Sorunun soruluş tarzından da anlaşılacağı üzere, 11 Eylül'ün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ya da Arap ülkelerinde, İngiltere ya da Türkiye'de gazeteciliği ne derecede ve nasıl etkilediği tartışıldı.
MSNBC, BBC ve Arap medyasından yetkililer, konuyu ele alırken, bir yıllık uzaklığı da hesaba katarak, 11 Eylül 2001'in nasıl aktarılıp izlendiği ve bugünkü etkileri hakkında değerlendirmeler yaptı.
ABD bayrağa sarıldı
MSNBC'nin dünya haberleri editörü Preston Mendonhall, 11 Eylül'ün ABD için olağanüstü bir olay olduğunu, tüm ülkenin ve tüm Amerikalıların şoka girdiğini hatırlattıktan sonra bu durumun kaçınılmaz olarak basına da yansıdığını söyledi.
ABD'nin bir savunma refleksi geliştirdiğini ve bayrağa sarıldığını hatırlatan Mendonhall, Amerikan medyasının Afganistan'a, İslam dünyasına ve genel olarak Doğu'ya yönelik kışkırtıcı yayınlarına değinmedi, özgürlüklerin kısıtlanmasına, sansüre de hiç yer vermedi ama bayrak ve yurtseverlik tutku ve dalgasından söz etti.
Mendonhall'a göre, 11 Eylül'ün hemen sonrasında objektivite biraz kaymıştı ama artık eski rayına oturdu.
Yayıncılıkta aklın yerine duygusallık
BBC'nin 'editorial policy controller'ı (Yayın politikası denetmeni) Stephen Wittel, 11 Eylül sonrasında, Amerikan medyasındaki havanın İngiltere'ye hatta BBC'ye bile bir ölçüde yansıdığını kabul etti ve bu tür yayıncılıkta "Aklın değil duygusallığın ön plana geçtiğini" söyledi.
Arap Birliğinin Londra eski Büyükelçisi, gazeteci Giyat Amanasi ise, 11 Eylül sonrasında Batı medyasının gözlerini Arap dünyasına çevirdiğini hatırlattı ve bu bakışın altında, aslında Arapları zanlı koltuğuna oturtan anlayışın yattığını söyledi.
Terörizm terminolojisi
Üç gazeteci bu genel girizgahtan sonra, özellikle kriz dönemlerinde medyanın temkinli olması gereği çerçevesinde, kullandığı terminolojiyi tartıştı. Tabi ki bu alanda en önemli örnek, "terör", "terörizm", ya da "terörist" sözcüğü.
MSNBC yetkilisi, "Terör suçundan yakalanıp, yargılanan ve mahkum edilen kişilerin dışında, kimseye terörist demiyoruz" derken, bu sıfatı mümkün olduğu kadar kullanmamaya özen gösterdiklerini söyledi.
Fox TV'den magazin programı yöneticisinin silaha sarılıp Afganistan'a Bin Ladin'i vurmaya gittiğini MSNBC yetkilisi söylemedi ama program yapımcısı bu bilgiyi başta vermişti.
Teröristler ve Özgürlük savaşçıları
BBC sorumlusu ise, Dünya Servisinde, alıntıların dışında "terörist" sözcüğünü hiç bir zaman kullanmadıklarını belirtti. Ancak BBC'nin yerel yayınlarında "terörist" sözcüğünün zaman zaman kullanıldığını hatırlattı.
Wittel, "Bir saldırı doğrudan sivil hedefe yönelikse ve sadece siviller zarar görürse bu eyleme terör saldırısı denebilir" dedikten sonra kimi grupların "terörist" olarak nitelenmesinin sakıncalarını gündeme getirdi:
Birisinin terörist dediğine bir başkası özgürlük savaşçısı diyor. Üstelik terörist denilen gruplar bir-iki hafta içinde o yörenin meşru hükümeti olabiliyor'.
Şahadet operasyonu
"Terör" ve "terörist" sözcüklerinin medyada kullanımının Arap dünyasında da tartışma ve çelişki yarattığını aktaran Amanasi, 11 Eylül'ün terör saldırısı olduğunu kabul ettikten sonra, terör ve terörist sözcüklerinin Filistin-İsrail çatışması bağlamında çok kolay kullanılamayacağını söyledi: "Batı medyasının İntihar Komandosu ya da İntihar Bombacısı diye adlandırdığı kişilerin eylemleri, Arap medyasında genel olarak Şahadet Operasyonu olarak geçiyor. Gerçi terör ya da Şahadet sözcüklerini de kullanmayan tek tük gazete var ama..".
Programın Türkiye ayağına ilişkin soruları da ben yanıtladım. Yaklaşık 10 dakikalık bu bölümü kaydedip dinledikten sonra bazı tezleri yazılı olarak geliştirmeye çalıştım:
Objektivite kesköse?
Önce usul hakkında kısa bir not: MSNBC'deki , BBC'deki ve Arap meslekdaşla aynı zamanda hatta olamadığım için onların değerlendirmelerini sorgulama imkanı yoktu. Ama...Mesele keşke sadece "terör", "terörist" sözcüklerinin kullanımıyla sınırlı kalsa. Ya da akılla duygu arasındaki çelişki meseleyi çözse...
Günlük gazetecilik, habercilik pratiğinin içinde boğulanlar, bu süratten belki de göremiyor ya da haber müdürü, kontroller filan olunca, mevki-makam-gelecek kaygısıyla yaptığı işe eleştirel yaklaşamıyor olsa gerek.
11 Eylül öncesinde ya da sonrasında medya tahlili, medya eleştirisi yaparken, medya mülkiyeti, medya-siyasi iktidar, medya-ideolojik iktidar ve tabi ki medya- iktisadi iktidar ilişkilerine değinmeden, bu alanları ve ilişkileri tahlilin ortasına oturtmadan mesele anlaşılabilir mi?
Kim için ve nasıl gazetecilik
Tayin edici soru, neden, kimin için ve nasıl gazetecilik yapıyoruz? Özel çıkarla kamu çıkarını ayırt edemeyen bir yaklaşım, medyanın gerçeği nasıl yansıttığını anlayamaz. Tayin edici çıkış noktası bu. İster muhafazakar ister ilerici olsun, her kim ki bu sorulara ayrıntılı, ikna edici yanıtlar vermeden medyayı anlayamaz.
ABD'de çıkan bazı eleştiri ve özeleştiri yazılarında, yüzeysel bir şekilde, medyanın Beyaz Saray'a olan mesafesini kaybettiği, o kaynaktan gelen her bilginin denetlenmeden yayınladığı yazıldı.
Fox Tv türü "trash TV"lerin aşırı milliyetçi, Müslüman karşıtı yayınları hafifçe kınandı. Yine yönetimin koyduğu sansüre karşı yeteri kadar karşı çıkılmadığı yazıldı. Sonuç olarak "kısa bir süre için de olsa" bazı temel gazetecilik ilkelerinin rafa kaldırıldığı itiraf edildi.
Ama medya-Beyaz Saray ideolojik birlikteliği, ABD'nin Ortadoğu politikası, silah sanayi, enerji kaynakları gibi tayin edici meseleler hakkında yaygın medyada derin, muhalif, teknik ve mesleki yanı da güçlü bir tahlile ben şahsen rastlayamadım.
BBC'deki yayınla ilgili tezler
Şimdi doğrudan BBC'deki yayınla ilgili olarak sonradan geliştirmiş bazı tezler:
Soru: Türkiye medyası 11 Eylül'den sonra objektivitesini kaybetti mi?
- Olmayan bir şeyi kaybetmek zor...Amerikalıların kullandığı anlamda, medyada objektivite, bir olguyu, bir fikri bozmadan, tahrif etmeden, herhangi bir şey eklemeden, herhangi bir şey çıkartmadan, eksiltmeden vermek, yayınlamak anlamına geliyor. Bu zaten gazeteciliğin temel ilkelerinden biri.
- Ama bu ilke 11 Eylül'den önce de sonra da, ne ABD'de ne de Türkiye'de vardı. ABD medyası 11 Eylül'ün nedenini hiç bir zaman ciddi bir şekilde araştırmadı, sorgulamadı.
- 5N 1K kuralında, "Neden?" sorusunu neredeyse gündeme bile getirmedi. Varsa yoksa Bin Ladin dedi... Amerikan medyasının, hem içerik hem de sistem olarak, bir propaganda sisteminden söz ediyorum, sıkı izleyicisi, hatta kopyacı vagonu olan Türk medyası da aynı olumsuzluğu sergiledi.
- İlginç bir çelişki var: Türkiye, nüfusunun çoğunluğu itibariyle Müslüman bir ülke, tarihi, coğrafi, kültürel ve jeostratejik açıdan da bir Doğu ülkesi. Ama 1991 Körfez Savaşında olduğu gibi 11 Eylül'den sonra da Türk medyasında Amerikan kökenli İslamiyet ve Doğu düşmanı, aşağılayıcı, hakarethamiz yayınlara, haberlere, yorumlara, söyleşilere, fotoğraflara, karikatürlere rastladık. Üstelik hepsi çeviri ya da iktibas da değildi.
Sadece 11 Eylül değil
Bence mesele salt 11 Eylül'le sınırlı değil. Türk holding medyası, egemen medya ya da bir başka deyişle yaygın medya, toplumda olup bitenleri, doğru, çok boyutlu,dengeli, güvenilir, inanılır ve hızlı bir şekilde okurlara aktarmaktansa, siyasi-ideolojik-askeri bir iktidarın sözcülüğünü yapıyor.
Medyada özeleştiri de yok eleştiri de
Soru- Bu olumsuz durumu eleştiren girişimler olmadı mı hiç Türk basınında?
- Amerikan basınında önemli yani göze fazla batan hatalar yapıldığında kısa süre içinde eleştiri ve özeleştiri yapılıyor. Ben okudum bu tür yazılar. Columbia Journalism Review'da, American Journalism Review'da bazı İnternet sitelerinde. Mesela Monica Lewinsky skandalı (Olayın kendisi skandal değil, medyanın aktarış tarzı skandal) ya da son Başkanlık seçimlerinde medyanın hatalarını, çok derin tahlillerle olmasa da Amerikalılar eleştirdi. Hatalarını kabul edip ders çıkartmaya çalıştı.
- Ama bunlar daha çok teknik ve mesleki düzeyde kalan eleştirilerdi. İşin özü olan siyasi ve ideolojik eleştiri ABD'de zaten pek geleneksel bir tutum değil. Yani medya mülkiyeti, medya-sanayi, medya-ordu ilişkileri ABD'de ancak marjinal radikal kesimlerde gündeme getirilebiliyor. Ne yazık ki Türk medyasında bir eleştiri, bir özeleştiri mekanizması, sistemi, kültürü, alışkanlığı, geleneği yok. Bir çok büyük gazete tekzip bile yayınlamaz. Oysa ki Türk medyasında eleştirilecek, özeleştirisi yapılması gereken o kadar çok örnek var ki..
- . Andıç ilk aklıma gelen. Daha yakın zamandan örnekler vermek gerekirse, Demirel'in görev süresini uzatmak, Hüsamettin Özkan'ın propaganda aleti olmak, Derviş'in ve Yeni Türkiye Partisi'nin halkla ilişkiler bürosu gibi yayın yapmak...Gerçi hayat yani hakiki gerçek kısa bir süre içinde bütün bu yalanları tekzip etti ama ne Genel yayın Yönetmenleri ne de köşe yazarları bir kere olsun kalemi ellerine alıp içten ve açık bir şekilde hata yaptıklarını, hatalarının nedenini yazdı.
- Türk medyası kendisini eleştirtmeyecek kadar sert ve gururlu. Her şeye tepeden bakıyor. İktidar sanıyor kendini. Hata yaptığını kabul ederse sanki iktidarı ya da prestijini yitirecek sanıyor. Bu nedenle de eskiden bir parça müsamaha edilen medya eleştirisi artık egemen medyada yer alamıyor, İnternet sitelerine kaydı...
- Türk medyası genel olarak iktidar yanlısıdır. E dünyadaki en büyük iktidar da ABD olduğuna göre, Türk medyası o Amerikan iktidarının Türkiye'deki medyatik tercümanı oluyor bir yerde...Türk medyası tıpkı Amerikan medyası gibi, Afganistan'a saldırıya yol açacak ve bu saldırıyı kışkırtacak yayınlar yaptı. Şimdi savaş gibi son derece gayri insanı bir siyasal-askeri-toplumsal trajedi var.
- Türk olsun Amerikan olsun, medyanın tahrifatçılığı, haber gizlemesi, gerçekleri eğip bükmesi, kendi işine geldiği gibi yorumlaması, sıradan, basit teknik ya da mesleki bir hata olsa, üzerinde bu kadar durulmaz. Ama siz de çok iyi biliyorsunuz ki, ABD'de bu tür propagandacı yayınlar nedeniyle İslam Kültür merkezleri, camiler yakıldı, yıkıldı, Pakistanlılar ya da Araplar öldürüldü.
- Daha da önemlisi koskoca Afganistan'ı yerle bir ettiler! Uçakları, gemileri, roketleri, füzeleri gördük, haritaları gördük. Ama o uçakların, gemilerin, füzelerin bombaladıkları yerlerde ölen, yanan, yaralanan, evleri yıkılmış insanları göstermediler. Medyanın tahrifatı sonucunda kan dökülüyor ya da dökülen kan meşrulaştırılıyor. Bu vahim, çok vahim...İnsani boyut kısacası hayat ortadan kaldırılıyor.
Hem suçlu hem güçlü
Soru - Kardak olayını da hatırlıyorum. Buna rağmen bu olumsuzlukları gidermek için hiç bir şey yapılmıyor mu bugünlerde?
- Kardak örneğini hatırlatmanız iyi oldu. Bu vesile ile Türk medyasının bir başka olumsuzluğuna değinmekte yarar var. İktidar yanlısı olan Türk medyası aynı zamanda, artık Osmanlı mirası hatta belki de Orta Asya geleneğinin de etkisi olabilir, biraz da toplumsal ve ekonomik gerekçelerle, şiddet övgüsü yapan bir medyadır.
- Oysa ki bütün dünyada kanunlarda, medya etik kodlarında gazetecinin hep barıştan yana olması gereği hattta zorunluluğu kayıtlara geçirilmiştir. Bu barış yanlısı olmak sanıldığı üzere esas olarak siyasi ya da ideolojik bir tercih değildir. Gazetecilik, barış mesleğidir çünkü ancak barış ortamında doğru düzgün ifa edilebilir. Savaş ortamında, bombardıman, tank, top, tüfek sesleri ağır basar ve bizim kalemlerimiz, mikrofonlarımız, kameralarımız susar, sesi duyulmaz, işlevsiz hale gelir.
- Ayrıca savaşta, gazeteci, askerlerin belirli ölçüde denetimi altına girer. Propagandaya çok müsait bir ortamdır savaş ortamı. Türk medyasında mesela barış hareketlerine hiç bir zaman iyi gözle bakılmamıştır.
- Ama mesela 1984-98 yıllarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürt silahlı militanları ile Türk silahlı kuvvetleri arasındaki çatışmalar aktarılırken, ordunun şiddetini yücelten akıl almaz manşetler, yayınlar okuduk. Resmi kahramanlar türetildi...Çocuklarının savaşta ölmemesini isteyen annelere de 'terörist annesi' muamalesi reva görüldü.
Chomsky: "Serseri devletler"
11 Eylül sonuç olarak küçük bir grubun büyük bir devletin derin anlamlı simgelerine yönelik kanlı bir saldırısıdır. Ama bu saldırıya karşılık olarak koskoca bir ülkede, Afganistan'da taş üstüne taş bırakmayan kitlesel bir şiddet uygulandı.
Burada esas teröristin kim olduğunu düşünmek gerek. Burada terörist bir grubun hukuk anlayışı ile koca bir devletin hukuk anlayışı arasındaki farkı ya da benzerliği araştırmak gerek. Noam Chomsky, ABD dışişleri terminolojisini kullanarak "Serseri devletlerden" söz ediyor ve aslında efelenen, dayılanan, vuran kıran en büyük gücün kendi devleti yani ABD olduğunu yazıyor.
"Bir Sırp vurdum"
Bizim medyada da, biraz tarih biraz da mevcut toplumdan ama daha çok militaro-nasyonalist ideoloji ve yönetimden güç ve cesaret alan böyle bir kabadayı bir eda vardır.
"Bir Sırp'ı vurdum" manşeti kolay unutulmaz. 'Teröristlerin inlerini berhava ettik' türü başlıklar koleksiyonlarda duruyor. Yunanistan'ı tükürükle boğarız, Irak'a girip 24 saatte Basra'ya ineriz, Suriye'ye iki birlik göndeririz türü meydan okumalara çok sık rastladık Türk basınında. Bunlar hoş şeyler değil...Sivil değil, uygar değil, insani değil...
Medya'dan sanal gerçek
11 Eylül'ün gerçek nedenlerini, Bin Ladin-CİA ilişkisini, Afganistan ve bölgedeki enerji kaynaklarını medya tahrif etti, gizledi.
Şimdi de Irak'a saldırı için bahaneler üretiliyor. 11 Eylül, medyanın bu tahrifatçı ve gizleyici yanının biraz olsun ortaya çıkmasını sağlaması açısından önemli.
Medya hala, hakiki gerçeği değil, egemenlerin isteklerine uygun sanal gerçeği aktarıyor.
(RD/NM)