10. Plan, önceki planlarda da olduğu gibi, önce dünyadaki genel gelişmelere ilişkin tahminlerle başlıyor ve dünya koşulları çerçevesinde Türkiye’nin uygulayacağı politikaları saptıyor.
Plana göre, önümüzdeki beş yıl içinde gelişmiş ülkeler krizi atlatacak ve kriz öncesi dönemdeki büyüme hızlarını yakalayacak. Özellikle ABD’nin kriz öncesi dönemdeki büyüme hızını dahi aşacağı varsayılıyor. Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızının biraz yavaşlayacağı, ancak plan döneminde dünya ortalamasının düşmeyeceği tahmin ediliyor. Dünya ticaret hacminde de hızlı bir artış bekleniyor.
Plan döneminde gelişmiş ülkelerin brüt borç stoklarının da gayrisafi hasılalarını aşacak ölçüde artacağı varsayımı yapılmış. Bu ülkelerin borç stoklarının hızla arttığı dikkate alınınca bu varsayım geçerli görülmekle birlikte, ABD Merkez Bankasının tahvil alımlarına ilişkin son açıklamaları ile çelişiyor.
Planın Türkiye ekonomisinin temel büyüklükleri ile ilgili hedefleri de şöyle; GSYH’nın gerçek fiyatlarla yıllık ortalama yüzde 5,5 oranında artması ve plan döneminin sonunda 2,5 trilyon liraya (1,3 trilyon dolara) ulaşması hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşılması durumunda kişi başına gelir 16 bin dolar olacaktır.
Uluslararası koşulların çok uygun olduğu 2002-2012 döneminde yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 5,1 olduğu dikkate alınınca, bu iddialı bir hedeftir. Ancak plan zaten iddialı hedefler koymak için yapılır, aksi takdirde plan yapmaya çok da gerek yoktur. Çok umut verici bir ortam olmasa da -uluslararası krizin atlatılacağı varsayımı çerçevesinde- bu hedef makul görünmektedir.
Sürdürülebilir bir büyüme sağlanması için tasarruf oranlarının artırılması ve yatırımların dış kaynaklara bağımlılığının azaltılmasının büyük önem taşıdığı belirtilirken, Türkiye’nin tasarruf oranlarının OECD ülkeleri ve hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkelere kıyasla düşük olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle yeni finans ürünleri geliştirerek mali piyasaların büyütülmesi, Körfez ülkeleri sermayesinin ülkemize çekilmesi için gerekli görülüyor.
İki temel sorun alanının büyüme çabalarını kısıtladığı saptanıyor. Bunlardan biri, yurtiçi tasarrufların düşük olması nedeniyle yatırım finansmanında dış tasarrufların önemli rol üstlenmesi. İkincisi de tasarrufların üretken yatırımlara yeterince yönlendirilememesi. Bu yüzden 10. Planın temel hedefleri yurtiçi tasarrufların yükseltilmesi ve üretken yatırımlara dönüştürülmesi olarak belirleniyor.
Planda, bütün bunların yapılabilmesi için öngörülebilir ve istikrarlı bir makroekonomik ortamın gerekli olduğu vurgulanıyor. Türkiye ekonomisinin pek de sağlam olmayan dengeleri için istikrarın ne kadar önemli olduğu biliniyor. Nitekim hükümet ekonomi tartışmalarında sürekli olarak istikrarın vazgeçilmezliğini vurgulamıştır. Fakat bu günlerde istikrar vurgusunu görünce, hükümetin sürekli olarak istikrarı sarsan saldırgan tavırları akla geliyor. Sanki plancılar hükümeti uyarıyor gibi.
Planda yurtiçi tasarruf oranlarının 2009 yılında en düşük seviyeye geldiği ve bu yıldan sonra yetersiz de olsa bir artma eğilimine girdiği ifadesi yer alıyor. Bu biraz fazla iyimser bir görüşe benziyor. Zira yine planda yer alan tablolara göre kamu tasarruf oranı sürekli bir düşüş gösteriyor, özel tasarruf oranının da ancak 2013 yılında düşüşünün duracağına ilişkin bir beklenti var. Sonuçta toplam tasarruf oranı geçen plan döneminde yüzde 16,6’dan yüzde 14,4’e kadar düşmüş görünüyor. Bunun beş yıl içince yüzde 19’a kadar çıkması düşük bir ihtimal.
Yurtiçi tasarruflar kredi büyümesini ve TL’nin aşırı değerlenmesini kontrol altında tutan para ve kur politikalarıyla desteklenecek ve vergi politikalarının belirlenmesinde tasarrufların artırılması amacı da gözetilecektir, deniyor. Bu ifade de dahil olmak üzere, planda vergi konusunu netleştirmemek için özel bir çaba var gibi.
Vergi yükünün adil dağılımının sağlanması, vergiye gönüllü uyumun artırılması, kayıt dışı ekonominin azaltılması, verginin üretim ve istihdamı teşvik etmesi gibi ilkeler sayılıp dökülmüş. Fakat dolaylı-dolaysız vergi paylarının ne olacağına ilişkin bir madde yok, bu konudan hiç söz edilmiyor. Bunun gibi, vergi yükünün hangi gelir gruplarında ağırlık taşıyacağına ilişkin bilgi de yok. Sadece toplam vergi yükünün küçük bir artışla yüzde 28,6’ya ulaşacağı belirtiliyor.
Belki “vergi politikalarının belirlenmesinde tasarrufların artırılması amacı da güdülecektir” ifadesine dayanarak, tasarruf eğilimi yüksek olan üst gelir gruplarına vergi kolaylıkları sağlanacağını düşünebiliriz. Nitekim tasarruf oranlarının ne ölçüde yükseleceğini gösteren tabloda asıl anlamlı artışın kamu değil özel tasarruflarda olduğu görülüyor.
Milli geliri oluşturan üç ana sektörden tarımın payının yüzde 7,7’den yüzde 6,8’e düşmesi, sanayinin payının yüzde 19,2’den yüzde 20,4’e çıkması, hizmetlerin payının da pek değişmemesi hedefleniyor. Halen sanayinin payı azalmakta olduğundan, böyle bir dönüşüm önemli ve gerekli.
Planda sanayi sektörünün yeniden öncelikli olacağı sıklıkla vurgulanıyor. “Son yıllarda kaynakların sanayi sektöründen, rekabet baskısının sınırlı olduğu, dış ticarete konu olmayan sektörlere yönelmesi ve imalat sanayinin toplam katma değer içindeki payının düşmesi, orta-uzun vadede potansiyel büyüme oranını olumsuz yönde etkileyebilecek kritik bir gelişme olarak görülmektedir” saptaması önemli. Üretken olmayan yatırımlar ifadesinden esas olarak konut yatırımlarının kastedildiği de belirtiliyor. Bu yaklaşım, konut inşaatı yoluyla durgunluğu aşma politikalarının sonuna gelindiğinin işareti olabilir. Gelir dağılımının bu kadar bozuk olduğu bir ülkede konut talebinin de sınırlı kalacağı anlaşılmış olmalı.
10. Plan döneminde para, maliye ve teşvik politikalarında kaynakların öncelikli olarak üretken alanlara yönlendirileceği açıkça belirtiliyor. Bu da, her önüne geleni teşvik etmek anlamına gelen mevcut politikanın terk edilerek, selektif teşviklerin gündeme getirilebileceğini ima ediyor.
Sanayi yatırımlarının ve teknolojik gelişmenin teşviki ödemeler dengesinde yaşanan sorunların giderilmesinde de önemli bir araç olarak görülüyor. 2012 yılında teknoloji yoğun ürünlerin ihracat içindeki payının yüzde 3,7 gibi çok yetersiz bir düzeyde kaldığı, AB ülkelerine ihracatta orta ve düşük teknolojili ürünlerin paylarının yükseldiği saptanıyor. Dünya standartlarında üreten, daha yüksek teknolojili bir ürün desenine sahip, ithalat bağımlılığı azalmış bir yapı kurulması hedefleniyor.
Plan döneminde ihracatın 158 milyar dolardan 277 milyar dolara, ithalatın 252 milyar dolardan 404 milyar dolara yükselmesi hedefleniyor. Bu durumda cari açık da dönem başında 55, dönem sonunda 67 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Cari açığın GSYH’ya oranı 2013’de yüzde 6,5 , 2018’de yüzde 5,2 ve plan dönemi ortalaması da yüzde 5,8 olarak tahmin ediliyor.
Cari açık planda endişe verici bir sorun olarak yer alıyor. Krizden önce cari açığın şirket birleşmeleri veya satın almalar yoluyla uluslararası doğrudan yatırımlarla ve uzun vadeli kredilerle finanse edilebildiği, ancak krizden sonra kısa vadeli sermaye girişleri ile karşılandığı belirtiliyor.
Benzer bir durum dış borç stoku için de geçerli görünüyor. Dış borç stokunun GSYH’ya oranının 2006 yılında yüzde 39,6 iken, 2012 yılında yüzde 42,8’e yükseldiği görülüyor. Asıl önemli olan dış borç stokunda kamu sektörünün ve uzun vadeli borçların payı azalırken, özel sektörün ve kısa vadeli borçların payının artması.
Dalgalı döviz kuru uygulamasına plan döneminde devam edileceği ancak gerektiğinde müdahale edilebileceği belirtiliyor. Plan döneminin ilk yıllarında TÜFE yıllık artış hızının yüzde 5 civarında korunması, sonrasında yüzde 4,5 düzeyine indirilmesi hedefleniyor. (BD/EKN)