17 Aralık’ta Ne Oldu?
17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye Rüşvet Skandalı 17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın başlattığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mali Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen, aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürleri, kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti kabine üyesi üç bakanın oğullarının olduğu 47 kişinin, "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla gözaltına alındığı soruşturma.
İçişleri Bakanlığı'nca, savcılığın gözaltı ve mahkemenin arama kararlarını yerine getiren adli kolluk amir ve memurlarının ciddi bir kısmının görev yerleri değiştirildi veya görevden alındı. Ayrıca 16 Ocak 2014 tarihli HSYK kararıyla, soruşturmayı başlatan Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın görev yeri değiştirildi ve soruşturma başka bir savcıya geçti.
Böyle geçiyor Vikipedi’de 17 Aralık soruşturması. Ansiklopedi maddesi olarak da kaydedilince bir olay, medyaya yayın yasağı da getirilse, medya hizaya da getirilse artık o, tarihin henüz tozlanmamış sayfalarında yerini almıştır, yoktur geriye dönüş.
Eskiden yolsuzluklar hep “skandal”dı
Vikipedi’de oldukça manidar bir şekilde metnin altında “ayrıca bakınız” diyerek “Kayıp Trilyon Davası”, “Deniz Feneri Davası” ve “McCarthycilik” maddesine göndermelerde bulunuluyor. Yanı sıra İSKİ Skandalı’na da.
Diğer iki davaya yapılan göndermenin verdiği mesaj, bugün yaşananların, milli görüş hareketi etrafında birleşen kesim içerisinde yolsuzlukla imtihanın ilk örneği olmaması. McCarthycilik bağlantısı, cemaat hükümet gerginliğinin yol açtığı fişlemeler, görevden almalar ve yargı yoluyla cezalandırmalar silsilesine bir atıf şüphesiz.
İSKİ skandalı hatırlatması ise şunu düşündürmüyor değil: Eskiden yolsuzluklar skandal olarak kabul edilirdi. Sorumlu kişilerden sorumlu partiler oy kaybeder, adı karışan kişiler usulca cezalarını çekerlerdi. Ya da yargılanıp aklanırlardı. İSKİ’nin yolsuzluklar yaptığı ortaya çıkan genel müdürü Ergun Göknel görevden alındı, mal varlığına el kondu. Göknel mal beyanında bulunmamak, rüşvet ve yolsuzluktan 1993'te tutuklandı. Toplam 12.5 yıla mahkûm oldu ve 5 yıl hapis yattı. SHP’li Belediye Başkanı Nurettin Sözen’in döneminde gerçekleşen bu olaydan 1 yıl sonra, 1994 yerel seçimlerinde İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı SHP’den RP’li Recep Tayyip Erdoğan’a geçti.
17 Aralık’ın medyadaki görünümleri
Yolsuzluk Operasyonu Gazetelere Nasıl Yansıdı? 18 Aralık Gazete Manşetleri
ZAMAN: Türkiye’yi Sarsan Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu
Hürriyet: 3 Bakan Oğlu Rüşvet Bombası
Posta: 3 Çocuk Darbesi
Yeni Şafak: Üst manşet: Boyun Eğmeyiz. Ana Manşet: Nöbetçi Savcı İş Başında
Habertürk: 3’lü Operasyon Yemekhanede Başladı
Akit: Bize Allah Yeter
Vatan: Kilit İsim Zarrab
Türkiye: Hiçbir Tehdide Boyun Eğmeyiz
Taraf: Büyük Operasyon
Takvim: Vaiz Lobisi
Sözcü: Tayyip Bu Pisliği Temizle Veya İstifa Et Git
Sabah: Kaset Olmadı Dosya Verelim. Operasyonun Amacı: Siyaseti İtibarsızlaştırmak
Star: Seçim Ayarlı Operasyon
Milliyet: Şok Operasyon
Cumhuriyet: Pimi Çektiler: Cemaat Şah Dedi
Bugün: Şoke Eden Operasyon
Akşam: Derin Operasyon
Milli Gazete: Operasyon
Ortadoğu: Lağım Patladı
Birgün: Takke Düştü
Sol: Hükümet İstifa
Radikal: Türkiye’yi Sarsan 3 Ayaklı Operasyon
Evrensel: AKP’nin Aşil Topuğuna Kurşun
Gündem: Köprüler Yakıldı
17 Aralık operasyonunu gazetelerin nasıl ele aldığına Sabah, Hürriyet, Radikal, Türkiye ve Zaman gazetelerinde ufak bir gezinti yaparak devam edelim.
Sabah Gazetesi web sitesinde “sosyal medyada 17 Aralık” diye bir çalışma yayınladı. Bu çalışmada operasyonu “vatana ihanet” temelinde yorumlayan paylaşımlardan derlemeler yer alıyor[1]. Paylaşımlardan birinde 28 Şubat ve 17 Aralık arasında paralellik kuruluyor. 28 Şubat’ta Süleyman Demirel’in rolünü 17 Aralık’ta Fethullah Gülen aldığını imleyen görselde. 28 Şubat ve 17 Aralık’ın ortak noktası kanlı İsrail bayrağı ile temsil ediliyor[2]. Bir diğerinde HalkBank Genel müdürünün gözaltına alınmasının, “ABD’li vekiller HalkBank’a Yaptırım İstedi” başlıklı 24 Nisan 2013 tarihli Hürriyet haberi ile bağlantısı kuruluyor.
Hürriyet Gazetesi’nin web sitesi hurriyet.com.tr’de operasyon sonrası günlerde, yolsuzluğa adı karışan bakanlar ve başbakanla ilgili haberlerde kullanılan görsellerde metaforik imalarla “kirlilik” ve “”karanlık” çağrışımları yapıldığını gördük. Örneklerle hatırlayalım:
23 Aralık’ta radikal.com.tr’de[3] Başbakan’ın Pakistan gezisi dönüşü kullandığı, Anadolu Ajansı’nın “Başbakan Erdoğan Paris’te Coşkuyla Karşılandı” başlığı ile girdiği haberden alındığı anlaşılan görsel, sosyal medyada da epey kullanılmış, mizah unsuru yapılmıştı:
Operasyonu milli iradeye darbe olarak gören Türkiye Gazetesi aynı tarihte operasyon sonrasında Türkiye ekonomisinin gördüğü zarara vurgu yaptı. Ayrıca Özal ve Menderes’in de benzer bir karalama kampanyası ile karşılaştığı temasını işledi:
AKP içerisindeki muhalif isimlere yer vermeye özen gösteren Zaman Gazetesi’nin 21 Aralık’ta başbakanın İspanya gezisi sırasında ana sayfadan girdiği haber, Başbakan tarafından hükümetin hedef gösterilmesi iması nedeniyle eleştirilmişti. Haberin başlığı “İspanya’da Polis İktidar Patisine Baskın Yaptı” idi:
“Alo Fatih”’li tape’ler ve medya özgürlüğü
Yolsuzluk operasyonu sonrası süreç bir nevi çorap çöküğü gibi işledi. Twitter’da “haramzadeler”, Youtube’da “başçalan” hesaplarından yayınlanan ve hızla dolaşıma giren, başbakan ve çevresinin (medya yöneticileri, iş adamları, bakanlar, danışmanlar, aile üyeleri vb.) medyaya müdahale, ihale usulsüzlükleri, rantsal hesaplar, kamu kaynaklarının denetimsiz kullanımı ve yargıya müdahale bağlamındaki konuşma kayıtları çokça tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor.
Tapeler’in fitilini ateşleyen, başbakan, Ciner Medya Grubu Yöneticisi Mehmet Fatih Saraç ve Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın dahil olduğu, telefon görüşmeleri oldu. Görüşmelerde Başbakan, Saraç’ı arayarak (Alo Fatih) MHP lideri Devlet Bahçeli’nin konuşmasının verildiği canlı yayına müdahale edilmesini istiyordu. Bir diğer görüşmede başbakanın bilgisi dahilinde seçim anketi sonuçlarında manipülasyon yapmaya dair Saraç ve Fatih Altaylı arasında konuşmalar yer alıyordu.
Başbakan’ın Habertürk gazetesinin 24 Eylül 2013 tarihli sayısında, 24. sayfada yer alan "Bu mu sağlıkta çağ atladığı iddiasında olan Türkiye" başlıklı sağlık haberinin ardından rahatsızlığını Fatih Saraç'a ilettiği konuşmalara dair ses kayıtları da dolaşıma girdi[4]. Konuşmalarda Erdoğan'ın şikayetinin ardından Saraç, Fatih Altaylı’yı arayarak “gereğinin yapılmasını” istiyor. Ardından haberi yapan 3 kişi işten çıkarılıyor ve olaylar gelişiyor.
Ses görüşmelerinin ardından yoğun eleştiri bombardımanına uğrayan Fatih Altaylı’nın 10 Şubat 2014’te CNNTürk’te Cüneyt Özdemir’in sunduğu 5N1K’da söyledikleri medya özgürlükleri açısından durumun vahametini bir kez daha ortaya koydu. Yıllarca hocalarımız bize, biz de öğrencilerimize, kuşaktan kuşağa, medya-iktidar-ideoloji üçgeninde siyasal iktidarın, devlet vesayetini temsil eden kurumların, -ki ordu da bunlardan biri elbet- medyayı nasıl kontrol altında tutmaya çalıştığını anlattık. Ama elimizde hiç bu kadar somut ve gerçek malzeme olmamıştı. Capcanlı, sesi ile görüntüsü ile her şey daha bir berrak dökülüyordu sanki ortaya. Altaylı, Özdemir’e bir yandan Türkiye’de gazetecilik yapmanın artık imkansız hale geldiği gibilerinden itiraflarda bulundu bir yandan da “bu işler üç aşağı beş yukarı böyle olur. Hepiniz oradaydınız. Hepinize geliyor bu tür telefonlar bir yerlerden, kabak benim başıma patladı” minvalinde bir konuşma yaptı.
Bu olay basın özgürlüğü tartışmalarını yeniden alevlendirirken Başbakan’ın yanıtı “evet, yaptım ama bir sorun niye yaptım?” tadında oldu:
“Fas’tan arama noktasında evet aradım. Açık net ortada. Sadece hatırlatmayı yaptım. Hatırlatmayı yaptığım şahıslar da altyazı ile alakalı olarak bize yapılan hakaretlerle ilgili, yurtdışında olan bir başbakana karşı bu tür hakaretlerin yapıldığı bir konuşmayı kalkıp kendilerine söyledim. Kendileri de gerekli uygulamayı yaptılar”[5].
Tartışmalar sürerken DİSK Basın- İş Sendikası’nın Başbakan Erdoğan ve Habertürk yöneticisi Fatih Saraç hakkında, basını hukuksuzca engelleme ve görevi kötüye kullanma iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğu haberi geldi[6]. Saraç’ın adı Habertürk’ün künyesine 27 Aralık 2012 günü Yönetim Kurulu Başkanvekili sıfatıyla girmişti. Saraç'ın Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmelerin ses kayıtlarının kamuoyuna yansımasının ardından, gazetedeki görevini fiilen sürdürmeyi bıraktığı ve isminin de künyeden çıkarıldığı öğrenildi[7]. Taraf Gazetesi yazarı Ümit Aslanbay köşesine verdiği ilanla Saraç’ın isminin künyeden çıkarılmasını konu etti[8]:
“Alo Fatih” olaylarının yanı sıra Sabah-ATV’nin ve SkyTürk360 ve Akşam’ın sahiplendirilmesi ile ilgili ses kayıtlarını dinledik sonrasında. ATV ve Sabah’ın, 3. Havaalanı projesi konsorsiyum ortaklarından Ömer Faruk Kalyoncu’nun sahip olduğu Zirve Holding tarafından satın alındığını biliyorduk, detaylarını dinlemiş olduk[9]. Ses kayıtlarının iddiasına göre bir tür dayanışma hikayesi ile karşı karşıya idik. Hükümet ve hükümetle iş yapan çevrelerin omuz omuza dayanışması. Ortak bir havuzda biriken paralar, ortak amaç, ortak hedefler. Hedef 2023. Adeta.
Akşam-SkyTürk360 haber kanalı satışına ilişkin ses kayıtları, Kasım 2013’te Türkmedya grubunu (360, Akşam, Güneş vd.) alan Ethem Sancak’ın “enkaz devralarak” ve iktidardan gelen yoğun istek üzerine yeniden medya patronu olduğunu düşünmemize neden oldu. Ethem Sancak 2009’da Kanal 24 ve Star gazetesindeki hisselerini Fettah Tamince’ye satarak medya sektöründen çıkmıştı. Temmuz 2013’te SkyTürk360 ve Akşam’ı önce 3. havaalanının ihalesini alan Cengiz-Limak-Kolin inşaat şirketleri ortak girişiminin satın aldığı duyurulmuştu. Ancak Eylül ayında Mehmet Cengiz, Nihat Özdemir ve Celal Koloğlu’nun sahibi olduğu şirketler, gazete ve televizyonu almaktan vazgeçtiklerini ilan etmişlerdi. Ses kayıtlarına göre vazgeçişin nedeni Başbakan’ın başka bir görevi onlar için daha uygun bulmasıydı.
Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nun 25 Aralık'ta başlatılan ikinci soruşturma dalgası çerçevesinde 7 işadamının ve 2 şirketin mallarına tedbir konma kararı verildi. Bu işadamları arasında yukarıda adı geçen iş adamları Ömer Faruk Kalyoncu ve Mehmet Cengiz de vardı. Konulan tedbir kararı 14 Ocak'ta, yeni atanan savcılar tarafından kaldırıldı.
İnternet Yasası’nda yeni düzenlemeler
Ses kayıtları ana-akım medya tarafından henüz iddia düzeyinde olmaları gerekçesiyle yayınlanmazken, sosyal medya, Başbakan’ın tabiriyle adeta bir “baş belası” haline gelerek ses kayıtlarının milyonlarca kişiye ulaşmasına neden oldu. 24 Şubat’ta Youtube’da yayınlanmaya başlayan, Başbakan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen ses kayıtlarını ve kayıtların transkripsiyonunu içeren bir video’yu, ben bu satırları yazarken 4.819.072 kişi izlemişti. Bu da tek bir kanaldan 10 günde yaklaşık 5 milyon kişinin, ses kayıtlarını dinlediği anlamına geliyor. Başka hesaplardan aynı video’nun yayınlandığını ve farklı mecralardan kayıtlara ulaşıldığını düşününce rakamın miktarı da artıyor elbet.
Tam da ortalık ses kayıtları ile çalkalanıyorken, çalışmalarına daha önceden başlanan ve süratle kabul edilen, Aralık 2013 tarihinde Meclis’e sunulan torba yasa içerisinde “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif” de yer aldı. 5651 sayılı mevcut yasada değişiklik getiren teklif, 5 Şubat 2014’de Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi.
2007 Mayıs’ında kabul edilen mevcut yasa, hali hazırda binlerce web sitesinin erişime engellenmesini beraberinde getirmiş ve internete sansür eleştirilerine maruz kalmışken[10], yeni yasa düzenlemesi, özellikle erişim engellemenin keyfiliğe yola açması ve de kullanıcıların internet ortamındaki hareketlerinin izlenebilmesine olanak vermesi nedenleriyle yine çokça eleştirildi[11]. Yasadaki değişikliklerle en çok tartışma yaratan düzenlemelere göre:
-Önceki yasada, sadece ilgili içeriğin çıkarılmasına karar veriliyorken, maddenin yeni halinde içerik çıkarılması yerine, savunma hakkı verilmeksizin erişim engelleme söz konusu olabilecek.
-Özel hayatın gizliliğinin korunmasına dair düzenlemede ise özel hayatının gizliliği ihlal edilenler doğrudan TİB’e başvurup ihlal konusu yayınlara erişim engelletebilecekler. TİB Başkanlığı talimatıyla, özel hayatın gizliliği öne sürülerek bir çok engelleme yapılabilmesi idarenin yargı makamı gibi içeriklere müdahale etmesine imkan tanınmış olacak[12].
İfade özgürlüğü’nden “günah işleme özgürlüğü”ne
İç ve dış basında ses kayıtlarının işaret ettiği usulsüzlüklerin büyük tepki uyandırması nedeniyle geniş bir kesimde itibar kaybeden hükümet, Gezi olaylarından beri izlediği yolu takip etmeye devam ederek, kemikleşmiş seçmen kitlesine büyük bir komplo tehdidi altında olduğunu anlattı. Korku siyasetinin incelikleriyle büyük bir mağduriyet içinde olduğunu ve oldukça tehlikeli bir paralel yapı ile karşı karşıya olunduğunu çeşitli platformlarda dile getirdi.
Şimdilik hükümetin izlediği siyasetin kendi seçmen kitlelerince çok da reddedilmediğini söylemek mümkün. Lider kültü, hatalarıyla, yanlışlarıyla bir lidere sonsuz biatı gerektiriyor. Söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğuna inananlar kadar “yapmış ama bir bildiği var ki yapmış” duygusuyla düşünenler de var. AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk'ün “günah işleme özgürlüğü”ne göndermede bulunması, Başbakan’ın kendi kriptolu telefonlarının dinlenmesinden dem vurması ve ses kayıtlarındaki birçok konuşmayı kabul etmesi esasında ikincisinin daha kuvvetli olduğunu gösteriyor.
Siyasetçinin baba figürü olarak algılanması, onun her türlü azarını, cezalandırıcılığını ve müdahalelerini “normal” algılama ve algılatma çabasını da açıklıyor, yanlışlarını da. Siyasetçinin baba figürü olduğu yerde siyasal bozulma, yolsuzluk gibi sorunlar da “ailevi meseleler” gibi sunulmak isteniyor. Evin çocukları olarak babaya güven ve biat esas hale geliyor ve babanın özel çıkarı aslında tüm ailenin çıkarı halini almış oluyor.
İşte bu noktada vahim bir yerde buluyoruz kendimizi: Atfedilen hukuksuzlukları, yanlışlıkları, adaletsizlikleri reddetmekten daha endişe verici olan, tüm bunları kabul etme, rasyonalize etme, normalleştirme ve nihayetinde kayıtsızlaşma.
“Namussuz namuslu”
Algılar tanımlar ve adlandırmalarca biçimlenir. Biliriz ki tanımlamalar ideolojik süreçlerce üretilir. “Normal” kabul edilenin de sınırını çizer tanımlamalar. Foucault’dan esinlenerek söyleyegeldiğimiz üzere esasında normal olmayanın ne olduğunu tarifleyerek normal’in sınırını çizmiş oluruz.
Ertem Eğilmez’in yönettiği, senaryosunu Başar Sabuncu’nun yazdığı 1984 tarihli “Namuslu” filminde[13] namuslu ve dürüst olmanın karşılığını hor görülerek, itilip kakılarak alan veznedar Ali Rıza Bey’in hikayesi (Şener Şen) toplumsal yasanın sınırını çizdiği “normallerin” çelişkili tablosunu oldukça manidar biçimde örnekler. Ali Rıza Bey çalıştığı bankanın büyük miktarda parasını soygunculara kaptırır. Bu noktadan sonra çevresindeki herkes, ailesi bile, onun nihayet gözünün açıldığını ve parayı zimmete geçirdiğini düşünmeye başlar.
Sanırım bunun üzerine daha fazla söze bir hacet yok. Ben yazıyı burada bırakayım. Genelde tanımlarla başlarız yazıya. Ben de tanımlarla bitireyim.
“Yolsuzluk” geleneksel ve modern tanımları farklılıklar gösteren bir kavram. Machiavelli “kamunun özel çıkarlar uğruna zarara uğratılması” diyerek yolsuzluğun modern anlamdaki tanımını yapıyor. Antik Yunan’da “kamu malı” ve “özel çıkarlar”a göndermede bulunmaksızın, bireyin özgür iradesini yitirmesi ve bağımsız bir birey ve özerk bir yurttaş olma niteliğini, iyi ve erdemli olanı bulma arayışını kaybetmesi olarak tanımlanıyor[14]. “Namuslu” filminden yola çıkarak ise başka başka tanımlara ulaşılabilir ki bugün olanları anlamak için hiç de fena olmazdı belki de. Kim bilir. (EÇ/HK)
* Yrd. Doç. Dr. Emek Çaylı, Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi
[1] http://www.sabah.com.tr/multimedya/galeri/turkiye/sosyal-medyada-17-aralik-operasyonu
[2] Görsel için bkz. http://www.sabah.com.tr/multimedya/galeri/turkiye/sosyal-medyada-17-aralik-operasyonu?albumId=52485&tc=22&page=3
[3] http://www.radikal.com.tr/fotogaleri/dunya/basbakan_erdogan_pakistanda-1167638-5
[4] Bu arada Mayıs 2013’te, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF), Karamehmet’in borçlarına karşı el koyduğu Çukurova Medya Grubu bünesindeki Show TV’yi Habertürk’ün sahibi Turgay Ciner’e sattığını da hatırlayalım.
[5] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25788279.asp
[6] http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/alo-fatih-yargiya-tasiniyor
[7] http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/alo-fatih-kunyeden-cikarildi
[8] http://birgun.net/haber/fatih-icin-olum-ilani-aci-kaybimiz-11943.html
[9] Kalyon Grup’un son10 yılda aldığı ihalelerle ilgili bilgiler için bkz. http://t24.com.tr/haber/erdogan-sabah-ve-atvyi-satin-alan-kalyoncunun-dugunune-katildi/249934
[10] Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak’in 5651 Sayılı Kanun’a dair eleştirileri için bkz. http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/111054-internet-girilmesi-tehlikeli-ve-yasak
[11] Yasa değişikliği ile İlgili Mutlu Binark’ın Birgün’de çıkan yazısına göz atılabilir: http://birgun.net/haber/hayaldi-gercek-oldu-milliWeb-10932.html
[12] http://www.webrazzi.com/2014/02/11/egrisiyle-dogrusuyla-yeni-internet-yasasi/
[13] http://www.sinematurk.com/film/1110-namuslu/
[14] http://eprints.lse.ac.uk/5696/1/Corrupt_compared_to_what.pdf