* TBMM'nin ilk kadın vekilleri
Yaklaşan 12 Haziran seçimleri ile birlikte kadınların siyasi temsildeki oranı da yeniden tartışılmaya başlandı.
Bu seçimlerde daha çok kadınların aday gösterilmesi için Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği'nin (KA.DER) "275 kadın milletvekili " kampanyası ile başörtülü kadınların "Başörtülü aday yoksa oyda yok " kampanyaları kısa süreli de olsa tartışma ve gündem yarattı.
Fakat açıklanan milletvekili aday listeleri, bu kampanyaların tamamına yakınını erkeklerin oluşturduğu siyasi partilerde pek yankı bulmadığını gösterdi.
Aslında yaşananlar çok da şaşırtıcı değil. Mecliste 275 kadın milletvekili, siyasi erki elinde bulunduran erkekler için bu erke kadınların da ortak olması anlamına geleceğinden, erkekler açısından sakıncalı bir durum.
Sonuçta, bu ve benzeri kaygılarla oluşturulan seçim listelerinde çok az sayıda kadının seçilebilir yerlerden aday gösterilmesi, yeni dönemde de Meclisin cinsiyet dağılımında önemli bir değişiklik olmayacağını ortaya koyuyor.
(Eşbaşkanlık ve kadın kotası gibi uygulamalarıyla bu konuda samimi fakat yeterli olmayan bir siyaset güden Barış ve Demokrasi Partisi'ni ve benzeri partileri elbette bunların dışında değerlendirmek gerekir.)
Başörtüsü konusunda ise, özellikle de başörtüsünün özgürlük ve insan hakları talebi olduğunu sık sık ifade eden başta Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olmak üzere bir çok partinin başörtülü bir aday göstermemesi de bu konudaki samimiyetlerini bir göstergesi olarak algılanmalıdır.
İlk kadın milletvekillerinden bugüne
18. yüzyılda da Avrupa'da başlayan Aydınlanma hareketlerine paralel olarak ortaya çıkan kadın hakları hareketi ile kadınlar zor ve uzun süren mücadeleleri sonucunda önemli haklar elde etmişlerdir.
İlk olarak 1791'de Olympe de Gouges tarafından "Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi" yayınlanmıştır. "İnsan Hakları ve Yurttaş Hakları Bildirgesi" ne dayanılarak hazırlanan bu bildirge ile kadınlar içinde aynı hak ve yükümlülükler talep edilmiştir (O zamana kadar sadece insan ve sivil hakları ifadesi sadece erkekler için kullanılmaktaydı).
Avrupa'da ki bu gelişme Osmanlı Devleti'nde 19 yüzyıldaki " batılılaşma" hareketleri ile etkisini göstermiştir. Tanzimat döneminde (1839 - 1856) daha çok eğitim- öğretim alanında kadınlara yönelik bazı değişiklikler yapılmıştır.
Sübyan okulları dışında rüştiye, idadi ve sultani gibi orta öğretim okullarına gitmeye hak kazanan kadınlar ayrıca bu okullara öğretmen yetiştirilmek için "Darülmuallimat" yani kız öğretmen okullarında gitmeye başlamışlardır.
Ebe ve kız sanayi okulları ile çalışma hayatına atılan kadınların lehine yayın yapan çeşitli dergiler çıkarılmaya başlanmıştır. Meşrutiyet döneminde ise eğitim alanındaki bu yenilik çalışmaları devam etmiştir.
Cumhuriyet dönemine kadar geçen süre zarfında kadınların eğitim ve sosyal alanlarda ki ilerlemeleri, yardım dernekleri gibi kuruluşlardaki çalışmaları ve örgütlenmeleri, Cumhuriyetin ilanı ile yapılan birçok yenilik için zemin oluşturmuştur.
Cumhuriyetle birlikte siyasi hak taleplerini yüksek sesle ifade eden kadınlar bu amaçla 1923 yılında başkanlığını Nezihe Muhittin'in yaptığı "Kadınlar Halk Fırkası"nı kurmuşlardır. Fakat kadınların siyasi temsilinin yasal bir dayanağı olmadığı için parti çalışmalarına izin verilmemiştir.
Genç Cumhuriyetin yönetici kadrosu, kadınların siyasette temsil edilmesi için 1934'e kadar beklerken yaptığı reformlarla toplumu yeniden inşa etmek istemiştir. Bu inşa sürecinde modern ve çağdaş batı medeniyetini kendine örnek alan genç cumhuriyet kadrosu yaptığı reformlarla modern Türk kadınını yaratmak istemiştir.
Kılık kıyafet kanunu ile batılı tarzda giyinmeye başlayan kadınlar, okullarda erkekler ile birlikte eğitim görmeye başlamış, kabul edilen yeni medeni hukuk kuralları ile aile ilişkileri ve kadınların hakları yeniden düzenlenmiştir.
Bu reformlarla batıya yaklaştığını düşünenler ne yazık ki kadınların siyasi taleplerini görmezden gelmiştir, kadınların siyasi temsili için erken olduğu ifade edilmiştir. Böylece kadınlar "Egemenlik kayıtsız Şartsız Milletindir " ifadesinde belirtilen egemenliğin dışında tutulmuşlardır. Oysa birçok Avrupa ülkelerinde kadınlar siyasi haklarını çoktan elde etmişlerdir."
1930'da, önce belediye seçimlerinde oy kullanma ve belediye meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınlar, 1933'te muhtarlık ve ihtiyar meclisini seçme ve seçilme hakkını elde etmişlerdir. 1934'e gelindiğinde ise Teşkilat-ı Esasiye kanunun 10. ve 11. maddelerinde yapılan değişiklikle kadınlar milletvekili seçimlerinde oy kullanma ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır.
1935'te gerçekleşen seçimlerde 18 kadın milletvekili seçilerek meclise girmiştir. İlk kadın milletvekili olarak tarihte ayrı yer alan bu kadınların büyük çoğunluğu yüksek eğitim almış kadınlardı. Cumhuriyetin ilk kadın milletvekilleri meclisteki konuşmalarında liderlere kendilerine bu onuru verdikleri için teşekkür etmişlerdi.
1935'ten bugüne kadar geçen 76 yıllık süreçte kadınların temsil oranı sadece yüzde 4'lerde kalmıştır. 76 yıl içinde 8 bin 794 erkek vekil meclise girerken kadınlarda bu sayısı 236'da kalmıştır. Fransa'da 1944'te, Yunanistan'da 1952'de, İsviçre'de 1974'te seçme ve seçilme hakkına sahip olan kadınların şu anki temsil oranları Türkiye'nin çok ötesindedir.
Türkiye'de nüfusun yarısını kadınların oluşturduğu düşünülünce bu rakamlar son derece düşündürücü.
Bir başka mesele ise mecliste ne kadar kadın milletvekilinin gireceği değil, meclise girecek kadınların, kadın sorunlarına yaklaşımlarının hangi boyutta olacağıdır. Yani toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip olamayan bir kadın kendi cinsine yine egemen erkek bakışı ile yaklaşacak ve sorunların çözümünde benzer çözüm(süzlük)ler geliştirecektir.
Hükümette yer alan hatta önemli bakanlıklarda bulunan kadın milletvekillerinin yaptığı çalışmaları buna en iyi örnek olacaktır. Tabi ki kadın milletvekili sayısının artması nicelik olarak önemli olacaktır fakat asıl önemli olan cinsiyet temelli eşitsizlikler ve adaletsizlikler konusunda yapacakları çalışmalar olacaktır.
Siyasetin erkek işi olduğu, kadının naif, kırılgan, korunası ve güçsüz bir varlık olduğu, dolayısıyla da kadın için en güvenli yaşam alanın evi olduğunu savunan bir anlayışın, siyasette kadına daha çok yer vermek istemeyeceği zaten bilinen bir durumdur.
Böylesi bir anlayıştan eşit temsil hakkı, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık ve kota uygulaması beklemek ise çok daha büyük bir yanlıştır. Yaşanan haksızlığı ve eşitsizliği değiştirecek güç yine kadınların örgütlü mücadelesi ile ortaya çıkacak olan güç olacaktır. (ÇC/BB)
Kaynakça:
1 - Zekiye Demir, Siyasi Partilerin Kadın Politikalarına Karşi Kadınların Tutumu, Sakarya Üniv. Sosyal Bil. Enstititüsü Doktara Tezi, 2002
2 - Doç. Dr. Ayten Sezer, Türkiye'de İlk Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Çalışmaları, Popüler Tarih Dergisi, 30 Nisan 2008