Yeniden keşfedilmekte olan İstanbul Adaları arasında en "nezih" sıfatına layık görülse bile Burgaz Adası da etrafa çöplerini saçanlardan muaf değil.
Adanın belli başlı atraksiyonlarından Kalpazankaya restoranına giderken, pitoresk Marta Koyuna hâkim, nefis bir bankla karşılaşmışsınızdır. Adanın zoraki nostaljisi haline getirilen faytonların tekerleklerine oturtulmuş bank, elektrikli taksi veya minibüslere binmeyip kısa bir yürüyüş yapmaya cesaret edenleri şefkatle sarmalar. İlkbaharda etrafı hardal çiçekleriyle kuşatıldığında kendine has rustik bankta huzur içinde derin uykuya dalmış bir hanımefendiye bile rastlandı...
Gelin görün ki bankın tam karşısındaki eğimli araziye biraz dikkatlice baktığınızda, kendini ille de sevdirmek isteyen sırnaşık iki kedinin hemen ötesinde, en başta boş pet şişeler olmak üzere muhtelif çöpler görürsünüz.
Bankın sizi muhtemelen sevgiyle ağırlayıp yaşattığı güzel anları yok sayarak, nankörce yapılan bu hareket bir yana, bilhassa bankın sağ ile sol yanına ve altına usulca bırakılmış çöpler değer bilmezliğin dik âlâsı. Bankın arkası, yükselen bir rampa olduğu için çöpleri fiziksel olarak kabul etme ihtimali fazlasıyla düşük neyse ki!
Zaten o bankın manzaraya karşı pozisyonu aslında o kadar elverişli ki ziyaretçiler anında büyülenirler; toprağa oturmaktan bilhassa sakınan bankseverler etraflarının çöple kuşatılmış olduğunu fark bile etmezler, hatta aynı büyünün etkisiyle ellerindeki atıkları da bir ara usulca düşürüverirler...
Fakat bu misallerin feriştahını yerinde tespit etmek isterseniz biraz beride, Aynikola'ya varmadan önce, eski elektrik trafosuna bitişik bankın arkasına göz atmanız yeterli. Bankta oturanlar sokaktan geçenlere nazikçe gülümserken arkalarındaki, muhtelif bitkilerle süslenmiş yokuş aşağıya eğimli araziye çöplerini hoyratça atarlar, kimse de bu vaziyeti kolay kolay fark etmez.
Normalde mıntıka temizliğini çuvalla yapan ve hazırlıksız yakalandığı zaman pet şişeciklerin kapağını açarak birer birer on parmağına takan zat bile böğürtlen dikenlerine karşı hassas olduğundan o noktadaki çöpler birikir durur...
Çöplerimiz nereye gider?
Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'in devasa çöplüğünde de karşımıza en çok çıkan atıklar meşhur pet şişeciklerin ta kendileri. Dante'nin cehennemini hatırlatan devasa çöplükte durum Burgaz Adasının "butik" çöp meselesine kıyasla çok daha dramatik, hatta trajik sayılabilir.
Yönetmenliğini Denis Gheerbrant ile Lina Tsrimova'nın üstlendiği "Tepe" (La colline/The hill) adlı belgesel 2022 Cannes çerçevesindeki ACID'de yer aldı. 2022 Fransa-Belçika ortak yapımı 77 dakikalık film, çöp dünyasını irdelerken çöp toplayıcılığı yapanlara yakından eğiliyor.
Çevreci hassasiyetlerin birer lüks olduğu kasvetli diyarda, toplumun adeta püskürttüğü, hayatta kalma mücadelesini çok ağır şartlarda vermekte olan bireylerle tanışıyoruz. Bambaşka zaman ve mekân boyutlarında, kısır bir döngüye kendini kaptırmış ve toplumsal hayata dönme ihtimali pek kalmamış çaresiz insanlar belgesel seyircisini sarsıyor.
Gayet sert iklim şartlarında, soğukla mücadele etmek için gerekli teçhizattan mahrum, iptidai yöntemlerle çöpleri karıştıran ve her an muhtelif risklerle iç içe yaşayan çöp toplayıcıları sanki tüketim toplumunun lanetlileriymişler gibi hepimizin adına adeta bedel ödüyorlar.
Kronik hastalıklarla cebelleşiyor, muhtelif sebeplerle votka içiyor, bulduklarında ağır uyuşturucular kullanıyorlar.
Dinlenmek gerektiğinde yuva vazifesi gören derme çatma bir plaj şemsiyesinin altında toplanıp sohbet ediyorlar, radyo dinleyip dertleşiyorlar... Onlara sadakatle eşlik eden köpekleri veya ihtiyaçlarına bir türlü karşılık veremedikleri kedileri de arada rol çalıyor.
Daha dikkatli tüketsek?
Bitmez tükenmez gibi görünen, kapkara tepeciklerden müteşekkil, usul usul yanıp dumanını gökteki tehditkâr karga sürülerine doğru salıveren toksik bir evrenden bahsediyoruz. Çöp kamyonları mütemadiyen gelip çöp boşaltıyor, ellerinde basit kanca ve tırmıklarla iş gören çöp toplayıcıları vahşet dolu bir dünyadan gelen atıkları, kendi vahşi ortamlarının şartları çerçevesinde ayıklayıp günlük ekmek paralarını çıkarmaya çalışıyorlar.
Kamera, çöp yığınlarını itekleyerek belirli bir düzene sokmaya çalışan kepçeyi yakından takip ediyor, çöp çağlayanları seyirciyi yutacak gibi oluyor. Gece çöp toplayıcılarının madenci gibi görünmesine sebep olan başlarındaki lambalar karanlığa meydan okumalarını sağlıyor; aynı vakitlerde çöplüğün durmadan yanan bölümlerinin ters ışık efekti sayesinde toplayıcılar adeta birer romantik siluet haline geliyor.
Filmin kahramanlarından Aliona bir meşrubat markasının pet şişelerini bilhassa arıyor. Kapakların içindeki logoların işaret ettiği hediyeleri kazanma hayali var ne de olsa. Futbol topu, cep telefonu, televizyon nispeten kolay ulaşılan hediyeler. Kendisi, dört kapak biriktirerek bir otomobil kazanmasına az kaldığına, 3 numaralı kapağı bulduğunda araba sahibi olacağına inanıyor.
Uzun zamandır beraber olduğu Alexandre ise devletine çok kızgın, çünkü yıllar boyunca Rusya ordusunda nişancı olarak çalışmış olmasına rağmen devletin onu bir paçavra gibi fırlatıp attığına inanıyor. Askerî psikiyatri hastanesinde bir süre tedavi görmesine rağmen, çok fazla insan öldürmüş olmaktan dolayı kendisini bir "savaş köpeği" olarak betimliyor ve topluma asla geri dönemeyeceğini belirtiyor.
Çöplükte çalıştığı için sevgilisi tarafından küçümsenen ve terk edilen ergen kadın Djazira ile 40 senedir çöplükte hayatını idame ettirmeye çalışan bitkin Budulay da filmin kahramanlarından.
Gezegen çapında COVID - 19'un dayattıklarıyla iyice allak bullak olmuş çevre hareketinin ve tam dizginlenecekken şahlanan ambalaj enflasyonunun tam ortasında kalıp gerilediğimizi unutmayalım!
Filmin lokomotifi, adını yönetmen, senaryo yazarı, kurgu ve sinematografi hanelerinde gördüğümüz tecrübeli Denis Gheerbrant. Daha önce muhtelif örneklerini gördüğümüz filmlere göre nispeten mülayim bir çöplük belgeseliyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Yönetmen ve senaryo yazarı Lina Tsrimova'nın sesini film sırasında sık sık duyuyoruz çünkü çöp toplayıcılarıyla Rusça konuşmaları o yapıyor; fakat mevzunun derinliğine tam manasıyla vâkıf olmadığı hissine kapılıyoruz.
Tıpkı taşıma su ile değirmen dönmediğini idrak etmekte zorlanıp belki de enerjisini beyhude harcayan "10 parmağında 10 pet" lakaplı adalı gibi...
(MT/AÖ)