Zorunlu bir giriş: Darbeci Çarşı, Çarşı’ya darbe!
12 Eylül 1980 faşist darbesinin 34. sene-i devriyesinde bir taraftar grubu olan Çarşı hakkında darbe suçlamasıyla dava açılması askerin kışlaya çekildiğini göstermesi açısından “olumlu” bir gelişme. Olumlu bir gelişme zira artık yüz binlerce asker ve onların tankı, topu, tüfeği bundan böyle hükümetimiz ve devletimiz açısından bir tehdit olamayacak. Bundan sonra hükümetler miğfer ve tüfekten değil, kaşkol ve bereden korkacaklar.
Roma’da Sezar’a karşı yapılan komployla kavramlaşan “hükümete/devlete darbe” tarihine bir katkıda bulunarak dünyada bir taraftar grubunu darbe yapmakla suçlamak Türkiye’nin tanıtımına bir katkı sunacaktır. Malum, reklamın iyisi kötüsü olmaz.
Diğer birçok kurumumuz gibi yerlerde sürünen futbolumuz için de olumlu bir adım. Bundan sonra Beşiktaşlı “onbir adam” sahada yalnız değil. Arkalarında koskoca hükümeti yıkmayı göze almış taraftar grupları var. Hangi takım Beşiktaş’ı yenmeye teşebbüs edebilir? Alimallah Çarşı hükümeti bırakıp rakip kulüpleri de deviriverir. Bir baktınız Kenan Paşa’nın zamanında Ankaragücü kulübüne yaptığı gibi ligden düşen takımları da kurtarırlar.
Son olarak dünya adalet tarihine de bir katkımız olacak. Ardında yüzbinlerce mağdur, yüzlerce maktul ve binlerce işkence mağduru bırakan askeri bir darbenin yıldönümünde bir taraftar grubunun üyelerinin darbeyle suçlanması yüce Türk adaletinin hukuki birikimini ortaya koymuş olacak. Darbecilerini yıllar sonra yargılayan ve bu konuda bir hukuk külliyatı ortaya çıkaran İspanya, Arjantin, Şili gibi ülkelere darbecilerle nasıl hesaplaşılacağını göstermiş olduk! Dünyaya hukuk dersi vereceğiz artık.
12 Eylül 1980 darbecileri insanlığa karşı suçtan sorumludur
Buraya kadar olan ancak Aziz Nesin hikâyelerinde olur. Ancak işin bir de ciddi/hukuki boyutu var. 12 Eylül dönemindeki gözaltıların, açılan davaların, ülkeden kaçanların, vatandaşlıktan çıkarılanların, infaz, idam ve işkencelerin sayısını yazmaya gerek yok.
Yasaklanan yayınların, toplanan ve yakılan kitapların sayısı ise belli değil.
Kısacası onbinlerce tutuklama, binlerce işkence, onlarca idam, yüzlerce sokak infazı ve kaybetmeler, partilerin, dernek ve sendikaların kapatılması basın ve toplumun ağzıyla “darbe” suçu değildir. Darbe olarak adlandırılan suç tüm bunların yayında az kalır.
12 Eylül faşist darbesi “cebren hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”ten öte, onu da kapsayan bir olaydır. Kısacası “insanlığa karşı suç”tur. O dönem sistematik ve örgütlü biçimde işlenen cinayetler, işkenceler, sürgünler, kaybetmeler vs. bir bütün olarak insanlığa karşı suçu oluşturur. Darbe yapılarak Meclis’in kapatılmış olması, işlenen suçlardan sadece biridir.
12 Eylül’de olan biteni darbeye indirgemek ve dönemim sorumlularını sadece hükümeti ve Meclis’i çalışamaz hale getirmekle suçlamak, öğrenci servisine bomba koyarak çocukları öldüren birini gürültüye neden olmakla suçlamaya benzer.
12 Eylül dönemi cinayet ve işkenceleri yargılanmalıdır
Darbeyle hükümetin yıkılmış olması, darbecilerin işledikleri insanlığa karşı suç oluşturan fiilleri ikinci plana atmıştır. Çünkü devlet ve hükümeti yeryüzü tanrısı gibi gördüğümüz için bireylerin katledilmesinden çok TBMM’nin kapatılmış olması dikkatimizi çekmiş ve yıllar sonra darbeciler Meclisi ve hükümeti ıskattan (düşürme, yok etme) yargılanmışlardır.
Oysa bu suç, darbecilerin sorumlu oldukları suçlardan yalnızca biridir. Böylece darbeciler asıl suçlarından suçlanmadıkları gibi işledikleri suçlardan sadece biriyle suçlanmışlardır. İnsanlığa karşı suçtan sorumlu tutulmadıkları gibi işkence ya da ölümlerden dolayı da suçlanmamışlardır. Bu nedenle iç hukuk (Türk hukuku) açısından insan öldürme ya da işkence suçu zamanaşımına uğramış olsa da bunların toplamının oluşturduğu insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı söz konusu değildir. 12 Eylül bir bütün olarak insanlığa karşı suçtur ve uluslararası ceza hukuku literatüründe de böyle adlandırılır. Yani Şili’de olan Türkiye’de de olmuştur.
Maalesef Türkiye’de devletin kutsallığı bireyden önce geldiği için bireyleri ve toplumu hedef alan siyasi saikle işlenen suçların mağduru da devlet olarak algılanır. Örneğin Sivas Madımak Oteli’nde insan yakanlar bundan ziyade devletin anayasal düzenine karşı suç işlemekle itham edilmişlerdir. Oysa olaylarda birincil mağdur yakılarak öldürülenler, onların yakınları ve öldürülenlerin mensup oldukları siyasi-dinsel gruptur. Ancak bunlar birkaç istisna hariç Türkiye’de hukuk fakültelerinde öğretilmez. O nedenle de Türkiye ile ilgili bütün uluslararası nitelikli davalarda Türkün Türk’e propagandası ile durum halledilir.
12 Eylül döneminin gerçek suçları gizlenmektedir
Sivas olayları davasındaki suçlama ve zamanaşımındaki garabet 12 Eylül Darbe yönetimi boyunca bireylere karşı işlenen yaygın ve sistematik fiillerin nitelenmesinde de söz konusudur. Sivas’ta insan yakanlar cinayetten önce devletin anayasal düzenine karşı suçtan yargılanmışlardır. Çok basit ifadeyle sanıklara niçin adam öldürdükleri değil niçin anayasal düzene karşı çıktıkları sorulmuştur. Böylece cinayetler gölgede kalmış, devlet bireyden önce kendisini koruma telaşına düşmüştür.
Binlerce işkence ve infazdan sorumlu olanlar da bu suçlarından dolayı değil de anca “hükümeti yıkmaya teşebbüsten” sorumlu tutuldular. Failler dışkı yedirip falaka çektiler ama bundan değil de hükümeti yıkmaktan dolayı suçlandılar. Oysa burada suçun ihlal ettiği menfaat devlet ve hükümetten önce ve öte bireylere ve topluma ait menfaatlerdir. Hal böyle olunca gerçek bir ceza adaleti de söz konusu olmamaktadır. Dahası faillerin gizlenmesi ve suçların niteliğinin değiştirilmesi “cezasızlık olgusu” olarak adlandırılan sorunu yaratmaktadır. Bilindiği üzere cezasızlık olgusu ülkemizde yaygın olup hukuk ve adalet siyasetimizin önemli sorunlarındandır.
12 Eylül Darbesi’nin suçlarından dolayı sadece dönemin Milli Birlik Komitesi üyesi olan beş generalden hayatta kalan ikisini suçlamak yasak savmadır. Çünkü işlenen binlerce suçu şimdi hastanede yatağa bağlı durumdaki Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya tek başlarına işlememişlerdir. Bu kişiler dönemin tüm kurumlarına hükmetmiş ve herkese emir vermişlerdir. Ancak o dönemde işlenen suçların faillerinin her biri kendi işlemiş olduğu suçlardan dolayı ayrı ayrı sorumludur. Bu dönemin suçları insanlığa karşı suç olup, zamanaşımı da söz konusu değildir.
Babanız 12 Eylül
Suçlama böyle bir garabetken savunma da altta kalmadı ve “İyi ama biz hükümeti yıkmaya teşebbüs etmedik ki zaten yıktık, artık asli kurucu iktidar, yani devlet biziz” dedi.
Başarılı olup bu rejimi kuran Kenan Evren başarısız olan Talat Aydemir gibi yargılanamaz savunması yapıldı. Gerçekten de Anayasası, YÖK’ü, MGK’si, seçim sistemi ile dimdik ayakta duran bir rejimi inşa edenleri bu rejimi inşayla suçlamak bir evladın babasını reddetmesine benziyor. Yani hukuken karşılığı yok, biyolojik babamız reddedilemez.
12 Eylül darbecileri bu savunmayla Mülkiye Kamu Yönetimi bölümü öğrencilerinin, Mektep’in en eski bölümünün İdari Şube olmasından hareketle, sonradan açılan diğer bölümlere “Babanız Kamu!” diye bağırmasını andırıyor.
“Kaç İsmail!”* yargısı 12 Eylül’ü yargılayamaz
Türkiye’nin siyasi, sosyolojik dinamikleri bir yana, 12 Eylül dönemi suçlularının iki sembolik sanık dışındakileri yargılayıp cezalandırabilmesi mümkün değildir. Adalet ve yargı düzenimizin hali buna imkan vermemektedir. Her şeyden önce yargıya nüfuz etmiş olan “devlet aklı” buna engeldir. Zira devlet aklı 2010’lu yıllarda “Dava aç!” demeseydi, Evren ve Şahinkaya hakkında dava da açılmayacaktı. Maalesef darbecilerin işledikleri suçlardan dolayı yargılanabileceğini zannederek birkaç yıl önce hükümete “bi’ heves” destek vermiş olanlar hayal kırıklığı yaşamış oldular.
Birinci Sonuç: 12 Eylül başarılı olmuştur
1980’li yıllarda insani/ekonomik gelişmede Japonya, Güney Kore, İspanya, İtalya ile karşılaştırılan ülkemiz bugün Roboski, Gezi, Soma, Gaz-Toma, Jet Fadıl, kadın cinayetleri, bonzai, inşaat-beton’dan ibaret “Yeni Türkiye” haline gelmiştir.
12 Eylül darbesinin son iki paşası zaten bu orta oyun bitmeden aramızdan göçüp gidecekler. O dönemin fiilleri bir bütün olarak insanlığa karşı suç oluşturduğu için bu suçlardan dolayı zamanaşımı söz konusu değildir. Bu dönemin failleri hayatları boyunca yargılanabilecekleri korkusuyla yaşayacaklar. Ancak Türkiye’deki hukuksal ve siyasi gerçekler nedeniyle yargılanmaları da zor. “Devletim emretti, ben de yaptım” diyerek avunan bu kişiler, suçlarıyla hatırlanacaklardır.
Maalesef bütün kurumları, ekonomik–sosyal kurgusu ve ideolojisiyle 12 Eylül başarılı olmuştur. Türkiye insani gelişmişlikte çağın gerisine düşmüş, özgürlükler budanmış, şiddet alıp başını yürümüş, örgütsüz bir toplum yaratılmıştır. Örneğin işçi ölümlerinde Türkiye Dünya zirvesine tırmanmış, ama milyonlarca işçinin olduğu bu ülkede 301 madencinin ölümünü protesto etmek için sendikalar bir günlük grev bile yapamamış, dahası 3-5 dakika iş bırakanların maaşı kesilmiştir.
12 Eylül’ün topluma verdiği zararı burjuvazi yeni fark etmiştir
12 Eylül’ün topluma verdiği zararı şimdi fark eden Türk burjuvazisi, zamanında darbeye verdiği destekten dolayı şimdi dövünmeye başlamıştır. Zira 24 Ocak kararlarıyla amaçlanan sağlanmış olsa da Cumhuriyet döneminin birkaç aile şirketi hariç, burjuvazi de dünyadaki benzerlerinin gerisine düşmüştür. Geniş biçimde kamusal kaynaklardan beslenen ve hükümetlerle gelip hükümetlerle giden “Türk tipi burjuvazi” ortaya çıkmış, Türkiye’deki “ahbap-çavuş kapitalizmi” burjuvazinin ihtiyaç duyduğu hukuki güvenliği sarsmaya başlamıştır.
Bunun en somut örneği 8 yıl önce yürürlüğe girmiş olan Kamu İhale Kanunu’nun 20’den çok defa (ihaleler öncesi) gece yarısı “torba yasalarla” değiştirilmesidir.
Sendikaların tırpanlanması örgütsüz işçi sınıfı yaratmış, ancak bu kez eğitimsiz, vasıfsız işçi sayısının artması verimliliği düşürmüştür. Burjuvazinin endüstri meslek liselerinin yaygınlaşmasını isteme nedeni budur.
12 Eylül başarılı olduğu için inşaatı ve AVM’yi ağır sanayi hamlesi zanneden Türk burjuvazisi çevreyi ve kentleri katledip göğü delen rezidanslar, beton bloklar dikebilmiş, devletin tepesindekiler yargı kararlarını tanımadıklarını ilan etmişlerdir. Ancak beton lobisine kötü bir haber vermeliyiz. Türkiye’de henüz duyulmamıştır, ancak “ecocide” yani “çevreyi katletme/çevrekıyımı” diye bir uluslararası suç olduğu fikri yayılmaya başlamıştır. Bu fikrin etkisiyle çevreyi katleden kişilerin cezalandırılması ve şirketlerin kamulaştırılması 5-10 yıl içinde söz konusu olabilecektir. Böyle bir suçun varlığını savunanlar bu suç için de zamanaşımı olmadığını ve sorumluların herhangi bir devlet tarafından yargılanabileceğini ileri sürmektedirler.
İkinci sonuç: 12 Eylül darbecileri kaybetmiştir
Sonuç olarak 12 Eylül Darbesi yakın tarihimizdeki derin bir yaradır. İki paşa dışındaki diğer sorumluların ortaya çıkarılmaması bu yaranın kapanmasını engelleyecek ve bu yara önümüzdeki 20-30 yıl daha acıyacaktır. Son mağdurlar da bu dünyadan göçüp gittiğinde çocuklarımız muhtemelen dünyanın kişi başına en çok beton düşen kasvetli ülkesinde 1980’li ve sonraki yılların kudretlilerini anımsamayacaklar.
12 Eylül ve şürekâsı hepimizi çok korkuttu, hepimizin canını yaktı. Bu satırları yazan ben, babamla ve annemle sobada kitaplar yakmıştım. Anlamamıştım, ilk kez soba harıl harıl yanarken üstünde çay demlenmemişti. Sonraki günler köye cemseler gelip gitti. Götürülenlerden kimilerini yıllar sonra görebildik. Sonraki sene (1981) Orta 1’deyken Kars’a gelen “Cumhurbaşkanı Kenan Evren”i elimizde bayrakla selamlamak için saatlerce kış soğuğunda bekletilip altımıza işetilmiştik. Böylece darbeden önce devrimcilerin “Kurtarılmış Bölge” olarak ilan ettikleri Kars, devletimizce yeniden kurtarılmıştı. Ellerine bayrak tutuşturulan bizler de TRT bülteninde “Paşa’ya sevgi gösterisinde bulunan halk” olarak yer almıştık. Yatılı okuldaydık ve akşam televizyona çıkacağımız için heyecanlıydık! Oysa şimdi Evren ve şürekâsı sadece Paşa’yı beklerken soğukta altına işeyenler bizlerin değil, elimize bayrak tutuşturanların da gözünden düşmüş durumda. Çünkü burası Türkiye, burada herkes durumun farkındadır ama utanmak için uygun zamanı kollamaktadır.
12 Eylül’ün sorumluları çok kan akıtmış, çok can yakmıştır. Ama 12 Eylülcüler yenildiler ve kaybettiler. Çünkü “o çocuklar” hala hayatta! Başına gelen gaz fişeğiyle suratı dağıldı ama hala çok güzel ve temiz çocuklar. Çarşı’yı darbeyle suçlamalarının, Çarşı’ya darbe yapmalarının ve Çarşı’dan korkmalarının nedeni bu. (DA/HK)
* "Kaç İsmail, Kaç" 27 Temmuz 2014
** Fotoğraflar: AA Arşiv
*** Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.