12 Eylül 2010 referandumunda toplumda 'evet' ve 'hayır' olarak vücut bulan yarılma hatırlayacağımız gibi sol/sosyalist siyasetler içerisinde 'yetmez ama evet', 'hayır' ve 'boykot' olarak şekillendi.
Askeri vesayetin geriletilmesi adına Türkiye için önemli bir tarih olan 12 Eylül 2010'nun üzerinden yaklaşık 1,5 yıl geçmesinin ardından, 4 Nisan 2012 tarihinde 12 Eylül darbecilerinden Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın ilk yargılamasının başlayacağı kesinleşti.
Bu gelişmelerle birlikte biraz geriye doğru dönüp baktığımızda, özellikle de 'hayır' kanadında ciddi olarak argüman değişikliklerine rastlıyoruz. Önce, 'geçici 15. madde kaldırılsa dahi darbeciler yargılanmazlar' olarak şekillenen argüman, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında savcılık soruşturması açılması, ifadelerinin alınması ve iddianamenin hazırlanmasıyla beraber, 'AKP'nin göz boyaması' olarak değişti.
İddianamenin mahkemece kabul edilmesi, ilk duruşmanın 4 Nisan tarihi olarak kesinleşmesi ve iddianamenin kamuoyuyla paylaşılmasının ardından ise '12 Eylül aklanıyor' şeklinde bir argüman ortaya çıktı.
Hazırlanan iddianamede 12 Eylül darbecilerinin aklandığı iddiası şüphesiz öncekilere göre çok daha radikal ve başlayacak olan dava sürecine dair çok daha umutsuz bir argüman.
Diğer tarafa, 'yetmez ama evet' diyen kesime baktığımızda ise, askeri vesayetin bitmediği, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanmasının yetmeyeceği; dönemin sıkıyönetim komutanlarının, valilerinin, emniyet müdürlerinin, MİT görevlilerinin, askeri hâkimlerinin, işkenceye uğrayanlar için 'işkence görmedi raporu' veren doktorlarının da yargılanması gerektiği, ancak bu şekilde 12 Eylül'ün mahkum edilebileceği görüşü hâkim. Aynı zamanda, 'hayır' kanadının da ifade ettiği gibi, iddianamede yer alan birtakım çarpıtmalara karşı da genel bir ortak mücadele çağrısı var.
İddianameyi nasıl okumalı?
Dava iddianamesini okumadan önce birtakım ön kabullerden arınmak ve gerçekçi olmak gerekiyor. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla birtakım askerlerin AKP eliyle tasfiye edildiği, AKP'nin "ikinci cumhuriyetin ordusunu" kurduğu ve bütün bunlara askeri vesayete karşı demokrasi mücadelesi süsü verdiği gibi gerçekçi olmayan iddialar ve ulusalcı bakış açısına özgü "cumhuriyet elden gidiyor" paranoyasıyla yola çıkan bir sol başarılı olamaz.
Aynı zamanda, referandum sonrası gelişen süreçte ve bu dava ile askeri vesayetin bitirildiği, artık Türkiye'de askeri darbe gibi bir şeyin olamayacağını ve bütün bunların AKP sayesinde olduğu gibi ülke gerçeklerine uzak iddialarla demokrasi mücadelesi veren birtakım çevreler de 12 Eylül'ü mahkum etmek konusunda başarılı olamazlar. İddianameyi okurken ve başlayacak olan dava sürecini irdelerken bu tarz ön kabullerden arınmak gerekiyor.
Buna karşın, dava iddianamesinin bir insan hakları savunucusu ya da bir sosyalist tarafından hazırlanmadığının da unutulmaması gerek. Zaten bu nedenledir ki, iddianamede bir çok çarpıklık/çarpıtma var. Peki, bunlardan bazıları nelerdir?
İddianameyi okuduğumuzda gözümüze çarpan temel şeylerden biri, darbenin önlenemeyişinin sebebi polis ve öğretmenler gibi kamu çalışanlarının örgütlenmiş olması. POL-DER ve TÖB-DER gibi sol/sosyalist örgütlenmelerden yakınıyor Sayın savcı!
Aynı zamanda, sendikal mücadeleye de atıfta bulunuyor ve, "Solcu sendikal örgütlenmeler sola, sağcı sendikal örgütlenmeler ülkücülere hizmet etti ve cunta bundan yararlandı" diyor.
Bir diğer nokta ise Fatsa deneyiminin çarpıtılarak iddianamede yer verilmesi. Savcıya göre, "milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer"miş Fatsa. Bu nedenle Fatsa'ya "takdir edilmesi gerekenin" yapıldığı, Maraş katliamında da Maraş'a benzeri şekilde müdahale edilmesi gerekirmiş.
Şüphesiz bu çarpıtmalar kabul edilebilir nitelikte değil. Ancak bunlar bile iki darbeci generalin yargılanacağını ve savcılığın bir süre önce 500'e yakın yeni isim (bir kısmı toplumun yakından tanıdığı, önemli isimler) hakkında yeni bir soruşturma başlattığı gerçeğini değiştirmiyor.
Ne yapmalı?
Darbecilerin 4 Nisan tarihinde müebbet hapis cezası istemiyle yargı önüne çıkacak olması bir kazanımdır. Şu veya bu şekilde olsun, yetersiz sayıda kişi de olsa yargılanacak olan isimler hepimizin hayatına müdahale etmiş, bir şekilde yönlendirmiş, kimilerimizin ölümüne, kimilerimizin işkenceler sonucu sakat kalmasına, kimilerimizin idam edilerek öldürülmesine sebep olmuş isimlerdir.
Evet, yetmez! 12 Eylül'ü mahkum etmek için bu kadarı yetmez. Dönemin tüm suçluları; sıkıyönetim komutanları, valiler, emniyet müdürleri, MİT görevlileri, askeri hâkimler vb. bir bir tespit edilip haklarında hukuki işlem başlatılmalı ve yargı önüne çıkarılmalı. Ancak ve ancak bu şekilde 12 Eylül'ün bütün bir çirkin yüzüyle hesaplaşılabilir.
Diğer yandan, bu, başlayacak olan davanın önemsiz olduğu anlamına da gelmemektedir. Bugün darbeciler yargı önüne çıkarılıyorsa, siyasî iktidarın isteğiyle değil; yıllardır darbelere ve askerî vesayete karşı aşağıdan örgütlenilen mücadelenin sayesindedir.
4 Nisan'da başlayacak olan dava ile darbe ve askeri vesayet karşıtı mücadele bir dönüm noktası yaşayacak. Yapılacak tek şey var; o da demokrasi mücadelesinin büyütülmesidir. 4 Nisan'daki duruşmayla beraber, yıllarca verilmiş olan kavganın kazanımı olarak bir kapı aralanıyor. Bizlerin yapması gereken, birlikte bir mücadele yürütüp o kapıyı omuzlayarak ardına kadar açmaktır.
* Batuhan Kurtaran, İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğrencisi