Görsel betimleme: Bu görüntüde, bir kadın ön planda yer alırken arka planda çeşitli metinlerin ve bir ayak izi grafiğinin bulunduğu bir kolaj görülüyor. Kadın, uzun koyu saçlara sahip ve büyük altın rengi küpeler takıyor. Turuncu bir gömlek giymiş ve hafifçe gülümseyen bir ifadesi var. Arka plandaki metinler, Türkçe yazılmış çeşitli belgeleri andırıyor ve üzerlerinde kırmızı ve siyah renkteki işaretlemeler dikkat çekiyor. Bu metinler resmi evrakları ve belgeleri temsil ediyor gibi görünüyor. Arka planda ayak izi deseni de dikkat çekici bir şekilde yer almış. Görüntü, bir tür tarihi veya sosyal belgeyi anlatmak için tasarlanmış gibi duruyor.
Ankara doğumlu Şule S. Çiltaş’ı, felsefeden tarihe, edebiyattan çizgi romana kadar yazının birçok farklı türünde yaptığı çevirileri vesilesiyle tanıyoruz.
Özellikle Foucault, Paul Nizan, Maurizio Lazarrato, Didier Eribon, Danilo Kis gibi isimleri Fransızcadan Türkçeye kazandıran Çiltaş, 2013 ve 2014 yıllarında Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği Çeviri Atölyeleri kapsamında, Fransız Ulusal Kitap Merkezi’nde (CLP), atölyelere katılmış.
Yalnızlık ve yabancılık
Bir sonraki sene Louise Michel’in “La Commune Historie et Souvenirs”, 2019 yılında da Pierre Broué’nin “Révolution en Allemagne” ve geçtiğimiz sene de Didier Eribon’un “Retour a Reims” isimli eserlerinin çevirileriyle “séjour” bursu almış.
K24’e belirli aralıklarla kitap eleştirileri yazan Şule S. Çiltaş bu defa, İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk romanı “Cunta Kızı” romanıyla karşımızda.
12 Eylül darbesini ve darbeye giden süreci küçük bir kız çocuğunun gözünden anlatan kitap, o dönemin birey, aile, toplum üzerindeki etkilerini ve bunların beraberinde gelip “üstünü tamamladığı” yalnızlık, yabancılık ve şiddeti “o ânları”ı bugünlere getirerek gözümün önünde canlandırıyor.
Sert bir girişle açılıyor “Cunta Kızı”. Kendi de sert bir yaşamdan gelip, “yıldızların altında” yumuşama mecburiyetinde kalan emekli bir astsubayın kitabın isimsiz anlatıcısını kan revan içinde bırakana kadar dövmesine şahit oluyoruz.
Onca yıllık ezilmişliği, başkalarını ezerek “tamamlayan” bir yaşamın öznesi olan asker emeklisi babanın savurduğu her “darbe”, asıl “darbe”nin habercisiymişçesine birer birer anlatıcının vücuduna indikten sonra kaseti başa alan Şule S. Çiltaş, hiçbir zaman kolay olmayan ve olmayacağa benzeyen hayatının kilometre taşlarını soluksuz bir örgüyle önümüze seriyor.
Büyük abisinin “okuduğu”, ortanca abisininse avarelikle “büyümeye çalıştığı” bir ailenin, “yurdun geneline” yayılan çatışma hâlinden nasıl etkilendiğini boşluk vermeden anlatan yazar, yavaş yavaş ailenin dışına çıkarak, etrafta ne olup bittiğini, “yabancıları”, “yabancı olmayanları”, aynı etrafın kendi içinde “fişleyişine” dahil ettiği okuru, her bir kişinin giderek korkuyla kaplanan semasına, o semanın altında adım adım ilerlediği yalnızlığına ve en yakınındakine bile yabancılaşmasına, nihayetinde de onlardan kopmasına ortak ediyor. Esas “darbeyle” birlikte üzerlerine çevrili namlularla aynı yaşamı yaşamaya başlayan insanların “alınan, götürülen” çocuklarını bir nefeslik umutla bekleyişine tanıklık ettirirken, gidilen her yeni yerde geçmişleri ve “o günleri” peşinden gelen insanların yitip giden “nefeslerinin” ruhsal harelerini büyük bir soğukkanlılıkla anlatıyor.
Şule S. Çiltaş, 124 sayfalık kısa romanı “Cunta Kızı”nda, bugüne kadar defalarca karşımıza çıkan “12 Eylül dramı”ndan fersah fersah uzak dille, gördüğünü, duyduğunu ama en önemlisini de yaşadığını birinci ağızdan ve herhangi bir “dolaylamaya” başvurmadan aktararak “o günleri” bir kez daha, aynı şiddetiyle yaşamamızı “sağlıyor”.
(BS/EMK)