30 yıl sonra, bana işkence yapanlar ve darbeciler hakkında - binlerce diğer 12 Eylül döneminde işkence görenler gibi- dava açıyorum. Adalet isteyeceğim. Suç duyurusu, bana yapılan işkencelerin sorumluları olarak cuntacı generalleri, o dönemde Adıyaman´da görev yapmış asker-polis teşkilatı sorumlularını ve işkenceye katılmış memurları kapsayacak. Ayrıca, yaşadığım maddi ve manevi kayıplarımdan dolayı tazminat davası açacağım.
Suç duyurusunu, 23 Kasım 2010 salı günü, diğer işkence gören davacılarla birlikte ve İHD Adıyaman şubesinin kampanyası çerçevesinde yapacağız. Önce eski Pirin işkencehanesi önünde buluşup bir basın açıklaması yaptıktan sonra, savcılığa gidip dilekçelerimizi vereceğiz.
İnsanlığa karşı işlenmiş suçların -bu arada işkence suçlarının- zaman aşımı olmadığını biliyorum. Adaletin tecelli edip etmemesi birçok şeye bağlı ve belirsiz. Ama ben bunu ülkeme, onun geleceğine ve insanlığıma karşı sorumluluğumun bir gereği olarak yapacağım.
Bizim hikayemiz...
Suç duyurusuna konu olan hikayemiz kısaca şöyle:
12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından gelen o kara günlerden Adıyaman ve Tut'ta nasibini almıştı. Adıyaman merkeze yakın Pirin'deki eski yatılı ilköğretim okulu askerler tarafından el konularak işkence merkezi haline getirilmişti.
Binlerce işçi, köylü, öğrenci, öğretmen, memur, genç, ihtiyar orada akıl almaz işkencelerden geçirildi. İnsanlara, gözleri bağlı ve çırılçıplak soyulmuş olduğu halde kaba dayak, falaka, elektrik verme, soğuk su tutma, filistin askısı, "tren" dedikleri tavana asma, haya sıkma, cop sokma, aç ve uykusuz bırakma gibi insanlık dışı işkenceler uygulandı.
Kocaman insanların işkencedeki çığlıkları, 24 saat boyunca bütün binayı sarardı. Yoldaşlarım Burunçayırlı Yusuf Ali Erbay ve Kevcelili Halil Uluğ bu işkenceler sırasında katledildiler. Besni'de görev yapan ve o zamanki örgütlerle hiçbir alakası olmayan bir diş doktoru Abdullah Paksoylu işkencelere dayanamayarak Pirin'deki hücresinde intihar etti.
İşkenceler Pirin ile sınırlı kalmıyor, asker ve polis karakolları insanlarla dolup taşıyor, köyler basılarak köylülere topluca eziyet ve hakaret ediliyor, kahvehane ve evler basılarak topluma tam bir korku ve onursuzlaştırma yaşatılıyordu.
Alevi-Kürt köylülerinin bıyıklarının yarısı kesiliyor, köy meydanında kadınlar kocalarının sırtına bindirilip yürütülüyor, Adıyaman cezaevindeki Türkçe bilmeyen Kürt köylülere, sabaha kadar "Atatürk'ün gençliğe hitabesi" ezberlettiriliyordu.
Tut'ta da onlarca kişi tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, karakolun bacak kadar başçavuşu Tutlulara kan ağlatmıştı. Tutuklanıp işkencelerden geçirilen, yıllarca hapiste yatırılan, işlerinden, memleketlerinden edilenler en başta - her yerde oldugu gibi- Tut´un sosyalist devrimcileri ve onların yakınlarıydı.
Ben 20 Ocak 1981'de tutuklandım, 73 gün Pirin'de kaldım, çok yoğun işkenceler gördüm. İşkencecilerin "General" diye çağırdıkları iri yapılı asker gardiyan gözlerimi bağlayıp, beni bir çuval gibi sırtlayıp işkence odalarına indirdikten sonra bayılana kadar işkence görüyor, sonra yine aynı asker tarafından, buz gibi hücreme, betonun üzerine atılıyordum.
"Tren" denilen kollardan tavana asma işkencesinde en uzun kalma rekoru kırdığımı söylemiş bir asker gardiyan, bir başka tutuklu arkadaşa. Bu "rekor"dan dolayı sağ kolumu ve parmaklarımı yedi ay kadar oynatamamıştım. 2 Nisan 1981'de Adıyaman cezaevine kondum ve 30 Ağustos 1984'te de Mersin cezaevinden tahliye oldum.
Adalet istiyorum...
12 Eylül faşist askeri darbesinin üzerinden 30 yıl geçti. Toplum hala, darbeciler tarafından üzerine zorla giydirilmiş bu "deli gömleği"ni çıkarmaya çalışıyor. Hala gayrimeşru 12 Eylül anayasası tam değiştirilemedi, hala darbeyi yapanlar ve işkenceciler topluma hesap vermiş değil.
En son yapılan kısmi anayasa değişikliği, generallerin kendilerini ve işkencecilerini korumak için anayasalarına koydukları 15. maddenin de kaldırılmasını sağladı. Yani artık onlar hakkında dava açılabilecek.
Darbeci generallerden ve işkencecilerden hesap sorulmasını istemek intikam alma duygusuyla hareket edilen bir istek değildir. Bu bir adalet isteğidir. Adalet; işkence görmüş kişi için geçmişiyle barışması, toplum için normalleşme, ülke için geçmişin sırtına yüklediği yükten kurtularak geleceğe, toplumsal barış içinde refaha ve demokrasiye doğru ilerlemesi anlamına gelir.
Hiç kimse tarafından, hiç kimseye, hiç bir sebepten dolayı işkence yapılmayan bir Türkiye ve Dünya özlemiyle... (EÜ/EÖ)
(*) Yazı turnusol.biz sitesinde yayınlandı.
(**) Hamza Demir, İsveç'te Sol Parti yöneticisi