‘Evet’ özgürlüğü ve de ‘hayır’cı hain-teröristlere rağmen, sonuç her ne olursa olsun, halk oylamasından -daha doğru bir ifadeyle Erdoğan plebisitinden- evet de hayır da çıksa, 17 Nisan 2017 sabahından itibaren Türkiye; yeni bir güne, yeni bir döneme uyanmış olacak.
Demek önümüzdeki yeni döneme hazırlıklı olabilmek için, kendimizi olumlu ya da olumsuz bir dönemin değişimlerine uyarlayıp, güçlendirebilmek ve dünyadaki temsili demokrasi krizine rağmen, Türkiye’de temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişe kafa yorabilmek ve de hüsrana uğramadan ileriye bakabilmek için önümüzde bir ay var.
Önce şu saptamayı yapmakta yarar var. Oylama sonucu evet de olsa, hayır da olsa Türkiye’nin önündeki süreç -hadi ona bir de ad takalım- ‘yeni demokratikleşme süreci’ olacak! Bu süreç; evet ile biraz daha zorlu, hayır ile biraz daha hızlı yürüyen bir süreç olabilir.
27 Mayıs 1960’da Demokrat Parti askeri darbeyle devrilmeseydi -belki bir süre sonra- dünyada da yükselmekte olan sosyal devlet ve demokrasinin etkisiyle iktidarını yitirip, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde yeni ve farklı bir evreye geçişin kapısını açmış olacaktı. Olmadı. Bu yüzden Türkiye’nin seçmenleri -temsili demokraside- kendi oylarıyla seçtikleri iktidarı yine kendi oylarıyla alaşağı edebileceklerini deneyerek öğrenme olanağı bulamadılar. Ve şimdi Türkiye seçmeni; dünyada temsili demokrasinin kriz yaşadığı bu dönemde, oy vererek iktidar yaptıklarını oy vermeyerek, iktidardan indirme deneyimine doğru ilerlerken, yeni bir adım atma yoluna bir giriyor, bir giremiyorlar..
Sonucun ne olacağını -mutlaka- hep birlikte yaşayarak görme şansımız da olacak.
Sorun, bu sürecin ne kadar zaman alacağı ile, biçiminde.! Oylamadan çıkacak evet, bu süreci uzatıp, zorlaştıracak. Hayır ise sürecin kolaylaşması için değil ama, hızlanması açısından önemli katkılar sağlayabilir.
16 Nisan’da sandıklardan evet ağırlıklı bir sonuç çıkacak olursa bu; siyasal İslam’ın tek adam rejiminin uygulanmaya konabilmesi bakımından anayasal engellerin ortadan kaldırıldığı ve sistemin kurgulanması için dikensiz gül bahçesine erişildiği anlamına gelecek. Ama sürecin sonrası; her gülün dikenlerinin olduğu ve insanların ancak bu dünyada birey ve toplum olarak yaşayabildiğinin anlaşılıp kavranması açısından, zaman ve mücadele gerektirecektir.
16 Nisan’da sandıktan hayır ağırlıklı bir sonuç çıktığında ise, Türkiye, 8 Haziran 2015 sabahına bir kez daha uyanacak. Ama bu, 8 Haziran-1 Kasım sürecinin bir kez daha yaşanması anlamına gelmiyor elbette. Gelmiyor ama; ‘eğer insanlar ve toplumlar öğrenen varlıklarsa! ve de “insanlar sınıfsal ve toplumsal hak, özgürlük ve çıkarlarının hem ayırdında, hem de bilincindeyseler”.
Türkiye 7 Haziran 2015’e Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla geldi. 8 Haziran 2015 – 16 Nisan 2017 dönemi; Selahattin Demirtaş ve partisinin yok edilme, milliyetçi ve islamcı duygularla kitleleri kutuplaştırma, toplumu iki düşman kampta kümeleştirme, bir kesimi hain ve terörist diye damgalayarak yandaşları düşmana karşı kemikleştirme süreçlerinden geçti, geçiyor. Amaç, her ne olursa olsun 17 Nisan’a evet’le uyanmak. Dolayısıyla 17 Nisan’a hayır’la gelindiğinde Türkiye toplumuna yeniden yaşatılmaya çalışılacak şey, dozu arttırılmış 8 Haziran -1 Kasım süreci olsa gerek.
16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği halk oylamasında hayır’ların ağırlık kazanabilmesi, ancak milliyetçi / islamcı / muhafazakâr seçmenlerin önemli bir bölümünün demokrasiden yana ve tek adamlığa karşı tavır koyup, sandığa hayır tercihlerini yansıtmalarıyla gerçekleşebilir. Bu da, Haziran - Kasım 2015’de AKP’nin gidip–gelen* kayıtlı seçmenin yüzde 8,5’i büyüklüğündeki kesiminin de ötesinde bir seçmen kitlesinin tek adamlığa tepkisi anlamına geldiği gibi, yinelenen bir karşı çıkış olduğu için de büyük önem taşıyor. Dolayısıyla tek adam plebisitinden hayır’ın çıktığı günü izleyen ilk sabah 17 Nisan 2017, iki yıl önceki 8 Haziran 2015 sabahından çok daha farklı olacak. Fark, istikrar ve güvenlikçi politika talebinin demokrasi talebiyle yer değiştirmesinden kaynaklanıyor aslında. Çünkü artık iktidarda AKP hükümeti varken Erdoğan Cumhurbaşkanı da olsa ortada uyulması gereken, fiili durumla açıklanamayacak, bir anayasal çerçevenin kabulü seçmenden onay almış oluyor.
16 Nisan 2017’de sandıktan çıkacak hem evet, hem de hayır sonucu milliyetçi / islamcı / muhafazakar seçmenlerin sandıktaki tercihlerine bağlı. Çünkü sol söylemli partileri destekleyen seçmenlerin kayıtlı toplam yurtiçi seçmenler içindeki ağırlığı yarım asrı geçkin süredir toplam seçmenlerin üçte birini aşmıyor, aşamıyor. Bu da; eşitsiz ve olağanüstü yönetim koşullarında, toplumun bir kanadındaki siyasi temsilcilerin tamamen devre dışı bırakıldığı, ‘hayır’ demenin hainlik ve teröristlik olduğu, eleştirinin hakaret kabul edildiği bir siyasi ortamda, seçmenin önüne aşılması güç engeller çıkarıyor. Bu koşullar altında sağ ve sol söylemli partilerin seçmenlerinin siyasal islamcı tek adamlık yerine demokraside birleşmesi, Türkiye’nin önüne yeni bir ufkun açılmasını sağlıyor.
İşte bu ufuk ancak; bir uzlaşma kültürü, karşılıklı siyasi muhataplık anlayışı, siyasal uzlaşma ortamının yaratılması ve Türkiye yeni döneminin habercisi olabilir. (ST/HK)