Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz 12. Beş Yıllık Kalkınma Planını TBMM’ye sundu. Plan kamuoyunda pek ilgi çekmediği gibi muhtemelen mecliste de pek ciddiye alınmayacak bir görüşme sürecinden sonra kabul edilecek.
Son dönemlerdeki planlar böyle. Devletin işleyişi için bir zamanlar yerleşmiş bir şekil şartı olarak görülüyor. Her beş yılda bir yazmak lazım, sonra işimize bakarız, gibi bir hal var. Bu bakışın hissedilmemesi mümkün değil zira plan metnine yazılanlar ile yapılanlar arasında ilgi kurulamıyor.
Böyle bir planın ciddiye alınmamasında şaşılacak bir şey yok. Fakat sorun sadece uygulamada da değil. Gayriciddi yaklaşım planın hazırlanmasına da yansıyor.
Bir metnin plan olarak tanımlanabilmesi için –teknik çalışmalar bir yana- hiç olmazsa en az iki özellik taşıması gerekir. Son dönemlerde hazırlanan planlar ve bu arada 12. Plan bu özellikleri taşımıyor.
Planın hedefi dönüşümdür
Birinci özellik, planın mevcut yapıyı dönüştürmeyi hedeflemesidir. Özellikle ‘kalkınma planı’ adı verilen süreçten söz ediyorsak, bu hedef bir zorunluluktur.
Kalkınma planı, ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını gelecek bir tarihte, hedef alınan nicel ve nitel özellikleri taşıyan bir yapıya dönüştürmek için önceden yapılan tasarımdır. Yani geleceğe yönelik bir işlemdir, geleceğin tasarlanmasıdır.
Ancak burada bir ayrım yapmak gerekir. Bütün sosyo-ekonomik yapılar zaten iradi bir müdahale olmaksızın da değişim halindedir. Dolayısıyla gelecekte ister istemez farklı özellikler taşıyacaklardır.
Mevcut yapıların kendiliğinden değişmesine ve bu değişimin tahmin edilmesine ilişkin tasarımlar plan sayılamaz. Plan, kendiliğinden değişimi de dikkate alan, ancak bununla yetinmeyen ve amaçlara ulaşılması için gerekli müdahaleleri de kapsayan bir çalışmadır.
Bu bize planın bir dönüştürme aracı olduğunu söylüyor. Eğer bazı şeylerin mevcut halinden memnun değilseniz ve dönüştürmek istiyorsanız plan yaparsınız. Dönüştürmeyi düşünmediğiniz bir şey için plan yapmanıza gerek yoktur, o zaten yerindedir ve zaman içinde kendi kendine değişecektir.
Böyle bakınca, bütün kurumların önümüzdeki beş yıl boyunca aşağı yukarı ne kadar faaliyet göstereceğini tahmin ederek yapılan hesaplara plan dememek gerekir. Beş yıl boyunca normal şartlar altında ne kadar yol yapılacağı, ne kadar turizm teşviki verileceği, kaç çocuğun okula gideceği, kaç ton buğday üretileceği tahmin edilebilir. Fakat bu tahminleri bir metinde toplamak plan anlamına gelmez.
Basit bir örnek vermek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. 12. Planda, plan dönemi boyunca orta ve dar gelirliler için toplam 375 bin konutun yapılacağı belirtiliyor. 2022’de yapı ruhsatı alan konut sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 10 azalmasına rağmen, 650 bin olmuş. Aynı yıl yapı kullanma izni alan konut sayısı da 630 bin olmuş.
Yani önümüzdeki beş yıl boyunca, eğer ülke ekonomisi daha da batırılmazsa, zaten 3 milyonun üzerinde konut yapılacak. Kalkınma planı, 3 milyon konutun 375 binin orta ve alt gelir grupları için olacağını söylüyor. Bu inşa edilen konutların yüzde 10-15’i kadar konut demektir. Bu rakam olağan koşullarda, plana gerek olmadan, fazlasıyla zaten karşılanacak olan bir düzeyi gösteriyor.
Böyle bir plan hedefi olmaz. Hiç plan yapılmasa da inşa edilen konutların en az bu kadarı orta ve dar gelir grupları için olurdu. Planda kamu kurumları için konan hedeflerin çoğu bunun gibi, rutin çalışma ile zaten ulaşılan hedefler.
Tabii hepsi böyle değil. Planda çok iddialı hedefler de var. Fakat burada da, bir metnin plan sayılabilmesi için gereken ikinci şart ihlal ediliyor.
Plandan ilk beklenen tutarlı olmasıdır
Söz konusu şart tutarlılıktır. Planlama sürecinde mümkün olduğunca çok sayıda değişken bir arada ele alındığından, tüm değişkenler ve hedefler arasında tutarlılık sağlanması zorunludur.
Planlama bir dizi hedefi ve bir dizi değişkeni kapsadığından, bunların birbirinden bağımsız ele alınması düşünülemez. Tabii ki gerçek yaşama ilişkin tüm değişkenlerin önceden kestirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle belirleyici olduğu düşünülen değişkenleri içeren modeller kullanılır. Bu modellerin tutarlı olması beklenir.
Ekonominin hedefleri genellikle birbiriyle çelişkilidir. Bu yüzden bir konuda saptanan hedefin diğer hedeflerin gerçekleşmesini engelleme olasılığı vardır. Planın tutarlı olması öncelikle hedeflerin uyumluluğunu gerektirir. Ayrıca hedefler ile kullanılan araçlar ve yöntemlerin arasında da tutarlılık sağlanmalıdır.
12. Planda böyle bir tutarlılık söz konusu değil. Bazı konularda –öyle olması beklenir diye- temenni niteliğinde hedefler konmuş. Bunlar önemli ve güzel görünen hedefler fakat planın bütünü ile tutarsız, araçlarla desteklenmiyor, inandırıcı değil.
Planda, hiçbir yapısal değişim olmadan ulaşılması beklenen hedeflerden en inanılmazı, Türkiye’nin beş yıl içinde İnsani Gelişme Endeksi’nde (HDI) ilk 20 ülke arasına girmesi. Türkiye halen bu endekste 48. sırada. Yunanistan’ın da 33. sırada olduğu bir endeksten söz ediyoruz.
Bununla beraber bir de müjde var. Plan döneminde katılımcı bir süreçle ‘insan hakları eylem planı’ hazırlanacakmış. İnsan hakları hazırlığını beş yıla sığdırmak büyük başarı. Bu durumda 13.-14. Plan dönemlerinde de uygulanmasını bekleyebiliriz.
Bir başka mucizevi hedef, Türkiye’nin beş yıl içinde Küresel Yenilik Endeksi’nde (GII) ilk 10 ülke arasına girmesi. Türkiye bu endekste halen 37. sırada. Ayrıca endeksin Batı Asya grubunda 4. sırada. Bölgede Türkiye’nin önünde İsrail, Kıbrıs ve Birleşik Arap Emirlikleri var.
Bu hedefe nasıl ulaşılacak derseniz, araştırma geliştirme harcamalarının artırılması suretiyle cevabını alabilirsiniz. Fakat cumhurbaşkanı yardımcısının sunuşunda Ar-Ge’nin GSYH içindeki payının bir yerde yüzde 4’e, bir yerde de yüzde 2,05’e yükseltileceği belirtiliyor.
Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı halen yüzde 1,40 düzeyinde. Bu pay Avrupa Birliği’nde yüzde 2,27, Çin’de yüzde 2,40, ABD’de yüzde 3,45 düzeyinde. Türkiye’de bütün Avrupa ülkelerinden düşük. Zaten harcamaları kamunun değil özel sektörün artırması temenni ediliyor. Ar-Ge’de özel sektörün payı yüzde 61’den yüzde 67’ye çıkacakmış.
Bu konuya dair bir tutarsız hedef de üniversitelerle ilgili. En az 10 üniversitenin dünya üniversiteler sıralamasında ilk 500’e girmesi hedefleniyormuş. Türkiye’de bir zamanlar hiç olmazsa 3-4 üniversite bu sıralamaya girerdi, şimdi hiçbir üniversite giremiyor. Üniversiteleri gerçek anlamda üniversite olmaktan çıkaran bir yönetimin rakamları böyle rastgele kullanmasına ne ad verilebilir.
On üçüncüsünün gerçek plan olmasını dileyelim bari.
(BD/HA)