Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980'de emir ve komuta zinciri içinde "milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadığı" gerekçesiyle darbe yaptı.
Darbeden sonra kurulan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı Kenan Evren oldu. MGK üyeleri ise Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun'du...Yönetime el koydular.
Günümüzde Kenan Evren dışında, bir çoğunun adını kimse anımsamıyor!...
12 Eylülcülerin "yargılanması" Anayasa'nın Geçici 15 .maddesi ile yasaktır.
12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanacak TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar geçen süre içinde yasama ve yürütme yetkisini kullanarak yasa yapan Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin ve Danışma Meclisi'nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali ve hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez. Bu maksatla yargı mercilerine başvuru yapılamaz. Hatta ve hatta bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, mercii ve görevlilerince uygulanmasından dolayı karar alanlar ve uygulayanlar hakkında da cezai, mali ve hukuki sorumluluk "iddiası" ileri sürülemez ve yargıya başvurulamaz. (Geçici 15. maddenin birinci fıkrası)
12 Eylül'ü yapanların ve uygulayıcılarına "yargı dokunulmazlığı" sağlayan bu madde onların "koruma kalkanı" dır. Geçmişteki eylemleri yargılanamaz (!?).
Geçici 15.maddenin kaldırılması ve cuntacıların yargılanması yeniden gündeme getirildi.
Buna karşı çıkan 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in değerlendirmesi : "Bu kadar yıldan sonra, bu konu gündeme getiriliyor. Bugüne kadar akılları nerdeymiş? İnsana bunu sorarlar. Ayrıca 12 Eylül öncesindeki koşullar da unutulmasın. Neydi onlar? TBMM aylarca cumhurbaşkanı seçemiyordu. Altı ay başka bir konuyu bile görüşemedi, karar alamadı. Türkiye'de her gün 10, 15, 20 genç öldürülüyordu. Sağdan da soldan her gün gençlerimiz hayatlarını kaybediyordu. Biz ne yapacaktık? Bu durumu seyredecek miydik? Seyredemezdik. Başka ne yapabilirdik?"
"Halka sorsunlar" diyen Evren, ardından hiç yargılamaya gerek olmadığını söyleyerek "intihar ederim" demiş..
"Önce şunu söylemek lazım, biz o Anayasa'yı halkoyuna sunduk. Halk yüzde 92 oyla onay verdi. Şimdi Anayasa'yı değiştirelim, geçici 15. maddeyi kaldıralım, diyorlar. Ben de şunu söylüyorum; halka sorsunlar. 12 Eylül'ü halk desteklemiştir. Yüzde 92 oy bunun kanıtıdır. Şimdi aynı yolu kullansınlar, halka sorsunlar, diyorum. Eğer halk 'evet' der, geçici 15. maddeyi kaldırırsa, o zaman hiç yargılamaya da gerek yok, ben intihar ederim!" (Fikret Bila 26 Haziran Cuma 2009 Milliyet)
Kimse intihar etmesin. Gerek yok. Tek başına kimse sorumluluğu üstüne alıp, halka sormaya kalkışmasın. Ancak 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası her ölümden çıkarılması gereken "sorumluluk", yönetime el koyanlar tarafından kendi "sorumsuzluklarına" ve "dokunulmazlıklarına" dönüştürülmüşse, ortada hesap verilmesi gereken demokrasi sorunu ve onu kesintiye uğratan "sorumlular" var demektir... Ölenlerin çarpım tablosu veya öldürülenlerin istatistik bilgileri değildir darbelere meşruluk kazandıran...
İnsanların korkuları artırarak, sokak ortasında adam öldürenleri yakalamaktan imtina edip güvenlik adına yönetime el koyanların yarattığı faşizmi masum sayabilir miyiz?
Güvenliği sağlamak adına yeniden suç tipleri yaratarak ve "ülke güvenliği için" darağaçları kuranların idamları çoğaltması meşru mudur?
İnsan haklarını ihlal ederek, insan haklarının korunduğu (!?) tek ülke herhalde ve sadece Türkiye'dir. Galiba benzeri başka bir ülke yok...
Ama bilinmektedir ki; 12 Eylül öncesi ve sonrası ortaya çıkan, hepimizin hayatını derinden etkileyen her şey, hepimizi ilgilendirmektedir ve ilgilendirmelidir de...
Demokratik hukuk devleti insan hak ve özgürlüklerini korumak ve yaşama geçirmekle yükümlüdür.
Aksine düzenleme olabilir mi?
Ünlü insan hakları savunucusu ve ceza hukukçusu M. Cherif Bassiouni "Küreselleşme Çağında Uluslararası Cezai Adalet" başlıklı yazısının sonunda şunları söylüyor:
"İdeolojik nedenlerle insan hakları hareketlerine karşı cephe oluşturmuş olanlar, insanların korkularını arttırmak için suçun ne kadar tehlikeli olduğu fikrine dayanacak ve böylece bizim kanunun normal işleyişi olarak görmeye başladığımız ciddi ihlalleri haklı gösterebilecektir. Deneyimler bize hakkın sınırlandırılmasının hiçbir zaman güvenliğe katkı sağlamadığını ama her zaman diktatörlüğü geliştirdiğini göstermiştir." (Suç ve Ceza Dergisi 2008 Sayı 4 Sayfa 111-187)
Benjamin Franklin'in Özgürlük Anıtı'nda yazılı olan "Güvenlik için özgürlüklerinden fedakarlık edenler, ne özgürlüğü ne de güvenliği hak eder." sözlerini çağımızda çok daha anlamlı buluyorum.
Unutmamak...İhlalleri hatırlamak! Hatırladıkça insan hakları hukuku ihlallerini engellemek...
George Santayana'dan bir alıntı: "Eğer geçmişten ders çıkaramaz ve kişisel dokunulmazlığı durduramazsak aynı hataları yeniden yapmaya ve sonuçlarına katlanmaya mahkum oluruz."
İhlalleri hatırlamak ve failleri adaletin önüne çıkarmak bizim kendi insanlığımıza karşı bir görevimizdir ve ileride gerçekleşebilecek uluslararası insancıl ve insan hakları hukuku ihlallerini engelleyebilmemizin tek yoludur.