Fotoğraf: AA
6 Şubat Maraş merkezli depremler sonrası ortaya çıkan geniş katılımlı toplumsal dayanışmanın, geçmişteki mücadele birikiminin katkısıyla olduğunun altını çizmek isterim.
20 yıl önce, 1 Mart 2003'te TBMM'de reddedilen tezkerenin, toplumsal tarihimiz açısından önemli siyasi sonuçlar üretmesinin yanı sıra bu mücadelemizde etkili olan Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu, Emek Platformu ve onlarla birlikte çok geniş örgüt, platform ve kitlelerin deneyimlerinin bir kez daha hatırlanması gerekiyor.
Otoriter devlet yapılanmasının faturasını ve politik sonuçlarını defalarca yaşayan ülkemizde toplumsal hareketler her ne pahasına olursa olsun mücadelenin belirleyicisi olma iddiasını sürdürmek zorunda.
1 Mart'ta Irak'ta savaşı engelleyemedik ancak Türkiye'nin doğrudan savaşa katılmasını engelledik. Bu mücadele binlerce genç insanın ölümünü durdurmak anlamına geliyordu.
Böylesine önemli bir başarının ve deneyimin ardından, yıllar sonra 6 Şubat depremi sonrasında merkezi hantal devletin acizliğine şahitlik ederken, on binlerce örgütlü, örgütsüz sivil inisiyatifin dayanışma ve yardımlaşma çabalarını alanda görmek, toplumsal mücadele içerisinde olanlar olarak gururlandırıyor.
Geçmişimizi, geleceğimiz için hatırlayalım
Geniş bir alana yayılmış deprem bölgesinde KESK, TTB, TMMOB, DİSK ve çok sayıda muhalif siyasi parti, örgüt, demokratik kitle örgütleri, farklı sivil inisiyatifler bulundukları her yerden en öne atıldılar.
Deprem bölgesinde ortaya çıkan korkunç facia karşısında sorumlular ortada yokken hiçbir hesap kitap yapmadan dayanışmayı büyütme çabaları ve mücadeleleri, mutlaka örgütlü kötülükle baş edilebileceği umudumuzu güçlendirdi.
Savaşa Hayır kampanyasını sürdürürken "İpek Yolu Barış Yolu Olsun" eylemliği bugünkü deprem bölgesinin önemli bir bölümünü kapsamaktaydı. Bu kentlerde savaşta insanlar ölmesin diye eylem yapan örgütlerle, enkaz altında kalan insanlarımıza yardıma koşan örgütler ve amblemlerinin büyük bir bölümü aynı olması tesadüfi değildir.
1 Mart'ın yirminci yılı vesilesi ile geçmişimizi, geleceğimiz için bir kez daha hatırlamakta yarar var.
2002'nin ilk aylarında kurulan savaş karşıtı hareket, ortak platformu genişleterek Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonuna dönüştü. Koordinasyonun oluşum sürecinde ilk toplantı "1 Aralık Koordinasyonu" ismiyle gerçekleşti.
Kasım 2002'de "Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu" ismini aldı. Sekiz ay süren bir faaliyeti oldu. Koordinasyon, ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra bazı grupların "artık işlevini tamamladığı" düşüncesiyle ayrılması sonucu dağıldı.
Dayanışma ve eylem birliği
Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu, onlarca sendika, meslek örgütü, siyasi parti, sivil inisiyatiflerle üniversite öğrencileri, hak savunucuları, dergi, yerel platformlar, sanatçı, aydın, akademisyen, yazar ve bireylerin bir araya gelerek Türkiye'de oluşturduğu en geniş savaş karşıtı platformdur. Platforma katılmanın tek koşulu "savaşa hayır" denmesiydi.
Koordinasyon, katılan örgüt ve bireylerin sayısal olarak çokluğunun yanı sıra, kapsadığı geniş siyasal yelpaze ve uyguladığı eylem biçimleriyle siyasal kültürü etkileyen önemli bir savaş karşıtı hareket oldu.
Her ne kadar Koordinasyonun merkezi faaliyetleri İstanbul'dan yürütülse de yereller üzerine bir hiyerarşi kurmadı.
Bu durum Türkiye'nin bütün illerinde savaş karşıtı platformlar doğmasının önünü açtı. Elbette ki platform içinde örgütlü kurumların yerellerdeki faaliyetlere katılımı örgütlenmeyi geliştirdi.
On binlerce insanımızın yaşamını kaybettiği milyonlarca insanımızın geleceğinin belirsizleştiği korkunç günlerden geçiyoruz.
20 yıldır siyaset sahnesinde olan AKP'nin olup biten bütün kötülüklerin sorumluluğunu üstlenmemesi baskı, tutuklama ve otoritesini sağlamlaştırma politikalarına dur deme zamanı çoktan geldi.
Seçim süreci
Seçimlerin yaklaştığı bu dönmemde "savaşa hayır" diyenlerin en acil görevi; güvenli yaşanabilir kentler için, adalet ve hukuk arayışımızın gerçekleşmesi için 1 Mart 2003'te gösterdiğimiz dayanışmayı, 6 Şubat'ta gerçekleştirdiğimiz yardımlaşmayı, Gezi Direnişindeki heyecanı, umudu, demokratik eylemlerimizle egemen kılmaktır.
Bu nedenle yeniden gündeme gelen İstanbul depremi tartışmaları seçim sürecinin önemli gündemi olmak zorunda.
Doğadan yana demokratik siyaset, asıl kendi yerine "rantçı otoriter" politikaları enkaz altında bırakmalı. Halkın yaşam alanlarını kentsel dönüşüm adı altında gasp etmek isteyen zihniyetle hesaplaşmak zorundayız. Bu siyasi hesaplaşma ancak çok kimlikli, çok kültürlü, güvenli kentlerle kardeşçe bir arada yaşama hakkını kazanmakla olacak. Bu yüzden İstanbul'u sokak sokak örgütleyerek demokratik mahalleler ve güvenli konutlar için komiteler kurma siyasetinde birleşmeye ihtiyacımız var.
Güvenli kentlerde yeni bir yaşamın nüvelerini kurmak için muhalif siyaseti büyütmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Şimdi, egemen siyasetçilerin çelişkileri arasına sıkışmış kitlelere başka bir siyasetin, başka bir yolun olduğunu anlatmak için harekete geçme zamanı.
En temel hak olan yaşam hakkının, doğal afet bahanesiyle elinden alınanların "yaşam üçgenine" mahkûm edildiği bu ülkede seçimler, yaşanan depremle birlikte sayısı dahi bilinemeyen on binlerce canlının ölümünden sorumlu siyasetten hesap sorma eylemine dönüşmelidir.
1 Mart'ta başardık, Gezide direndik, 6 Şubat'ta da en büyük dayanışma örneğini gösterdik. Şimdi otoriter rejime karşı en geniş birlikteliği gerçekleştirme zamanı.
Unutmayalım, birlikte ama "hep birlikte yaşam" için mücadelemiz ancak yaşayabilirsek devam edecek.
(SE/AÖ)