Avustralya’da inşaat ve taş işçilerinin sekiz saatten fazla çalıştırılmaya itiraz ettikleri için Melbourne Üniversitesi'nden parlamentoya kadar yürüdüler. Bu yürüyüşün üzerinden 164 yıl geçti (1856). İşçiler, sendikalar o günden bugüne kadar yürüyüşlere, eylemlere hiç ara vermediler.
Chicago’da 500 binden fazla işçinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yaptıkları mitingin üzeninden bir asırdan fazla zaman geçmiş. Ve bugün Türkiye’de ekmek arası ıspanakla çalıştırılan işçiler var. Sağlıksız ve güvenliksiz çalışma koşulları nedeni ile ayda ortalama 60-70 işçi yaşamını kaybediyor.
Bir asır önce Luizvil'deki parklar, siyahlara kapalıydı. Luizvil'de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte direnerek Ulusal Park'a girdi. Birçok ülkede, siyahlara, göçmenlere, farklı olanlara, ayrımcılık devam ediyor. Önceki gün Adana’da polis göçmen çocuk işçiyi vurdu.
4 Mayıs 1886'da Kanlı Haymarket katliamı gerçekleşti. O günden bu güne işçi katliamları ve ayrımcılık hiç son bulmadı. Türkiye İşçi sınıfı 1977 bir Mayıs katliamının yakın tanığıdır. 131 yıl önce (1889) İkinci Enternasyonal'de alınan kararla 1 Mayıs Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanmaya başladı.
Türkiye’de 2009 yılında 1 Mayıs resmi tatil olarak kabul edildi. Birçok ülke sekiz saatlik çalışma hakkını kabul etseler dahi konu sadece mevzuatta yazılı olarak kaldı. İşçi katliamları ve sürekli çoğalan iş cinayetleri hiç son bulmadı.
Üretim ilişkilerinin sürekli değişimi, teknolojinin gelişimi, dijital ortam ve robotlar işgücü üzerinde farklı basınçları oluşturdu. Bir buçuk asır öncesine ait olan sekiz saatten fazla çalıştırmaya itiraz talebi tam bir güvence altına alınamadı.
Resmi rapora göre dünya genelinde silahlara ayrılan bütçe artıyor. 2018 yılında, savunma harcamaları 1 trilyon 800 milyar dolar oldu. Şimdi ise 2 trilyon doları geçti.
Bu rakamların anlamı; savaş sanayinin ayakta kalması için savaşlar devam etmeli ve insanlar ölmeli demektir. Aynı şekilde ilaç sanayinin büyüme hedefi 2023 yılında Bir buçuk trilyon dolar. Sağlık hizmetlerinde harcanan para ise 8 trilyon doları geçmiştir. Silaha ayrılan paranın dört katı.
Durum böyle olunca sağlık meselesi ‘’sağlık’’ olmaktan çıkmış ve sağlık sektörü olmuştur. 8 trilyonluk payı şirketlerin kapabilmesi, için sağlıkta dönüşüm adı altında özelleştirmelerin gerçekleşmesi gerekiyordu.
Özel hastanelerin varedilmesi hikâyesine giden yol böyle inşa edildi. Bu konu aynı zamanda hastanın müşteri olma sürecinin hikâyesidir. Koruyucu hekimlik ortadan kaldırılarak, insan sağlığı küresel şirketlerin insafına bırakılmıştır.
Diğer özelleştirme konuları ile birlikte düşündüğümüzde devlet şirketlerle iç içe geçerek şirket devletlere dönüşmüştür. Böylelikle, parlamentoya, hukuka, adalete, bilime, üniversitelere, kamusal alana ihtiyaç kalmamıştır.
Bu acımasız vahşi sömürü düzeni devam ederken dünya sağlık örgütünün pandemi ilan etmesi şirketleşen devletleri bocalattı. Bir tarafta ölümle burun buruna gelmiş yığınların yaşam hakları, diğer tarafta tatlı paralar kazanan şirketler. Her iki kesimi aynı anda korumak mümkün mü?
En üst düzeyden yapılan açıklamalarla şirketlere ekonomik destek programları açıklanıyor. Siyasi iktidarın şirketlerle dayanışma içerisinde olduğu konusunda hiç şüphemiz kalmamış oluyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) halkla dayanışma içerisinde olduğu konusu ise şaibelidir. Bu şaibeyi kaldırmak için Ülkenin AKP’li başkanı yardım kampanyası başlattı. Tabi kî halkla dayanışma içinde olmak için halktan para toplama konusunda düğmeye bastı.
Yıllardır sendikaların talebi olan, çok para kazanandan çok, az para kazanandan az, vergi talep etseler de olurdu, ama böyle yapmadı, ‘’doğrudan demokrasi’’ gereği direkt istedi. Ve kendisi cesaretle yedi ay maaşsız yaşamayı göze aldı.
Bilinir ki memleketin yardımseverleri çoktur, fotoğraf karesinde görünmek için, akın, akın koştular.
Peki ya Türk İş, Hak İş Memur-Sen, Kamu –Sen gibi tabelalarında sendika yazan kuruluşlara ne demeli, birlik ve beraberlik günlerinde aynı gemiye doluşu verdiler.
DİSK-AR'ın açıkladığı rapora göre Türkiye’de 15 milyon 799 bin işçinin 14 milyon 104 bini herhangi bir sendikaya üye değil. Bu rakamlar Türkiye işçi sınıfının örgütlenme özgürlüğü hakkında önemli bir bilgiyi veriyor.
Bu veri Türkiye demokrasisinin yerlerde süründüğünün belgesi niteliğindedir.
Deutsche Welle’nin (DW) yer verdiği Bertelsmann Vakfı Dönüşüm Endeksi raporu Türkiye’yi "de facto diktatör" olarak tanımlıyor.
1 Mayıs 2020’yi dünyada ve Türkiye’de toplumsal ve ekonomik yaşamı çok yönlü etkileyen Covid-19 salgını ile karşılıyoruz. Ve bu ülkede otoriter bir rejimle pandemili günleri birlikte yaşıyoruz.
Kayıt dışı çalışanlar, emeği görünmeyenler, kadınlar, çocuk işçiler, göçmen işçiler, birlikte düşünüldüğünde yoksulların ayakta kalabilme, yaşamlarını sürdürebilmeleri oldukça zor.
Bu zorlu günlerde toplumsal mücadelede öncelikle öne çıkarmamız gereken dayanışma ağlarını oluşturmaktır.
Biz boş verelim pandemi sonrasında bu sistemin geleceğinin ne olacağı tartışmalarını.
Biz kendimizi konuşalım, Milyonlarca yoksula neden hiç ulaşamadığımızı sorgulayalım. Sürekli talep eden ve yüz yıllardır talepleri dikkate alınmayan sendikalar başka bir dünya için başka bir yolun olabileceğini inanmalı ve hayata geçirmek için harekete geçmelidir.
Hep birlikte 1 Mayıs'ta sesimizi yükseltelim, dayanışmayı büyütelim ve siyasi iktidarlara, devletlere diyelim ki ;
Küresel şirketlerin devletleri, Emperyalist güçlerin kukla hükümetleri dünyayı berbat ettiniz. Havayı, suyu, şehirleri, tarlaları, denizleri, gölleri, akarsuları, köyleri, ormanları, her şeyi mahvettiniz. Dünya insanlığını pandemili günlere teslim ettiniz.
Biz biliyoruz ki; siz ve sisteminiz yok olmadan, bütün canlılar, bilim, akıl, doğa, kadınlar, çocuklar, asla huzur bulamayacaklar. Gökyüzünün maviliği denizlerde yansımayacak.
Bu bilinçle kent yoksulları, işçiler, işsizlerle, ayrımcılığa uğrayanlarla, gerçekleştireceğimiz dayanışma ağları, geleceğimizi yeniden belirleyecektir.
Dünya halkları asla onlardan yana tercih yapmayacaktır. İşçiler, köylüler, yoksullar artık kendilerinden yana olmak için güven durabilecekleri vicdana ve sese ihtiyaçları vardır.
2020 1 Mayısı’nın başlangıç olması temennimiz olsun. (SE/APA)