Geçen yıl Taksim’e girilememişti, bu yıl da girilemedi. Artık, solun muhasebe zamanı geldi de geçiyor. Geçen yılki 1 Mayıs yazımda şu noktaya dikkat çekmiştim, onu burada güncelleyip genişletelim:
Taksim’e girilemiyorsa, gün içinde yeni bir karar alıp başka bir alan, miting alanı ilan edilebilirdi. Geçen yıl için benim önerim, Maslak idi. Gerekçesi de, Maslak’ın finans kapitalin kalbi olmasıydı. 1 Mayıs, anti-kapitalist bir bayram ise, kendisinin kültürelleştirilip sınıfsal olmayan bir kutlamaya çevrilmesine karşı Maslak’ın miting yeri ilan edilmesi, onun sınıfsal niteliğini de güçlendirecekti. Güvenlik güçleri, Maslak’a hazırlıklı olmayıp hiç bir yere bariyer çekmedikleri ve trafik ve toplu taşıma o yöne doğru rahatlıkla aktığı için, Maslak’ta kısa sürede kalabalık bir kitlenin oluşması, büyük olasılıktı. Nasıl ki, dünyadaki birçok işgal (Occupy) hareketi, gösterilerini finans kapitalin kalbinde yapıyordu; bu, Türkiye’de de olabilirdi.
1 Mayıs ve Taksim Israrı
Aynı biçimde, Taksim’in dünyadaki birçok siyasal meydana göre önemli bir farkına dikkat çekelim: Dünyanın birçok siyasal meydanında, meydanın çevresinde hükümet yapıları (Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Meclis, Bakanlar Kurulu, Valilik vb.) vardır; oysa Taksim’de yok. Taksim’e izin verilmiş olsaydı bile, yapılan kutlama, doğrudan hükümeti hedeflemekten çok, güvenlik güçlerini hedeflemiş oluyor. Dünyanın birçok siyasal meydanında, meydanda, bir hükümet yapısı önünde, devlet protesto edilir ve kimi durumlarda bu yapılar, işgal edilir. Oysa, Taksim, yasaklanmadığı son yıllarda, iktidar hedefi olmayan, şenlikli bir gösteriye karşılık geliyor. Katılanlar, gülüyor, eğleniyor ve dağılıyor. Sol, “şu kadar bin kişi Taksim’deydi” deyip seviniyor; oysa, o kadar kişinin Taksim’de olması değil; asla gelmeyecek olanların sempati duyması hedeflenmeli. Gezi’den sonra bile, Beyoğlu Belediyesi, AKP’de kaldı ve İstanbul’da AKP’nin daha önce aldığı belediyelerin neredeyse tümünü aynı biçimde aldığı görüldü (seçimin Gezi’den bir çözümlemesi için tıklayınız). Sınıfsal talepleri yükselterek, AKP’nin baskın olduğu ilçelere etki edemeyen bir Taksim’in kitle siyasetinde bir karşılığı olamıyor.
Zaten geçen yıl girilemeyen Taksim’i yine işaret ediyor sol. Ama iyi de, geçen yıl girilememiş, bu yıl hangi yeni yönteme/araca sahipsin ki Taksim’e girmeyi umuyorsun?
Amaç, zaten girilemeyeceğinin bilincinde olarak, “en azından direndik” demek miydi? Ta Mecidiyeköy’e kadar yerleştirilen bariyerler bir gecede ortaya çıkmadı. Birkaç gün öncesinde bile, yığılmış bir biçimde bekliyordu. Peki solun bariyerlere karşı önlemi neydi? Yoktu. Belki de, görülebilir tek önlem, iki buluşma noktası konmasıydı (örneğin, “9:30’ta şurada toplanıyoruz; orada toplanamazsak, bizi dağıtırlarsa, 10:30’da şurada toplanıyoruz”).
Girilemeyeceği kesin olan Taksim ısrarına gerekçe olarak, sık sık “arkadaşlarımız Taksim’de öldü; burası 1 Mayıs Meydanı” deniyor. Oysa, geçen yılki 1 Mayıs yazımda belirttiğim gibi, 1 Mayıs’ta hayatını kaybedenleri, onların öldürüldüğü yere sahip çıkarak değil; onların düşünü kurduğu dünyayı kurarak yaşatılır ve bu yeni bir dünya kurma hedefi, o yılki siyasal koşullar hangi meydanı gerektiriyorsa, o meydan üzerinden yükseltilmelidir. Ayrıca, 1 Mayıs ölenlerin düştükleri yerde kutlanmalıysa, 96’daki 3 ölüm için, birkaç yılda bir de Kadıköy’de kutlanmalı. Bir de, zaten, anma ve kutlama nasıl birarada oldu ve olacak; sosyal bilimler açısından bu da başka bir sorun...
1 Mayıs, Taksim ve Sultanahmet
Bir başka gerekçe de, “1 Mayıs’ı devletin gösterdiği yerde yapmayacağız” biçimde. Çok haklı. Ama devletin göstermediği başka bir sürü meydan vardı. Örneğin Sultanahmet Meydanı. Osmanlı’da protestolar, Sultanahmet Meydanı’nda yapılıyordu. Taksim’in siyasal bir meydana çevrilmesi, Taksim Anıtı’nın dikilmesi ve Topçu Kışlası’nın yıkılmasına rastlar. Taksim, daha önce çeşitli yazılarda aktardığım gibi, Cumhuriyet’in kutlamalar için çağdaş bir meydan ihtiyacına karşılık olarak düşünülmüştü; ancak aynı zamanda, en gayrı-müslim olan semti Türkleştirmek gibi bir hedefi de vardı. Bir tarafındaki mezarlık, Atatürk Kültür Merkezi yapılmış; diğer yanında Gezi Parkı oluşturulmuş; üçüncü tarafına oteller dikilmiş; bomboş bir düzlük olan Talimhane tarafına ise, apartmanlar dikilmişti.
Siyasal olarak, protesto edilecek bir hükümet yapısına sahip olmayan Taksim’in tersine, Sultanahmet Meydanı’nın yakınlarında İstanbul Valiliği var.
Sultanahmet’te toplanılıp valilik protesto edilebilirdi. 1 Mayıs Komitesi, sonuna kadar Taksim’de ısrar edip ondan sonra son dakikada basın açıklamasıyla ve sosyal medyayla, mitingin Sultanahmet’te yapılacağını duyurabilirdi. Güvenlik güçleri, Taksim’i kafeslediği için ve güçlerini oraya yığdığı için, Sultanahmet’e müdahale etmesi çok daha zor olacaktı. Üstelik, Marmaray ve diğer toplu taşıma açık olduğu için, birçokları rahatlıkla miting alanına gidebilecekti. Bu açıdan, Sultanahmet için şöyle bir son dakika açıklaması yapılabilirdi: “Biz Taksim’i istiyoruz, devlet Yenikapı diyor. Biz de, diyalog yanlısı olduğumuz için, Sultanahmet diyoruz.” Yüzbinler Sultanahmet’e ulaşabilmişse, miting konuşmalarının sonunda, “şimdi Taksim’e çıkıyoruz” denir; Taksim yine zorlanırdı. Böylece, polis şiddetinden çekindiği için gelmeyenler, Sultanahmet’e gelir; daha fazla direnme yanlısı olanlar da, Sultanahmet mitinginden sonra Taksim’e çıkardı.
Türkiye’de solun daha stratejik düşünmesi gerekiyor. Artık sosyal medya var. Taksim Dayanışması eylem çağrısı yapmadığında bile, internet sansürüne karşı, onbinlerce gencin cumartesi gecesi İstiklal’e çıkmasını unutmayalım. Sultanahmet’in bir diğer üstünlüğü, uluslararası bir meydan olması. Ayrıca, 90’lı yıllarda Sultanahmet’te birçok eylem yapılırken, bugün neden sol açısından atıl kaldığı düşünülmeli.
Peki Taksim’i hedeflememek ihanet mi, devletle işbirliği mi? Neden olsun? 96’da neden Kadıköy’de kutlandı o zaman; üç işçi öldürüldü. Parlamento dışı solun tümü oradaydı. Sonrasında neden Abide-i Hürriyet’te oldu? Sol için kayıp değil toparlanma zamanıydı bu yıllar. Bu yıllarda, dönemin koşullarına göre, başka meydanlarda kutlama yapılmışken, şimdi bu ısrar niye? Bu ısrar, solun kitlesini kaybedip kendi çekirdeğine doğru daralmasına yol açıyor. Sol ve CHP, militanlaşıyor; ancak kitleselleşmekten uzaklaşıyor. Fakat burada esas olan, solun tek bir meydanda karar kılması. Yoksa, 1 Mayıs için iki ayrı meydanın olmasının hiç bir yararı yok (bu yılki Kadıköy meselesini dışarıda tutuyorum; safları bir kez daha belli eden bir ayrışma idi). Aslolan, Sultanahmet başta olmak üzere diğer meydanları da ve Maslak başta olmak üzere diğer semtleri de, Taksim ve Gezi’ye dönüştürmek olmalı.
Bu yıl bariyerler gece yarısına kadar tutuldu. Geçen yıl, 18:30’da kaldırılmıştı ve tüm güvenlik güçleri, 20:00’de Taksim ve çevresinden ayrılmıştı. Geçen yıl, hâlâ Taksim’e çıkma olanağı vardı. Sol, 20:00’ye ya da 21:00’e bir eylem koysa ve bunu ani bir biçimde yapsa, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlardı, ama yapmadı. Önemli bir rahatsızlık da, İstiklal’deki 1915 anmasına müdahale edilmemesi (burada bu anmaya karşı olduğumuz gibi bir sonuç çıkarılmasın) ve Kazlıçeşme’deki Newroz’a bariyerli, gazlı, TOMA’lı vahşi saldırıların neredeyse hiç gerçekleştirilmemesiydi. Newroz’a AKP seçmeninin bir bölümünün de katılması ve 1915 anmasının ise hükümete tehdit oluşturacak kadar büyük olmaması gibi gerekçeler ileri sürülebilir.
1 Mayıs ve AKP Seçmeni
AKP’li ortalama seçmenin 1 Mayıs’a bakışı şu: Marjinaller iş başında.
Medya, sürekli olarak taş vb. atanları göstererek, aslında neden polise ve bariyerlere gerek olduğunu aklınca temellendirmeye çalışıyor ve bunda başarılı da oluyor. Elbette, herkesin direniş anlayışı aynı olamaz; kimisi, edilgen ve barışçıl bir direnişi benimserken, kimileri daha etkin ve çatışmacı bir direnişi benimseyebilir. Ancak, 1 Mayıs, ölülerimizi yad ettiğimiz değil de (AKP seçmeni, “iyi de benim ölüm değil; ölmüşse hak etmiştir; benim başıma niye gelmiyor; demek ki birşey yapmışlar da sonu böyle olmuş” diyor) kitleselleşmeyi hedeflediğimiz, Tekel direnişinde olduğu gibi her siyasal görüşten işçinin (ve doktoru, öğretmeni, avukatı vb. içerecek biçimindeki geniş anlamıyla emekçinin) alana çıktığı (bu açıdan, her kesimden Kürt’ün alana çıktığı Newroz’la bir karşılaştırma yapılabilir) bir kutlama olacaksa, daha kitlesel bir katılımın mümkün olabileceği Sultanahmet gibi seçenekler düşünülmelidir. Ayrıca, nasıl ki güvenlik güçleri ve TOMA’lar ülkenin dört bir yanından getiriliyor; belki de, İstanbul mitingi, birçok ilden göstericilerin katılımıyla gerçekleştirilebilir.
AKP seçmeni, yukarıdaki “akıl yürütme” örneğinde görüldüğü gibi (ne kadar güzel, kinayeli bir söz: İnsanların aklını bile yürütüyorlar), “adil dünya inancı”na sıkı sıkıya bağlı. Bu sosyal psikolojik kavram, Beyoğlu’ndaki bir köftecinin tezgahında yazan ve Mehmet Akif Ersoy’un ya da Mevlana’nın olduğu düşünülen bir dörtlükte çok iyi özetlenmiş:
“Kula bela gelmez
Hak yazmadıkça
Hak bela yazmaz
Kul azmadıkça”
Diğer bir deyişle, polis (burada Hakk’ın bela yazma yetkisinin tecellisi oluyor) “birini dövmüşse ve hatta öldürmüşse hak etmiştir” gibi bir algı sözkonusu. Bu inancın bir başka örneğini, Berkin Elvan için, “o da ekmek almaya gitmeseymiş” diyenlerde görüyoruz. Bu inançla mücadele edilmedikçe daha nice 1 Mayıs’lar böyle geçecek.
AKP seçmeniyle ilgili bir diğer konu da şu: Geçen 1 Mayıs’ta, bir amir, bariyerlerden geçmek isteyen bir vatandaşa, “bizim vergilerimizle maaşınızı alıyorsunuz; bırakın geçelim” dendiğinde, “sizin değil yüzde 65’in vergisiyle maaşımızı alıyoruz” demişti.
Gerçekten de, o sırada yapılan oy yoklamalarında, AKP için yüzde 65 çıkıyordu. Gezi’de, Erdoğan, “yüzde 50’yi zor tutuyoruz” dedi ve 2014 yerel seçiminde ise yüzde 43’e düştü. Bu ciddi düşüşü, “balkon konuşması” ve yandaş medya gibi ideolojik aygıtlarla başarı ve zafer olarak sunan o algı yönetimi girişiminden olumlu sonuç aldı. Ben dahil birçoğumuz, ilk günlerde, bunun bir başarı olduğuna inandık. Ama değil. yüzde 65’ten yüzde 43’e gerileme sözkonusu. Bu düşüş sürerse, yakında AKP diye bir parti ya da Erdoğan gibi bir lider kalmayacak (alternatifsizlik olgusu ve AKP seçmeninin daha ayrıntılı bir çözümlemesi için tıklayınız.)
“Ekmek Alacağım”
Bitirmeden birkaç anekdot da paylaşalım:
Cihangir’den Taksim’in ara sokaklarına girmek için hafif açık bariyerin kenarından geçen eylemci: Ekmek almaya gidiyorum.
Berkin Elvan’a gönderme yapıldığını anlamayan ama geçişe izin veren Çevik: Hadi ya, burada hiç ekmek yok, hepsi içeride yani. Her gelen “ekmek alacağım” diyor. Akıllarınca bizimle dalga geçiyorlar.
***
Taksim’den bir diğer anekdot:
Köfteci: Abi, Taksim’e çıkabilecekler mi, çatışma sürüyor mu?
Zarf Atıldığını Düşünen Eylemci: Bilmem. Ben yeni geldim.
Köfteci: Haberin olmadı mı? Haberin olmuştur.
Zarf Atıldığını Düşünen Eylemci: Bilmiyorum, ner’den bileyim. Açın televizyonu izleyin.
Köfteci: Televizyon da yok ki abi. Burada bugün ufak bir eylem oldu; 2 travesti, mahallenin delisi, bir de 2 tinerci, sokakta İstiklal’e çıkan bariyerlere gidip slogan attı.
Zarf Atıldığını Düşünen Eylemci: Hadi ya. Ne diye bağırıyorlardı peki?
Köfteci: Valla’ hatırlamıyorum. “Kahrolsun” mu “Yaşasın” mı dediler öyle birşeydi.
Zarf Atıldığını Düşünen Eylemci (içinden, muhtemelen): Kahrolsun bağzı şeyler!
Köfteci: Ya işte bir tek onlar Taksim’e girebildi.
Zarf Atıldığını Düşünen Eylemci: Acı olmasın (...) ve soğan. (...)
***
Son olarak, Jandarma bariyerlerinin kullanılmasına dikkat çekelim. Gezi Süreci’nde, Mecidiyeköy’de, bir Jandarma TOMA’sı konuşlanmıştı; hatta Divan Otel’in orada direnişçileri sulayan bir jandarma TOMA’sı da vardı; ilk olarak, “ordu-millet elele” diyenleri sulamıştı.
1 Mayıs için, üstünde “Jandarma” yazan bariyerlerin kullanılması, polis bariyerlerinin yetmemesine de bağlanabilir; “daha da olmazsa, sizi jandarmayla karşı karşıya getireceğiz” biçimindeki gizli bir iletiye de...
Psikolojik sermaye olarak siyasal etkililik
Aslında bariyerlerin asıl hedefi şu: Muhaliflerdeki siyasal etkililik inancını kırmak. Hükümet yandaşlarının yukarıda açıklanan adil dünya inancına karşı, muhaliflerin gücü de, siyasal etkililik inancından geliyor. Siyasal etkililik, “bir bireyin ve/veya topluluğun sokağa çıkarak bir ülkenin siyasetini ve/veya hükümetini değiştirebileceğine yönelik inancı” olarak tanımlanabilir (bkz. http://www.bianet.org/biamag/siyaset/150397-anaakim-psikolojinin-elestirisi-direnis-vepsikoloji ve http://ab.org.tr/ab14/ozet/94.html). Gezi’de siyasal etkililik doruktaydı; 1 Mayıs’ta ise aşağı çekildi. Oysa, siyasal etkililik, sol için en önemli “psikolojik sermaye” (“psikolojik sermaye” kavramı için bkz. Cascio ve Luthans, 2013). Bunun tersi, “bu ülkeden/halktan ‘adam’ olmaz”, “böyle gelmiş böyle gider”, “elimizden birşey gelmez” gibi karamsar düşünceler oluyor.
Bir dahaki 1 Mayıs’ta, ölüler üstünden inatlaşmak yerine, bu karamsar düşüncelere karşı, siyasal etkililik özelinde psikolojik sermayeyi korumak ve yükseltmek dileğiyle... (UBG/HK)
-------------------------------------------------------------------------------------------
İlgilisine Ek Okumalar
Cascio, Wayne F. and Luthans, Fred, "Reflections on the Metamorphosis at RobbenIsland: The Role of Institutional Work and Positive Psychological Capital" (2013).Management Department Faculty Publications. Paper 107. http://digitalcommons.unl.edu/managementfacpub/107
Gezgin, U.B. (2014). 2014 Yerel Seçimi Sonrası Gezi Psikolojisi: “% 43’ü Zor Tutuyoruz!”
Gezgin, U. B. (2014). Gezi Direnişi ve Yazarlar Forumu. İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 251. http://www.izinsizgosteri.net/new/?issue=66&page=1&content=565
Gezgin, U.B. (2014). Eski ve yeni anlamlarıyla Taksim Anıtı. Akşamüstüsaatbeş Dergisi, sayı 2.
Gezgin, U.B. (2014). Apolitik Olanın Politikleşmesi ve Politik Olanın Dijitalleşmesi.
Akademik Bilişim Konferansı, 5-7 Şubat 2014, Mersin Üniversitesi. http://ab.org.tr/ab14/ozet/94.html http://www.slideshare.net/dr_gezgin/apolitik-olanin-politiklesmesimersinulasbasargezgin
Gezgin, U.B. (2013). Kent hareketlerinin sosyal psikolojisi. Bianet, 26 Kasım 2013.
Gezgin, U.B. (2013). Anaakım Psikolojinin Eleştirisi: Direniş ve Psikoloji. Biamag, 5 Ekim 2013.
Gezgin, U.B. (2013). Gezi Parkı’nı savunmak, Mustafa Kemal’i ve Menderes’i savunmaktır. Bianet, 15 Haziran 2013.
Gezgin, U. B. (2013). Bir Amele Bayramı masalı. Bianet, 2 Mayıs 2013.