Türkiye 1 Mayıs gündemi siyasal gelişmelerin ardından yeterince tartışılmış olmasa da 2010 1 Mayıs'ı her yönüyle tartışılmayı ve üzerinde düşünmeyi gerektiren sonuçlarla doludur. Sonuçları itibarıyla, önümüzdeki süreçleri etkileyecek veya ders alınacak kimi pratiklerin yanında işçi sınıfının, demokrasi güçleriyle birlik ve beraberlik perspektifi açısından da tartışmayı hak ediyor.
Son yıllarda değişen dünya koşulları ve demokratik mücadelenin sonucu olarak bu tabular birer birer yıkılıyor. Yıkılan tabuların sonuncusu da 1 Mayıs'taki Taksim yasağıydı. 32 yıldır yasaklanan Taksim alanı sonunda özgürleştirildi. Etkisi Berlin duvarının yıkılışı kadar olmasa da Türkiyeli emekçi ve devrimciler için büyük anlam ifade ediyordu. Zira Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977'de yaşanan katliamın adıydı. Taksim özgürleştirilerek Türkiyeli devrimci ve emekçiler açısından bir adım atıldı, bundan sonraki adım ise katliam faillerinin açığa çıkarılmasıdır.
2010 1 Mayısı geride kalırken birçok gerçekliği açığa çıkardı. Öncelikle şu anlaşıldı ki yasaklamalarla bir yere varmak mümkün değil. Her sene bir kâbusa dönüştürülen ve yaşanılan şiddetle hafızalarda kalan 1 Mayıs bu yıl görkemliliği ve renkliliği ile akıllara kazındı. Yüz binlerce insanın katıldığı 1 Mayıs'ta bir kişinin burnu dahi kanamadı. Önceki yıllarda yaşanan şiddet görüntülerini hatırlayınca, akla gelen yasakların ve devletin kolluk güçlerinin olmadığı yerde şiddetin de olmadığı gerçeğidir. Newrozdan sonra 1 Mayısın öne çıkardığı en önemli mesaj bu oldu.
1 Mayısın gösterdiği en önemli sonuçlardan biri de sendikaların durumudur. Devlet tabularından bir şekilde kurtulurken sendikaların statüko savunuculuğu tüm çıplaklığı ile açığa çıktı. Devlet tabularından kurtulsa da bazı sendikalar için tabular, halen arkasına sığınılacak liman olma durumunu koruyor.
Çeşitli milliyetlerden emekçi ve işçilerin toplandığı 1 Mayıs alanı, enternasyonalist anlamı ve özündeki sınıf kardeşliği gereği herkesin sesinin dillendirileceği bir alan olmalıydı.
Türk, Kürt, Laz, Ermeni işçilere kendi seslerinden hitap edilmeliydi. Bu en doğal savunulması gereken bir durumdur. Ancak kürsüden 1 Mayıs marşının faklı dillerde okunması önerisi veya Kürtçe bir şarkının söylenmesi şeklindeki talebimiz Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) dışındaki sendikaların direnişiyle karşılaştı.
Bu tartışmaların odağında kalan bir sanatçı olarak bazı gerçeklerin bilinmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Başta Türk iş olmak üzere sağda duran bazı sendikalar ikna olmasına rağmen, sol bir sendika olarak bilinen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) farklı dillerde 1 Mayıs'ın söylenmesi konusundaki direnişinin oldukça üzücü olduğunu ifade etmeliyim. Bu durum gösteriyor ki devlet tabuları yıkılsa da bazı sendikalar tabularda direniyor.
Halklara düşman böyle bir yaklaşımın kendini sol bir sendika olarak ifade eden DİSK'ten gelmesi oldukça düşündürücüdür. Neticede yoğun çabalar sonucunda bu statükocu anlayış aşılmış olsa da 1Mayıs 2010 yılında DİSK yöneticilerinin sebep olduğu bu ayıbın tarihe bir not olarak düşeceği kesin. Bütün bu çekinceli yaklaşım ve korkulara rağmen 1 Mayıs Taksim kürsüsü halkların sesine dönüştürülmüş,1 Mayıs marşı enternasyonalist ruhuna uygun olarak farklı dillerden dillendirilmiştir.
32 yıl sonra Taksim'de kutlanan 1 Mayıs'ın, kitleselliği ve katılanların farklılığı açısından da değerlendirilmesi gerekiyor. İktidarın sürdürdüğü ekonomik, sosyal ve siyasal politikalara karşı rahatsızlığın göstergesi olarak yüz binlerce insanın AKP'ye yaptığı uyarı, hükümetçe dikkate alınmalıdır.
Küresel kriz bahanesiyle yoksullaştırılan ve işsiz bırakılan geniş kitleler alanlarda rahatsızlığını dile getirdi. Yoksullaştırılarak, açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilen halkın bu tepkisi, ülkenin gelir kaynağındaki adaletsizlik ve eşitsizliği de gösteriyor. İşlerinden olan ve açlığa mahkûm edilen Tekel, Marmaray, Sinter işçilerinin öfkesi meydanda görülebiliyordu.
Bu öfkenin doğal bir sonucu olarak kürsüye kısa bir süre de olsa Tekel işçileri tarafından el konuldu ve ardından Türk iş başkanına yönelik yoğun bir tepkinin ortaya çıkması engellenemedi.
Alanda öfkeli olan başka bir kesim ise yıllardır barış ve özgürlük mücadelesi yürüten Kürtlerdi. Yaşlı, genç, çocuk binlerce Kürt ve dostları alanda taleplerini bir kez daha güçlü olarak haykırdı. Son dönemlerde artan çatışma haberleri ile peş peşe gelen ölüm haberleri alandaki barışseverlerin en büyük kaygısıydı.
Sadece Kürtler değil mevcut yönetim ve sistemden rahatsızlık duyan Aleviler, çevreciler, eşcinseller de pankartlarıyla alanda yer alarak rahatsızlıklarını dile getirdiler. Taleplerini haykıran bu kesimler geleceklerinin ve çıkarlarının alandaki gibi ortak olduğunu bilerek dayanışma içerisindeydi.
1 Mayıs geride kalırken herkesin gözlerinden memnuniyeti okunuyordu. 32 yıl sonra yasaklanan meydana gelenler bir yanda katledilenlerin acısını hissediyor, bir yandan ise yasaklı olan bir tabuyu yıkmanın haklı gururunu yaşıyordu. Duygusal anların yaşandığı 1 Mayıs tepki ve öfkenin de had safhada olduğu bir alan oldu.
Son yılların en kitlesel 1 Mayısı hükümete önemli mesajlar gönderdi. Özellikle KESK başkanı Sami Evren'nin konuşması önemliydi ve Türkiye'nin gündemiyle ilgili yakıcı birçok gerçeğin altını çizdi. Hükümetin yoksulluk, işsizlik anlamına gelen ekonomi politikalarına, Kürt sorunun çözümünde takındığı şiddet politikalarına ve anti demokratik uygulamalara karşı sesiz kalmayacaklarını çok açık bir şekilde dile getirdi.
1 Mayısla ilgili yaşadığımız bu olumlu ve olumsuz gelişmelerin ardından görünen odur ki Türkiye olarak yeniden çatışma ve ölüm haberleriyle sarsılmaya, üzülmeye ve öfkelenemeye devam edeceğiz. Hükümet, demokratik kamuoyunun iyi niyet ve barış çağrılarını dikkate almayarak Kürt sorunun çözümünü yine askere havale etmiş bulunuyor.
Bunun sonucu olarak yaklaşık üç aydır yapılan devasa askeri operasyonlar ve bu operasyonlara bağlı olarak ortaya çıkan can kayıpları hepimizin yüreklerini dağlıyor. Dolayısıyla 1 Mayısın 32 Yıl aradan sonra Taksimde kutlanması ve bu kutlamanın büyük bir halklar şölenine dönüşmesi, başta Türkiye Emekçi sınıfı olmak üzere halklarımız adına büyük bir kazanımdır. Şimdi esas olan bu kazanımı sağlayan irade ve direngenliği barış konusunda da ortaya koyabilmektir.(FT/EÜ)