Zindanlarla Dayanışma İnisiyatifi Cezaevi Komisyonu üye avukatları adına Şule Recepoğlu, 2016 yılı ve özellikle 15 Temmuz darbe sonrası, Marmara Bölgesi’nde bulunan hapishanelerde yaptığı incelemeler ve görüşmeler sonucunda yaşanan hak ihlallerini raporlaştırdı. İnceleme yapılan cezaevleri şöyle: Edirne, Gebze, Kandıra F1, F2 ve Kadın Cezaevi, İstanbul, Tekirdağ, Bakırköy, Maltepe, Silivri 5 ve 9 nolu Cezaevleri.
Raporda belirtildiği üzere 15 Temmuzdan sonra ilan edilen OHAL sürecinin 15 Temmuz'dan önce var olan ihlalleri arttırıyor.
"Ziyaretlere giden avukatların tutsaklarla yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen bilgiler, cezaevlerinin giderek insanlık onurunun yok edilmeye çalışıldığı yerler haline geldiğini ve getirilmek istendiği yönündedir."
Raporda hasta mahpusların bugüne kadar yaşadıkları hak ihlalleri ve son bir yıldır siyasi atmosferin etkisiyle cezaevlerinde artan baskı ve kısıtlamaların sağlık durumlarına etkisini anlatan kendi el yazılarından oluşan anlatımlara yer veriliyor.
Mektuplar
Hasta mahpusların, sağlık koşullarıyla ilgili yaşadıklarını anlattıkları mektupların da yer aldığı raporda istemsizce durduğunuz ve tekrar okuduğunuz satırlar bir dolu. Başındaki şarapnel parçasıyla, “23 yıldır cezaevindeyim” diyor örneğin bir tutuklu. Bir gözü görme yetisini kaybetmiş. Diğer gözünün de görme yetisi gün geçtikçe azalıyormuş. Ameliyatın riskli olduğu ve kaldı ki cezaevi koşullarında mümkün olamayacağı söylenmiş.
Bir başka tutukluya, Gebze Cezaevi’nde yattığı 1 yıl boyunca, bacağındaki platinin, kalça kemiğini sürtmesi sonucu incelttiği ve yukarıya kaydırdığı söylenmemiş. Sonrasında Bakırköy Cezaevi’ne sevk edilmiş. Acil ameliyat gerektiren durum burada “fark edilmiş.”
Yine başka bir mahkum, 1997’den beri diz ile kalça arasında bulunan platinle yaşadığını, aşınma ve kum ufalanması sonucu oluşan sinir sıkışması nedeniyle 2009 Ekim’inde bacağındaki platinin değiştirilme sürecini anlatmış. “İnşaat iskelesine” benzetmiş bedenini. Platin, çivi ile kürek kemiğine bağlı olduğu için hareket, yürüme, ayakta kalma süresi sınırlıymış haliyle. Bulunduğu Gebze Cezaevi’nde, yemekhane, banyo ve tuvalet aşağı katta, yatakhane ise yukarı kattaymış. “Sırf insani ihtiyaçlarımı karşılamak için bile olsa günde en az on kez merdiven kullanmak zorundayım” diyor.
Her defasında ayrı bir doktor
Edirne Cezaevi’ndeki bir mahkum, doktor seçme imkanı olmadığı için hastane sevklerinde, her defasında farklı bir doktorla karşılaşıldığından bahsetmiş. Aynı prosedürlerin en baştan yeniden başlatılması bir yana; MR, tomografi, ultrason ve çeşitli tahlil sonuçları hakkında, hastanedeki ilgili doktor ne söylemiş, ne teşhis koymuş, nasıl bir tedavi önermiş, hasta mahkumun doğrudan öğrenme imkanının olmadığını söylüyor ve kendi tecrübesini aktarıyor:
“Örneğin böbreğimde iki adet kist olmasına ve uzun süredir ağrı, iltihaplanma yaratmasına rağmen halen net bir teşhis ve tedavi süreci başlatılamadı. Genel geçer ilaçlarla iltihap giderilmeye çalışılıyor. Bulunduğumuz hapishanede genelde revire stajyer doktorlar geliyor ve revir günü haftada sadece bir gün. Bu durum hem kronik hastalıkların takibinde hem de tedavisinde hastaneyi gerektiren hallerde gecikmeye neden oluyor.”
Kelepçesi dahi açılmadan doktor muayenesinden geçtiğini anlatan bir mahkum var. “İyisin” deyip geçiştirilmiş. Başka başka hastalıklarının yanında, gördüğü işkence sonrası kırılan dişleri tedavi edilmediği için ağız içi iltihabını anlatan başka bir mahkum.
Hastane sevklerinde sürekli bir ertelemenin, zamana yayma durumunun olduğu anlatılmış çoğu mektupta. OHAL’le beraber, personelin keyfi uygulamalarının arttığı da en çok ifade edilenler arasında. Fırsat mı fırsat, “devletim, hele şu sıralar hassasım, istediğimi yaparım” gibi bir şey sanırım. Akla, sosyolojik deneyin hikayeleştirildiği şiddet filmlerinde, güç verilen insanların neye dönüşebileceği geliyor. Film değil gerçeği işte.
Ring araçları
Penceresi olmayan, havasız, çelikten yapılmış kapalı bir kutu gibi olan ring araçları en çok dert yanılan.
“Hasta tutukluların durumu ne kadar ağır olursa olsun fark etmez. Bu araç dışında başka şansı yok. Eller kelepçeli bir şekilde bu kapalı kutuda hastaneye gitmek başlı başına bir çeşit işkencedir. Hastaneden, çoğu zaman kelepçe çözülmemesinden ya da askerin dışarı çıkmamasından dolayı muayyene olamadan geri gelmek zorunda kalıyoruz. Bazen de keyfi bir şekilde saatlerce ring aracında bekletilip doktora dahi gözükmeden geri getirilme durumu oluyor” diye anlatmış bir kadın tutuklu.
“Kendi sağlık durumumla ilgili çokça defalarca, istendiği üzere yazıp gönderdim ancak tekrar tekrar istenmesine bir anlam vermekte zorlanıyorum şahsen” diyor başka bir tutuklu. Defalarca anlattığı sağlık sorunlarına yanıt olunabilme umudunu kaybettiği besbelli.
Başvurular yanıtsız
Başka bir tutuklu ise şunları yazmış: “Bilmem kaçıncı kezdir aynı sorun ve sıkıntıları yazdım. Bu raporların sağlık sıkıntılarımızı gidermek için olumlu bir katkısı olacağına inanmıyorum. Dolayısıyla her hangi bir beklentiyle yazmıyorum bu mektubu. Sadece size saygı gereği son bir defa yazıyorum.” Serinkanlı ve nezaketi elden bırakmayan sitemleri okuyunca, “içeriye” çare olamamanın mahcubiyeti omuzlarda daha da ağırlaşıyor.
Bütün bunlar dışında mektuplara el konulması, dışarıdan gönderilen kitapların içeriye alınmaması, kantinlerde satılan yiyeceklerin kalitesiz olması gibi problemlerden de bahsedilmiş. Sen devletsin, büyük düşün oysaki hapsetme, kapatma gibi kallavi güçler elinde. Hasta mahkumların eziyetine eziyet eklemek, en sıradan talepleri yokuşa sürmek, mektuplara, kitaplara el koymak vs… Nefret, bunlara muhtaç olacak kadar büyük demek ki. (FG/HK)
* Raporu okumak için tıklayın.