18 Ağustos ’92 cehenneminde dört gün dört geceyi ateş altında komşumuzun ahırında geçirmiş, çatışmalar biraz durulunca da evimize geçmiştik. Fakat bunun akabinde evlerin içi dahi taranmaya başlanınca ahırı olmayan insanlar için acil durumda her an kullanılabilecek sığınak ihtiyacı hâsıl olmuştu. Bizim evimiz de tıpkı diğer evler gibi bu taramalardan nasibini almış, bir roketin bizi maaile katletmesinden tesadüfen kurtulmuştuk.
Sürekli olarak komşuların ahırına gidemeyeceğimizi söylüyordu babam.
Okuldan eve döndüğüm bir gün tek katı olan evimizin ortasında, salonda koca bir kraterle karşılamıştım. Evin ortası delinmişti. Toprak yeterli derinlikte kazılmış, kenarlarından bir adım ile diğer odalara geçişimiz için boşluk bırakılmıştı. Evin ortasında kocaman bir delik, ya da çocuk aklımla gördüğüm büyük bir krater vardı artık. Meğer o krater babamın o cümlesinin sonucuymuş, bizi koruyacak bir sığınağa dönüşecekmiş.
Kraterin inşaatının bitişine yani sığınak olarak oturmaya hazır hale gelene kadar evin en kuytu ve ışık görmeyen köşelerinde hayatta kalmaya çalıştık. Nihayetinde evdeki inşaat bitmişti, evin altında bir avuç genişliğinde penceresi olan yaklaşık 8-10 metrekare genişliğinde bir sığınağımız olmuştu.
Her çatışma sesinde gitmemiz gereken sığınağı kardeşlerimle bir oyun haline getirmiştik. Sığınağın kapısını ilk kim açacak oyunumuz da olmuştu artık devletin sayesinde! Can havliyle kendimizi sığınaktan aşağı bırakıp yaralandığımız, bu yüzden de babamdan bonus bir tokat yediğimiz çok oldu; e devlet bu, vergisiz iş yapmaz!
Sonraları sığınağımıza komşular da gelmiş, misafir olmuşlardı. Komşu oturmalarını sığınakta yapıyorduk! 10 metrekarelik sığınakta on nüfuslu ailemize ek, altı yedi nüfuslu aileler de misafirimiz olmuştu. Kalabalıktan oturabilmek neredeyse imkânsızdı, sabaha kadar ayakta beklediğimiz hala hafızamda. Hiçbir şekilde sığınaktan dışarı çıkmanın mümkün olamadığı zamanlar oldu. Bu zamanlarda tuvaletler ve diğer ihtiyaçlar sığınakta herkesin içinde karşılanıyordu. Ağustos sıcağı ile birlikte zaten havasız ve ışıksız olan sığınağı dolduran koku uyutmuyordu.
Sığınak artık evimizin en kıymetli odası haline geldi. Zamanımızın büyük kısmını geçirdiğimiz, ev ahalisinin hep bir arada olduğu hayat kurtaran bir oda evin işlevini geçersiz kılmıştı.
Çatışmalar durup ortam sakinleştikten çok sonra sığınak artık benim kendi odam olmuş, annemin bütün itirazlarına rağmen derslerimi bile orda çalışır ve uyur olmuştum.
23 yıl sonra, eski çatışma ortamı kalmayınca, sığınak sadece otlu peynirlerimizi sakladığımız soğuk depo vazifesi görmeye başlamıştı bir hafta öncesine kadar. Babam dâhil Şırnak'ta sığınağı olan birçok aile sığınaklarını tekrar temizlemeye ve eski işlevine döndürmeye başlamış. Polisin evlerin içini doğrudan hedef alması, insanların kapılarının önünde infaz edilmeye başlanması ile Şırnak eski, kötü tecrübe ve tedbirlerini tekrar hatırlamaya başlamış. Apartman katlarında oturan ve aileden ayrı evli kardeşlerim de 23 yıl sonra tekrar baba evinine, sığınağa sığınmak zorunda kalmışlar.
Katliam hafızası sürekli tazelenen bir yer Şırnak. 18 Ağustos 1992 Merkez Katliamı, 1994 Kuşkonar, 2011 Roboskî ve daha niceleri…
Yakın zamanda Cizre'de, son günlerde Şırnak ve Silopi'de çocuklara ve gençlere yaşatılanlar demokratik kamuoyunun malumu… Devletin Kürtlerle ‘mücadele’ çizgisinde başköşede duran ve sıklıkla başvurduğu bir yöntem olan infazlar tekrar başladı. 23 yıllık süre zarfında devlet bu yöntemi demirbaş listesinde hep tuttu. Devletin bu yöntemine itiraz eden, bunu engelleten bir hukuk sistemi ise hiç ol(a)madı... Hukukun payına düşen katliamları hep aklamak oldu. Dolayısıyla cezasızlık zırhıyla donatılan kolluk kuvvetleri, hiç endişelenmeden geleneği devam ettirdiler.
Kesilmiş kafalarla fotoğraf çektiren; vahşetlerini bu şekilde ‘ölümsüzleştiren’ ve korkuyla, zulümle âbâd olmaya çalışan zihniyet şimdilerde bu insanlık dışı görüntüleri sosyal medya üzerinden yayıyor. O günlerde bu imkândan yoksun olan kolluk, işkence edip parçaladıkları gerilla cenazelerini traktörün arkasında ya da panzerin arkasına bağlayarak halk görsün ve ibret alsın diye bütün şehirde gezdirerek korku salmaya çalışırdı.
O günden bugüne devlet katında değişen bir şey yok. 1992’de daha bebek olan polisler bugün aynı devlet geleneğinin sürdürücüsü. O gün bebek olanlar bugün Kürtlere nefret ile saldırıyor. Hayatında hiç gitmeyeceği bir yere sadece Kürtlere zulüm için gidebiliyor. Devlet istediği için, gözünü kıpmadan sokakta insan öldürmek için gidiyor. Kendisi de Şırnak'ı, Silvan'ı, Şemdinli'yi, içindeki insanlarla birlikte yerle bir edilmesi gereken bir yer olarak görüyor ve bugün olduğu gibi görevini layıkıyla yapıyor. (RD/HK)
* İlk fotoğraf İletişim Yayınları Arşivi 1992 Şırnak, ikinci fotoğraf Şimal Müldür - Şırnak/AA