1942’de Peru’nun Lima kentinde doğan İsabel Allende, Şili büyükelçisi Tomás Allende’nin kızı ve 1970-73 yıllarında Şili’nin cumhurbaşkanlığını yapan Salvador Allende’nin yeğenidir.
Anne ve babasının ayrılığı üzerine evde ders alan Allende, Beyrut’ta özel bir kız okulunda dini eğitim alır.
11 Eylül 1973’te, amcası olan Şili’nin ilk sosyalist başkanı Salvador Allende’nin, general Augusto Pinochet’nin ordusu tarafından devrilerek öldürülmesi üzerine, ailesiyle birlikte Venezuela ve Kuzey Amerika’ya sürgüne gider.
ABD' nin desteğiyle yapıldığı bilinen askeri darbeden sonra, Şili’de 17 yıllık general Pinochet diktatörlüğü başlar.
Salvador Allende’nin 70’lerde Şili devlet başkanıyken başlattığı toprak reformu zengin toprak ağalarının tepsini çeker.
ABD yönetimi de, Allende’yi ‘bu yarımkürede karşılaştığımız en büyük sorunlardan biri’ olarak niteler.
Ordunun yönetime el koymasını isteyenler, 11Eylül 1973’te başarılı olur ve askeri darbe sırasında Allende ölür. İntihar ettiği söylense de, silahlı kuvvetler tarafından bombalanan sarayında, çatışmalar sırasında ölmüştür.
Neruda roman yazmasını önerdi
Daha sonra, İsabel Allende eşiyle birlikte Brüksel’e yerleşen Allende, aşk romanlarını İngilizce’den İspanyolca’ya çevirir.
İki çocuğu olan yazar, yoksul kadın ve çocuklara yardım etmek için kendi adına bir vakıf kurar. 1967’de bir kadın dergisi için söyleşi yaptığı Şili’nin önde gelen şairlerinden Pablo Neruda’dan gazeteci olmak yerine romancı olması önersini alan Allende, 82’de yayımlanan ilk romanı Ruhlar Evi’yle büyük beğeni kazanır.
O tarihten sonra, Eva Luna (1987), Eva Luna Anlatıyor (1989) ve Zorro (2005) adlı romanlarıyla dünya çapında bir yazar olarak kabul edilen Allende, Gabriel G. Márquez’le birlikte ‘büyülü gerçekçilik’ denilen edebi akımın en önemli temsilcilerinden biri sayılır.
2008’de yayımlanan son anı kitabı La suma de los días (Bizim Dönemin Anıları) büyük ilgi görür. 1987’de yayımlanan Eva Luna, yazarın bir dönem sürgünde kaldığı Venezuela’da yaşadıklarından etkilenerek yazdığı yarı otobiyografik romanıdır.
Yaşamın Simgesi Bir Kadın: Eva Luna
Ruhlar Evi’nden sonra yazara, muazzam bir başarı sağlayan Eva Luna, misyonerlerin sahilde çamur içinde buldukları annesi Consuelo’nun ona anlattığına göre sarı gözlü bir Kızılderili’nin kızıdır.
Kendisinden başka bir hayatı olsun diye annesinin Eva (yaşam) adını verdiği küçük kız, babasının geldiği kabilenin soyadını (Luna, İspanyolca ay anlamına gelir.) taşır.
Bir ay kadını olan Eva Luna, yaşamı ve kadınlığı simgelediği kadar, askeri darbenin el koyduğu toprakların Latin Amerika halkı için taşıdığı değeri simgeler.
Eva Luna’nın gözünden anlatılan romanın akışı; Venezuela’nın, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi askeri darbelerle paralel giden yakın siyasi tarihiyle birlikte anlatır.
Eva’nın yoksul ve kimsesiz bir kız olarak inanılmaz tesadüflerle değişecek hayatının fantastik anlatımını, ‘büyülü gerçekçilik’ akımındaki gerçekliğin, sihirli bir şekilde birdenbire değişmesinden ziyade, kapkaranlık cuntalar ülkesinin içinde yaşamaya çalışan insanların benliklerinde çıkardıkları yaşamın büyülü gerçekliğidir.
Bir manastırda büyüyen annesi, hizmetçi olarak girdiği mumyalama uzmanı Profesör Jones’un evindeki Kızılderili bahçıvandan, ölümü alt ederek dünyaya getirdiği kızı Eva’ya bırakacak parası olmadığı için ona, malikânenin atmosferine uygun büyülü öyküler anlatır.
Annesinden Eva’ya kalan tek miras, öykü anlatma yeteneğidir. Binbir gece masallarının Şehrazad’ı misali, anneden kıza geçen öykü anlatma işi, Profesör Jones’un ölümünden sonra girdiği pek çok işte ve olayda Eva’yı kurtaracaktır.
Eva, kibar bir randevu evi işletmecisi olan Senyora’nın evine, tesadüfen tanıdığı Huberto Naranjo tarafından götürülerek, bir kızkardeş olarak orada yaşar.
Burada transeksüel Melacio ile dost olur. Bir süre bu evde, Senyora’nın gözetiminde yaşayan Eva, tüm ülkeyi sarsacak bir baskın sonrası hayatını değiştirecek Arap kökenli Riad Halabi ve mutsuz karısı Züleyla’yla tanışır.
Latin Amerikalıları askerlerden koruyarak herkesin saygısını kazanmış olan Riyad Halabi, Eva’nın eğitimini ve masraflarını üstlenir. Züleyha’nın kocasını aldattıktan sonra intihar etmesi üzerine suçlanana Eva, hapse atılır ve işkenceye maruz kalır.
Riad Halabi’nin hapisten para karşılığı çıkardığı Eva, tekrar yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kalır.
Artık Mimi olan, Melacio’yla yeniden karşılaşır ve ülkeyi saran diktatörlük rejimi sırasında ikisi birlikte sanatla uğraşmaya başlar.
Televizyona diziler yazmaya başlayan Eva, oyunculuk yapan Mimi sayesinde general Rodrigez’le tanışır. O sırada artık gerilla örgütünün lideri olan Huberto Naranjo’yla sevgili olur ve Santa Maria hapishanesindeki mahkumların kaçırılma olayında ona yardım eder.
Bu arada Huberto Naranjo’a yardım etmekle birlikte onun planlarının insanlara zarar vereceğini fark eden Eva, yeni tanıştığı Rolf’la birlikte gerillalara yardım eder.
Kaçış başarıyla gerçekleşir ve Eva bu olayı televizyon dizisi olarak yayınlatır. Artık başka bir dünyaya ait olduğuna inandığı Huberto yerine Rolf’a aşık olan Eva, romanın sonunda onunla, dayısının plantasyonuna yerleşir ve yazmaya devam eder.
11 Eylül 1973’ün Şili’sinden 12 Eylül 1980’nin Türkiye’sine
Eva Luna, diktatörlükle yönetilen bir ülkede, bir kadının yaşamını sadece tesadüfler ve yazma yeteneğinin değiştirdiğini anlatan bir masaldır.
Aynı zamanda, Latin Amerika ülkelerinin darbelerle kırılmış yakın tarihinin, diğer üçüncü dünya ülkelerinde de görülen ortak izlerinin görülebileceği, çocuksu bir dile sahiptir.
Kadının, yaşam; yaşamın, yazı olduğu bir hayatı, imkânsızın içinden çıkaran ve ülkesindeki baskı rejimini değiştirmek için yazılı ve görsel anlatımın gücünü ortaya koyan hem büyülü hem de gerçekçi bir eser.
Romanda, askeri darbeden sonra, hemen her gün bir baskın, ayaklanma ve isyanın yaşandığı ülkede, ileride gerilla örgütünün lideri olacak Huberto Naranjo ve geleceğin başarılı belgesel film yönetmeni Rolf Carlé’ın hayatıda, Eva tarafından anlatılır.
Eva’nın yaşamına, o ünlü bir senaryo yazarıyken girecek olan Rolf, orta sınıf bir öğretmen olan baskıcı babasından ve Rusların köylerini işgali sırasında ölümden, annesi tarafından kurtularak; dayısının, kolonideki evine gönderilen genç bir gazetecidir.
Ülkenin içinde yaşadığı karışıklıklarla büyüyen bu iki gencin yaşamlarının kesişmesi, Eva Luna’nın büyülü gerçekçi anlatımına uygundur.
Şilili yazar İsabel Allende’nin, amcasının askerler tarafından öldürülmesiyle değişen ülkesinin kaderini sanatla ve edebiyatla uğraşan özgür bireylerin değiştireceğine inanan sesi, Eva’nın bütün bir Latin Amerika ve Ortadoğu’yu kapsayan kadın ve varoluş sembolüyle, bütün dünyadaki 11 Eylül’leri ve onun ardından gelen 12 Eylül’lerin karanlık izini silmek için anlatmanın büyülü gerçekliğini okura ulaştırıyor.
11 Eylül 1973’deki Şili ile 12 Eylül 1980’deki Türkiye arasındaki incecik bağlantı noktasının sadece askeri darbeler olmaması gerektiğini hatırlatan Eva Luna, kadına, bireye ve okura; suskunlukların bitmesi ve sessiz acıların dillenmesi için büyülü bir kapı aralıyor.
73’ten 80’e, Türkiye’nin gecikmiş modernizasyon sürecinin bir benzeri misali, darbeleri de geriden takip eden bir ülkenin; acilen bozması gereken bu bilinçdışı sıralaması, dünyada takip edilmesi gereken şeyin darbeler değil; insana, insanca yaşam hakkı veren değişimlerin olduğunu hatırlatıyor. (YK/EZÖ)