasyona açık olan 1977 1 Mayısı katliamla sonuçlandı. Resmi kayıtlara göre 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, beş kişi vurulma nedeniyle, bir kişi ise panzer altında kalarak yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. Kazancı Yokuşu sayısı hala netleştirilemeyen 40’tan fazla emekçiye mezar oldu. Katliamdan sonra 1978’in 1 Mayıs’ı meydanda yapılan son 1 Mayıs oldu. 1979’da Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Mayıs’ı yasakladı.
Evren, Taksim'de
12 Eylül darbesine uzanacak olan yolun ilk taşları Taksim Meydanı’ndan döşenmeye başlamıştı. 16 Mart katliamı, bazı kişilere gönderilen bombalı paketler, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’da devlet destekli planlı faşist saldırılar, Fatsa operasyonu, Abdi İpekçi suikastı ve yüzlerce cinayet sonrasında darbeci generaller yönetime el koydu. Cuntacı General Kenan Evren, 4 Kasım 1982'de dönemin devlet başkanı olarak Taksim’e çıktı. Kürsüsü AKM’nin önüne kuruldu: "Ya ya ya şa şa şa Evren Paşa çok yaşa!" çığırtkanlıkları arasında paşa kürsüye çıktı. İlk sözü, “Her taraf Türk bayraklarıyla donatılacağına kızıl bayraklarla donatıldı”. “Eğer 12 Eylül harekatı yapılmasa veya onlar bu harekatı yapıp muvaffak olsalardı bu meydanın ismi Kızıl Meydan olacaktı” oldu.
Kazancı Yokuşu
Meydan yıllarca 1 Mayıs gösterilerine yasaklandı. Uzun mücadeleler sonunda 32 yıl sonra 2010’da 1 Mayıs tekrar Taksim’de kutlandı. Yasaklı yıllarda Taralabaşı’ndan Sular İdaresi’nin yanına kadar tek başına yürür, oranının müdavimleri olan çiçekçilerden karanfil alır, sonrada Kazancı Yokuşu’na yönelirdim. Yıllar sonra içi boşaltılmış AKM’nin önünde kurulmuş kürsü, yüz binlerce emekçi ve 1 Mayıs’ın simgesi olmuş zincirli işçi posterinin önünde ilk konuşmayı yapacağımı hayal bile edemezdim. Ne zaman yokuşa yaklaşsam Zeki Müren’in “Kazancı Yokuşu” şiirini hatırlarım: “O yokuş baharda da ıslaktır güzde de kayan kendi ayağın düştüğün kendi kaldırımın o yokuşta niceleri neler diler o yokuşta gün ışırken çöp tenekeleri ve yalnız kediler...’’
Ve biz, yıllardır çöp tenekelerinin neredeyse yanında, bankamatiğinin önünde, katliama neden olan o zamanki adı Intercontinental Oteli'nin (Bugün The Marmara Oteli) üst katlarından da ateş açılan binanın yanı başına, karanfil bırakarak arkadaşlarımızı hak etmedikleri bir mekanda anmayı kanıksamış durumdayız. İşçi sınıfı tarihi ve yaşamını kaybeden insanlarımız bunu hak etmiyor. Bu duruma hep itiraz ettim. 2010 1 Mayıs’ı öncesi DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile birlikte Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile görüştük, meydana bir anıtın yapılması için girişimde bulunduk. Belediye Başkanı konunun kendisini aştığını söyledi. Daha sonra katledilen insanlarımızın isimlerinin yazılı olduğu levayı Kazancı Yokuşu’nda anma yapılan kaldırıma monte ettik, bir gün sonra malum kişiler tarafından sökülüp atıldı. Sendikaların, sosyalist hareketlerin, demokratik kamuoyunun bu konu üzerinde çok durduğu da söylenemez.
Simge anıt gerekli
Profesör Mete Tunçay, Taksim Meydanı’nı, yaklaşık 200 yıldır Türkiye’de varlığını sürdüren üç siyasal akımın etkileriyle, kırılma yaşadığı ve birbirleriyle çatıştığı bir alan olarak değerlendiriyor. Bu akımlarını İslamcı, Pozitivist-Batıcı ve Sosyalist olarak tanımlıyor. Taksim Meydanı’nı derin devletinde dahil olduğu “er meydanı” olarak tanımlıyor. Taksim’de Gezi direnişiyle engellenen Topçu Kışlası ve belirsizliğini koruyan AKM’nin durumunun, önümüzdeki siyasal atmosferde nereye evrileceğini hep birlikte göreceğiz. Son yerel seçimler sonrası İstanbul Büyük Şehir Belediyesi seçimlerini muhalefetin kazanması, siyasi iktidarın şehir üzerindeki hâkimiyetinde sendelemelere neden oldu. “Külliye” rejiminin hız kesmeden muhalefeti dağıtma, otoritesini mutlaklaştırma çalışmaları devam ederken, yerel seçimi kaybetmesi nedeniyle betonlaştırdığı Taksim Meydanı temayülü ortada kalmış durumda. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Taksim’de yeni bir düzenlemenin olacağını açıkladı. Elbette ki bu düzenleme kentin vicdanını yansıtacaksa, Gezi parkı ekolojisinin güçlendirilmesi, kültür faşizmine yol açan düzenlemelerden uzak durulması, yok sayılan tarihsel hafızanın meydana yansıtılması gerekiyor. Bianet’in yapmış olduğu çağrı ile 1 Mayıs 1977'de öldürülen 41 emekçinin yakınlarına ulaşılması, yaşamını kaybedenlerin hikâyelerini gazetecilik örneğiyle araştırılması, sınıfın hafızasına çok önemli bir katkıdır. Nadire Mater’in çabaları ve Tuğçe Yılmaz tarafından yazılarak tarihsel bir sorumluluğun yerine getirilmesi nedeni ile işçi sınıfının teşekkürünü hak ettiklerini düşünüyorum. Şimdi sıra başta DİSK ve sendikalar olmak üzere tüm demokratik kamuoyunun İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne bir çağrı yaparak Kazancı Yokuşu’nda katledilen 41 emekçinin simgelendiği anıtın yapılması talebinde bulunmasında. Karanfillerimizin kirlenmeden konulabileceği birkaç metre karelik bir mekânın ayrılmasını toplumsal tarihin hak ettiğini düşünüyorum.
Ermeni mezarlığı
Meydandan Şişli tarafına yönelirseniz, onlarca defa basın bildirisini okuduğumuz Gezi Parkı merdivenlerine ulaşırsınız. Merdivenleri çıkarken basamakların mezar taşlarından yapıldığı bilince, bir tuhaflık oluşuyor insanda. 1939 tamamen istimlak edilen Surp Agop Ermeni Mezarlığı ve bu alanda bulunan Surp Krikor Lusavoric Kilisesi’nden geriye hiçbir iz kalmadı. Mezarlığın büyük bir bölümüne binalar yapıldı, bir kısmı park olarak kaldı, kilisenin ve mezarların taşları ise merdivenlerde kullanıldı. Bir tarihten geriye kalan, geçmişi bilinmeyen mermer basamaklar… 1 Mayıs katliamında kaybettiklerimizin isimleri şimdiden unutulmaya başladı. Sahip çıkmazsak, unutturacaklar. Her şey meydanda…
(NÖ)