Görsel: Kadınlar Dünyası dergisi yazarları
Çok uzun süredir Londra Üniversitesi, Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda çalışmakta olan Deniz Kandiyoti’nin araştırmalarında dikkat çeken önemli bir özellik kadının durumu konusundaki çalışırken Ortadoğu ülkeleri, Güney Asya ülkeleri, Afrika ve Çin’i karşılaştırmasıdır. Zaten Kandiyoti’nin araştırmalarının başlangıç noktası Batılı araştırmacıların Ortadoğu ülkelerini ele alırken bu ülkeler arasındaki farklılıklara karşı olan körlüğüdür.
Kandiyoti Batı’daki araştırmalarda Müslüman toplumlar ya da Ortadoğu toplumları gibi homojenlik izlenimi verecek kavramlar kullanılmasından rahatsız olur ve bu ülkelerde kadınların konumunu anlamada İslam’ın tek ve yeknesak bir kategori olarak kullanılmasının yeterli olmadığını savunur.
Kandiyoti, Ortadoğu’daki ülkelerdeki kadınların konumlarındaki farklılıkları anlamada söz konusu ülkelerin sömürgecilik deneyimleri, bağımsızlık sonrası devlet kuruluşları, milliyetçilik tarihlerinin etkili olduğunu tartışır:
“İster sömürgecilik sonrası kurulmuş bağımsız ülkeler (Cezayir ve Pakistan gibi) isterse yerel hanedanların çöküşünden sonra ortaya çıkan devletler olsun (İran ve Türkiye gibi), İslam’ın devlet politikalarını belirlemedeki etkinliği ve siyasi rolü, yerel milliyetçilik akımlarının niteliği ve bunların yarattığı devlet biçimleriyle çok yakından ilgiliydi.
Devletlerin kuruluş projelerinde İslam’ın konumu ise, kadınları yakından ilgilendiren aile ve medeni hukuk alanlarının nasıl şekilleneceğini etkiliyordu. Dolayısıyla, Müslüman toplumların devlet tarihleri kadın hakları alanında büyük farklılıkların ortaya çıkmasına sebep oluyordu.” [1]
Kandiyoti’den bir yıl kadar sonra 1988 yılında, doktorasını Birleşik Devletler’de yapan Hindistanlı bir feminist olan Mohanty, ‘Under Western Eyes: Feminist Scholarship and Colonial Discourses’ isimli yazısında monolitik “Üçüncü Dünya Kadını” kavramını eleştirdi. Kandiyoti’nin başlangıç noktası Ortadoğu’daki ülkelerin Müslüman ülkeler ya da Ortadoğu ülkeleri şeklinde homojen bir kategori olarak kullanılmasına itiraz etmesiydi. Kandiyoti’nin araştırma ilgileri ve odağı bu homojenleştiriciye kategoriye olan itirazın arkasında bu ülkelerin kadınları arasındaki farklılıkların tanınmasının olduğu göstermektedir. Mohanty’nin başlangıç noktası ise doğrudan “Üçüncü Dünya kadını” kavramına karşı çıkıştır. Mohanty de bu kavramın homojenleştirici yönüne itiraz etmekteydi. Mohanty analiz ettiği feminist yazının “Üçüncü Dünya”da yaşayan kadınlar arasındaki maddi ve tarihsel farklılıkları söylemsel olarak kolonize etmekle suçladı ve bu durumun etkilerini sorunsallaştırdı:[2]
“‘Cinsel farkın’ tekil ve monolitik bir artaerkillik ya da erkek egemenliği kavramı biçiminde analizi, benzer olarak indirgemeci ve homojenleştirici bir ‘üçüncü-dünya farkı’ ─ açıkçası bu ülkelerdeki kadınların hepsini olmasa da çoğunu açıkça baskı altına alan ezen süreğen, tarih dışı ─ inşasına götürür.”[3]
Mohanty’nin argümanı Kandiyoti’ninkiyle karşılaştırıldığında daha doğrudan kadınlarla ilgili kategorileri hedef almaktadır. Ama yukarıda görüldüğü gibi o da tek tip, evrensel bir ataerkilliğe inanmamaktadır. Hatta bu tür bir ataerkillik kavramının baskıcılığına vurgu yapar. Burada Kandiyoti’nin argümanıyla Mohanty’nin argümanı arasındaki devamlılığı açığa çıkarmak ve vurgulamak istiyorum.
Bu çerçevede Kandiyoti, Türkiye örneğinde devlet tarihinin ve milliyetçiliğinin İslam’ın rolünü nasıl etkilediğini şöyle anlatmaktadır:
“Laikleşme sürecinin en ileri boyutlarda gerçekleştiği Türkiye’de farklı etnik toplulukları barındıran Osmanlı İmparatorluğu’ndan Anadolu odaklı ulus devletine geçiş, Kemalist laik cumhuriyetçilikte doruğa çıkan kültürel milliyetçilik ve İslam arasında giderek artan bir farklılaşmayı içermiştir. İlk ifadesini, İkinci Meşrutiyet Dönemi’ndeki (1908–1918) Türkçülük akımında bulan Türk milliyetçiliği, Batılılaşma ve İslam kavramları arasında sıkışıp kalan kadın özgürlüğü tartışmalarına yeni öğeler katmıştır. Kültürel milliyetçilik, çekirdek ve tek eşli aile yapısındaki evli eşlerin eşitliği gibi Batı’ya atfedilebilecek birçok özelliği yerel Türl kültürüne özgü örüntüler kendisine mal etmeye başlamıştır. Ancak asıl kopuş, yalnızca halifeliği ortadan kaldırarak toplumsal yaşamı laikleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda ülkenin “Türklük” ulusal bilincinin yükseltilmesi için ümmet bağlarının kopmasın pahasına gerekli yasaları yürürlüğe koyan Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirilmiştir. Latin alfabesine geçiş, yeni giyim yasası ve İslamiyet öncesi dönemin mirasına önem vererek, Türk tarihinin yeniden yorumlanması, yeni devletin hizmetindeki ideolojik seferberliğin öğeleridir. (…) Dolayısıyla 1926’da laik Medeni Kanun’un uygulamaya konulması ile 1934’te kadınlara yurttaşlık haklarının verilmesi, Osmanlı Devleti’nin teokratik kurumlarının tasfiye edilip, Cumhuriyetçi “yurttaşlık” kavramının oluşturulmasına yönelik geniş çaplı mücadelenin parçalarıdır.”[4]
Kandiyoti yukarıdaki alıntıda gösterildiği gibi Türk milliyetçiliğinin İslam’ın yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’ndeki rolünü nasıl belirlediğini, devlet tarihinin İslam’ın yerini şekillendirdiğini ve bu durumun da kadınların toplumdaki durumları üzerinde etkisi olduğunu vurgulamaktadır. Kandiyoti, Ortadoğu ve Güney Asya’daki ulus-devletlerde de milliyetçilik, devlet tarihi, İslam ve kadın hakları arasındaki ilişkilere bakmaktadır.
Diğer ülkelere burada yer verilmeyecektir fakat Kandiyoti’nin araştırmalarının, bu ülkelerde kadınların durumunu anlamada İslam’ın homojen bir kategori olarak kullanmasının yetersizliklerini vurgulayıp buna da ek olarak bu ülkeler arasındaki özellikle kadın hakları açısından farklılıkları ve bu farklılıkların nedenlerini açığa çıkardığını bilmek önemlidir. İslam’ın farklı ülkelerdeki rolüyle ilgili bu durumunun yanı sıra Kandiyoti, İslam ve klasik ataerkillik pratikliklerinin de birbirine karıştırıldığını; bunun da çoğu zaman bu ikisi arasında bir coğrafi üst üste binme olmasından kaynaklandığını belirtir.
Kandiyoti’nin bir diğer önemli katkısı ise monolitik ve soyut bir şekilde kullanılmakta olan ataerkil kavramını kadınların kullandıkları direnme stratejilerine bakarak çeşitliliğini görmek oldu.[5] Kandiyoti, Sahra-altı Afrika’sındaki Müslüman toplumlarında farklı kadın denetleme biçimleri olduğunu gördü.
Sahra-altı Afrika’sındaki tarımsal kalkınma projelerinde kadınlarla ilgili araştırmalarda kadınların emeğinin erkeklerin rezervinde gibi algılanmasının pratikte sorunlar yarattığı görülüyordu. Mesela Kenya’da kadınlar, tarlalarından mahrum bırakıldıkları ve erkeklerin kazançlarında da söz sahibi olmadıkları için toplu olarak kocalarını terk etmişler.[6] Gambia’da da pirinç yetiştirenler kadınlarken ve kadınlar ve erkeklerin tarlalarda ayrı ayrı çalışmaları ve kendi ürünlerinin sahibi olmaları bir gelenekken, kredi erkeklere verilmiş. Burada erkekler kadınlara çalışmaları için ücret vermek ayrıca da tarlalardan da pay vermek zorunda kalmışlar.[7] Kandiyoti Sahra-altı Afrika’sındaki ataerkillik modeli hakkında şunları söyler:
“Kısacası, Afrika’daki çok eşliliğin kadınlar için yarattığı güvencesizlik, genişletmek için açıkça uğraştıkları göreli özgürlük alanlarıyla dengeleniyor. Erkeklerin karılarına bakma yükümlülükleri bazı durumlarda kural olsa bile, gerçekte göreli olarak düşük. Tipik olarak kocasından farklı derecelerde destek alsa da, eğitim masrafları da dahil olmak üzere çocuklarının ve kendisinin geçiminin esas sorumlusu kadın. Kocalarına tümüyle bağlı olmakla kadınların kaybedeceği çok, kazanacakları az şey var ve dengeyi sürdürmeye uğraştıkları hassas dengeyi bozan projelere haklı olarak direniyorlar.”[8]
En açık örnekleri Kuzey Afrika’da, Müslüman Ortadoğu’da (Türkiye dâhil), Güney ve Doğu Asya’da bulunan klasik ataerkilliğin özelliklerini ise Kandiyoti şöyle özetler:
“Klasik ataerkillik altında kızlar, çok küçük yaşta, başında kayınpederlerinin olduğu haneye evlilik yoluyla verilirler. Orada bu kızlar yalnızca bütün erkekler tarafından değil, kendilerinden daha yaşlı olan kadınlar, özellikle de kayınvalideleri tarafından ezilirler. Bu evliliğin kızların kendi akraba gruplarından tamamen kopmasına ve tecrit ve güçlüklerle karşılaşmalarına ne ölçüde yol açacağı, evlilik uygulamasındaki akraba içi evlilik derecesiyle ilişkilidir. (…)
Klasik ataerkillikte ister başlık parası ister drahoma yaygın olsun, kaıdnlar babanın mirası üzerinde hiçbir hak iddia edemezler. (…) Ortadoğu’da kadınların, özellikle de kentli orta veya üst sınıflardansa, kendi mülklerine sahip olabildikleri ve bu mülkü denetleyebildikleri yolunda tarihsel kaynaklar vardır. (…)
Atasoylu geniş ailedeki kadının hayat döngüsünde, genç bir gelin olarak yaşadığı zorluklar ve yoksunluklar, kendi gelinlerinin üzerinde kuracağı denetim ve otoriteyle yer değiştirir. Menopoz yaşını geçmiş güçlü bir matriark, bu nedenle bu ataerkillik madalyonunun öteki yüzüdür. Kadınların iktidarının döngüsel doğası ve yaşlı kadınların otoritesinin devaralınacağı beklentisi, ataerkilliğin bu biçiminin kadınlar tarafından içselleştirilmesini destekler. Erkeklere boyun eğmek, yaşlı kadınların genç olanlar üzerindeki denetimiyle dengelenir.[9]”
Yani bu özgül durumlar literatürdeki soyut ve zamandışı ataerkillik kavramından memnun olmayan Kandiyoti’nin farklı ataerkillikleri tanımasına ve ataerkil pazarlıklar kavramını geliştirmesine yol açtı. Kandiyoti ataerkil pazarlıklar kavramını ise kısaca şöyle açıklar:
“Aslında bu kavram çok basit bir mantığa dayanıyordu; kadınların haklarını savunmak için benimsedikleri yollar bir ölçüde içinde bulundukları sistemin mantığıyla açıklanabilirdi.
Bütün egemenlik sistemlerinde olduğu gibi erkek egemenlik sistemlerinin de hem koruyucu, hem baskıcı öğeleri vardır ve her sistem içinde kadınların da kendi güç ve özerklik kaynakları mevcuttur. Dolayısıyla onları eziyormuş gibi görünen sistemlere kadınlar da erkek kadar bağlı olabilir. Ancak “ataerkil pazarlık”lar birtakım karşılıklı beklentilerin yerine getirileceği varsayımına dayanır ve bu beklentilerin niteliği toplumdan topluma değişebilir. Örneğin Afrika poligamisinde erkeğin karısının ve çocuklarının bakımından maddi olarak tam sorumlu olması beklentisi yoktur; buna karşılık kadına ait ayrı gelir getiren bir iş alanı vardır ve bu alan üzerinde erkek hak iddia edemez. Kadınların mekânda tecrit edildiği ve ev dışındaki hareketliliğinin sınırlandığı Ortadoğu ve Güney Asya toplumlarında ise erkeğin ailenin maddi ihtiyaçlarını tamamen karşılaması beklentisi vardır.”[10]
Kandiyoti, kadınların direnme ve boğun eğme stratejileri üzerinden Sahra-altı Afrikası ve Ortadoğu ile Güney Asya’daki Müslüman toplumlardaki kadın denetleme biçimlerini karşılaştırarak İslam’ın uzanımındaki ataerkillik biçimlerine ışık tuttu. Farklı ataterkillik biçimlerindeki kadın ve erkek arasındaki pazarlıkların dönemin tarihsel koşullarından, ayrıca sınıf ve etnik kast durumundan etkilendiğini ve değişebilirliğini gösterdi.[11] “Bu ataerkil pazarlıklar kadınların cinsiyetlenmiş öznelliklerin biçimlenmesinde güçlü bir etki uygularlar ve farklı bağlamlarda toplumsal cinsiyet ideolojisinin doğasını belirlerler.
Ayrıca kadınların baskı karşısında hem potansiyelini hem de aktif ve pasif direnişinin belli biçimlerini etkilerler.”[12] Kandiyoti, klasik ataterkilliğin “yeni piyasa güçleri, kırsal kesimde kapitalistleşme ve ekonomik marjinalleştirilme ve yoksullaşma süreçlerinin etkisi altında”[13] çökmekte olduğunu söylemektedir.
(FFT/EMK)
[1] Deniz Kandiyoti, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, s.11, 1997, Metis Yayınları.
[2] Chandra Talpade Mohanty, “Under Western Eyes: Feminist Scholarship and Colonial Discourses”, 1988, p. 51, in Feminist Review, no. 30.
[3] a.e. p. 51.
[4] Deniz Kandiyoti, “Kadın, İslam ve Devlet: Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım”, s.88, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, 1997, Metis Yayınları.
[5] Deniz Kandiyoti, “Bargaining with Patriarchy”, Gender & Society, Vol. 2, No. 3 Sep. 1988, p. 275.
[6] Deniz Kandiyoti, İslam ve Ataerkillik: Karşılaştırmalı bir Perspektif, s. 122, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, 1997, Metis Yayınları, p. 115.
[7] a.e., s. 116.
[8] a.e., s. 116.
[9] a.e., s. 120-121-122.
[10] Deniz Kandiyoti, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, 1997, Metis Yayınları, s. 13.
[11] Deniz Kandiyoti, İslam ve Ataerkillik: Karşılaştırmalı bir Perspektif, s. 122, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar. Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, 1997, Metis Yayınları.
[12] Deniz Kandiyoti, “Bargaining with Patriarchy”, Gender & Society, Vol. 2 No. 3, September 1988, p. 275.
[13] Deniz Kandiyoti, 1997, a.g. e., p. 125.