Tarih araştırmalarında görülen yeni eğilimlerden olan sözlü tarih, klasik tarih anlayışlarına alternatif olmanın ötesinde tarihin daha iyi anlaşılması için yeni fırsatlar sunan bir yöntem. Sözlü tarih, halkın resmî kayıtlara girmeyen sözlerini, görüşlerini tarihe katmanın ötesinde, daha önce belge tarihçiliğinin yaratmış olduğu kimi mitleri yıkmaya da yardımcı olmakta. Evrak tarihçiliği üzerinden geçmişi istediği şekilde okumak isteyen egemen otoritelere karşı da bir alternatif alan. Özellikle ‘soykırım’ ve ‘sürgün’ gibi tartışmalı konularda, disiplinler arası iş birliğe başvurarak sosyoloji, antropoloji ve psikoloji gibi beşeri bilimlerin tüm imkânlarından yararlanması sözlü tarih çalışmalarını daha da değerli kılıyor.
Paul Thompson, sözlü tarihi incelediği “Geçmişin Sesi” adlı eserinde sözlü tarih hakkında; “Sözlü tarih hayatı tarihin içine sokar. Kahramanlarını sadece liderler arasından değil, çoğunluğu oluşturan ve o ana kadar bilinmeyen insanlar arasından seçer. Toplumsal sınıflar ve nesiller arasındaki bağlantıyı, dolayısıyla anlayışı sağlar. Ortak anlamları ortaya çıkararak tarihçiye ve sıradan insanlara bir mekâna ya da zamana ilişkin aidiyet duygusu kazandırabilir. Sözlü tarih, tarihin kabul edilmiş mitlerini ve baskın yargılarını yeniden değerlendirme, tarihin toplumsal anlamını kökten dönüştürme aracıdır. İnsanlara tarihlerini kendi sözleriyle geri verir. Onlara geçmişi verirken, geleceği kurmak için de yol gösterir” [1] Şeklinde ifade etmekteydi.
Çerkes Soykırım ve Sürgününden günümüze kadar geçen süreçte yaşananların insani, toplumsal ve siyasi boyutları sonraki nesillerde ne tür izler bıraktığı, bu izlerin günümüze yansımaları nasıldı ve günümüz Çerkes toplumu geçmişle nasıl ilişkilenmekteydi, soruları tam da bu noktada önemliydi. Görüşmeler yapmaya başladığımda en çok merak ettiğim ‘Soykırım’ anlatısının Çerkeslerin hafızasında nasıl algılandığı, nasıl hatırlandığı ya da hatırlanmak istemediğiydi.
90’ların sonlarında, 1864 Çerkes Soykırımına dair anlatıların kimilerinin hafızasında korunduğunu, kimilerinin ise ‘hatırlamıyorum’ diyerek bu konuya dair konuşmak istemediğini fark etmiştim. Soykırıma dair ‘Hatırlamıyorum!’ cevabı da en az hatırlamak kadar değerli bir veriydi. ‘Hatırlamıyorum’ kimi görüşmeciler için ‘konuşmak istemiyorum’ da demekti, bazı görüşmeciler ise bu konuda hafızalarında hiçbir bilgi olmadığı konusunda ısrarcıydı. ‘Niçin seçerek unuturuz?’[2] sorusunu soran H. Neşe Özgen, neyi, nasıl ve neden hatırlarız sorularıyla hafıza ile sorumluluk alanlarımız arasındaki ilişkiye vurgu yapıyordu.
Hatıraların başta anlatan kişi olmak üzere, başkalarını da üzecek olması, hatta savaşı kaybetmiş ve ülkesinden sürülmüş bir halk olarak Çerkesleri yaralayacak olması endişesi birçok görüşmecide vardı. Tam da bu noktada, ‘seçerek unutma eylemi’, kimi zaman hatıraların gizlenmesi noktasında, görüşmecilerin sığındıkları bir liman gibi karşımıza çıkmaktaydı. ‘Kim Konuşuyor?’[3] sorusuna da değinen H. Neşe Özgen, konuya tanıklık eden görüşmecilerin sadece bir tanık mı yoksa olaydan zarar görmüş bir taraf mı ya da olayın müsebbibi olan diğer taraftan mı geldiğinin önemine değinmekteydi.
Üzerinden 160 yıl geçtikten sonra Çerkes Soykırımının nesiller arasında nasıl anlatıldığı, aktarılıp aktarılmadığı da önemli bir veriydi. Bazı bölgelerde bu büyük acı ve felakete dair veriler neredeyse yok olmuşken, Çerkeslerin daha kalabalık topluluklar halinde yaşadıkları yerlerde hatıralar da daha canlıydı. Bununla birlikte diasporanın farklı birçok bölgesinde soykırım ifadesinin 2000’lerden sonra yaygınlaştığı da bir gerçekti. İnternet sayesinde sınırları aşan bilgi akışı Çerkeslerde terminolojik bir değişime de sebep olacak; Hicret-Göç-Kafkas ifadeleri yerini Soykırım-Sürgün-Çerkes ifadelerine bırakacaktı.
2000 öncesi görüştüğüm insanların bazılarının bizzat büyükbaba ve büyükanneleri 1864 Sürgünü yaşamışlardı. Sürgüne tanıklık edenlerin çoğu 1950’lerin sonlarında vefat etmiş olsa da çocukları, torunları bu hikâyelerle büyümüşlerdi. O dönem anlatılarında büyük felaket ve acı temalarına yer verilse de anlatıcının zihninde netleşmeyen kısımlar ve kopukluklar olduğu da düşünülüyordu. Oysa son yıllarda şahit olunan şiddet sarmalı, bugün Çerkesler dahil olmak üzere soykırım mağduru halkları kendi karanlık geçmişleriyle yüzleşmeye çağırıyor.
1864 Çerkes Soykırımını unutmayı tercih edersek, bugün Gazze’de şahit olduğumuz katliamı anlayamaz, bunun daha önce yaşanmış soykırımların artçısı olduğunu da göremeyiz. Gazze’yi, Ukrayna’yı, Suriye’yi, Sincar’ı, Myanmar’ı, Ruanda’yı, Bosna’yı ve Güney Afrika’yı da bu şiddet sarmalının ayrılmaz parçaları olduğunu her daim hatırlamalı ve adalet arayışından vazgeçmemeliyiz.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle kendi geçmişlerinde bir yolculuğa çıkan Çerkesler, bu süreçte Kafkasya’nın işgalini yeniden hatırlamış ve bu hatırlama beraberinde soykırım tartışmalarının da sonunu getirmişti. Kimi Çerkes önde gelenlerinin ‘soykırım’ yerine sürgünü önceleyen politik tavırları, yaşanan olaylar neticesinde ciddi bir taraftar kaybına uğramıştı. Ukrayna, İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve on binlerce insanı canlı yayında öldürmesi ile gündemden düşerken, soykırım tanıklığı ve soykırımla yüzleşme pratikleri de yeni bir boyut kazanacaktı.
Hatırlamak ve aidiyet ilişkisi kurmak, sözlü tarih görüşmelerinde hatıralarını paylaşan kişinin yaşanmışlıklarını anlama noktasında önemli bir adımdı, bu bireylerin yaşanmışlıklarını merkeze alan bir yaklaşımı benimsemeye götürüyordu.[4] Günümüzde süregelen savaşlar, işgal ve katliamlar soykırım mağduru topluluklarda kendi geçmişi ile bağ kurma ve toplumsal hafızasıyla aidiyet ilişkisini güçlendirmelerine sebep oldu.
Eleştirel tarih ve yüzleşme edebiyatına daha çok gereksinim duyacağımız bir dönemden geçiyoruz. Umalım ki sosyal bilimlerin farklı birçok alanında bu konuda yazılacak tezler ve makalelerin sayısı artsın, geçmiş ama acısı dinmemiş büyük felaketler yeni soykırımların yaşanmasının önüne geçsin.(EA/AÖ)
[1] Thompson, Paul, Geçmişin Sesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999
[2] Havva Neşe Özgen, Seçici Unutmanın Tanıklıkları, Kuşaklar, Deneyimler, Tanıklıklar, Türkiye’de Sözlü Tarih Çalışmaları Konferansı, 182.
[3] A.g.e., 197.
[4] Esen Egemen Özbek, Yunus Doğan Telliel, 68’li Olmak: Hatırlamak ve Aidiyet, Kuşaklar, Deneyimler, Tanıklıklar, Türkiye’de Sözlü Tarih Çalışmaları Konferansı, 245.