Dünyada siyasi istikrarsızlıklar, ifade özgürlüğüne, cinsel tercihe yapılan müdahaleler, ekonomik yetersizlikler ve çatışmalar yüzünden zorla yerinden edilen ya da göç eden insanların sayısı artarken, göç politikaları bu duruma duyarsız kalıyor, yabancı karşıtı söylemler güçleniyor, göçmenler kötü yaşam koşullarına maruz bırakılıyorlar. Son yıllarda dünya vatandaşlığı, hareket özgürlüğü gibi kavramlarının yaygınlaşması yerine ulus-devlet politikaları ve ayrımcı söylemler salgınlaşıyor.
Tüm bu siyasi denge(sizlik)lerin mağdur ettiği insanlar göç ya da sığınma için gittikleri ülkelerde, bu sefer de göç politikaları yüzünden ikinci kez mağdur oluyorlar. Türkiye de göçmenleri ve sığınmacıları mağdur etmekte uzman ülkelerden bir tanesi.
Göçmenler Türkiye'yi başka ülkelere gitmek için bir geçiş ülkesi olarak kullanıyor. Ancak diğer ülkelere gitmek için gelen yabancılar, 'misafirhane' gibi ironik bir isim verilmiş tutukevlerinde tutuluyorlar.
Yılda 100 bin kişi Türkiye'den geçiyor
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı Yabancılar, Hudutlar ve İltica Dairesi'ne göre her
yıl Türkiye'den yaklaşık yüz bin düzensiz göçmen geçiyor ve 2008 yılında 13 bin sığınma başvurusu yapılmış. Kamuoyu bunlardan ancak bir isyan çıktığında haberdar oluyor, ana haber bülteni bittiğinde ise hayat hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Bu sırada misafirhanelerde tutulan binlerce sığınmacı ise sınırlı miktarda ekmek ve suyla, niçin orada tutulduklarından bile habersiz, sadece bekliyorlar.
1951 Mültecilerin Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolüne "coğrafi sınırlama" koyarak taraf olan Türkiye'nin Avrupa dışından gelen sığınmacılara mülteci statüsü vermeyeceğini resmileştirmesi, çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerden gelen sığınmacıların hayatını oldukça zorlaştırıyor.
Sığınmacıların buraya geldikten sonra geçirdikleri süreci kısaca özetleyecek olursak; burada yakalandıktan sonra misafirhanelere yerleştiriliyorlar. Bu sırada onlara 'geçici sığınma hakkı' tanınıyor ve üçüncü ülkelere mültecilik talepleri bildiriliyor. Talepleri reddedilirse onlardan ülkelerine geri dönmeleri bekleniyor.
Bu konudaki sorunlu noktalar ise şöyle:
- Göçmenler herhangi bir statü elde edene kadar misafirhanelerde çok kötü barınma koşullarında tutuluyorlar.
- Misafirhaneler Adalet Bakanlığı değil de İçişleri Bakanlığı tarafından idare ediliyor. Dolayısıyla özgürlüğü kısıtlananlar için yargısal denetim bulunmuyor. Bu alıkoyma işlemi cezai kovuşturma çerçevesinde değil, 'idari işlem' nedeni ile yapıldığı için herhangi bir hâkim kararı gerekmeksizin uygulanıyor.
- Mülteci talepleri reddedilen sığınmacılar, ayrılma nedenleri ne olursa olsun kendi ülkelerine geri gönderiliyorlar. Bu durum çoğu zaman kaçtıkları kişilere teslim edilmelerine neden oluyor.
- Sınır dışı edilecek sığınmacılardan dönüş masraflarını kendilerinin karşılaması bekleniyor. Kendileri ya da yakınları bu parayı bir araya getirene kadar misafirhanelerde tutuluyorlar.
Kısacası bu insanlar bir kere misafirhaneye konulduktan sonra insan hakları konusu orada kapanıyor. Bu konuda adil devlet politikaları üretmek yetkili kurumların gündeminde yer almıyor. Yaşatılan adaletsizlikler kamuoyunda da aynı ölçüde görünmezliğini koruyor.
"Kimse nedensiz kaçmaz!"
Bu konuda çalışan sivil insiyatifler mevcut. Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin göçmenlere danışmanlık hizmetleri sağlıyor. Yeni oluşan bir diğer hareket ise Göçmen Dayanışma Ağı. 2009 yazından beri faaliyette olan bu grubun kuruluşu Direnistanbul'a dayanıyor. "Kimse nedensiz kaçmaz" sloganıyla çıkan oluşumun amacı, Türkiye'de göçmenlerin sesini ve 'misafirhaneler' konusunu kamuoyunda görünür kılmak ve göçmenleri de bu mücadeleye dâhil etmek.
"Yurttaş olanla yurttaş olmayan arasındaki farkların kalkmasını istiyoruz" diyen Göçmen Dayanışma Ağı her hafta toplanarak ağlarını genişletmek ve yaratıcı eylem fikirleri geliştirmek için çalışıyor.
Grubun ilk etkinliği 1 Mart'ta düzenleyecekleri film gösterimi ve söyleşi. Bu tarihin önemi, Avrupa'da ekonomik kriterler dâhilinde tercih edilen bir göçmenlik tanımı yapan yabancıların giriş, oturma ve iltica hakkı alabilme yasasının (CESEDA) 1 Mart 2005 tarihinde yürürlüğe girmesi. 2005 yılından beri Avrupa'da göçmen hakları aktivistleri her sene 1 Mart'ta bu konuya ilişkin etkinlikler düzenliyor.
Dünyada 1 Mart
Fransa'da 'Bizsiz 24 Saat' kolektifi ( 24h Sans Nous) öncülüğünde 'Göçmensiz bir Günün' nasıl olacağını, bunun Fransız ekonomisini nasıl etkileyeceğini göstermek için, göçmenler her 1 Mart'ta hayattan ellerini çekiyorlar ve tamamen görünmez oluyorlar. O gün çalışmıyorlar, bir şeyler satmıyor ya da satın almıyorlar.
Sonuçta dünyanın her yerinde göçmenler geldikleri ülkelerde kayıtlı ve ya kayıtsız olarak iş gücüne katılıyorlar ve yabancılara göçmen ve ya mülteci statüsü veren ülkelerde iş gücünün önemli bir kısmını oluşturuyorlar.
Etkinlik geçen sene İspanya'ya, bu sene de İtalya'ya ve Yunanistan'a ulaştı. Kurulan 1 Mart komiteleri herkesin bir günlük iş bırakma gibi bir seçeneği olamayacağı için tüketime vurgu yapıyor. Kısacası 1 Mart'ta göçmenler "bu yoklukla, varlığımızın önemini göstermek istiyoruz" diyorlar.
Türkiye'deyse göç sorunsalının en problemli noktalarından biri 'yabancı misafirhaneleri'. Dolayısıyla göçmenlerin sorunlarının görünürlük kazanması, yaşadıkları haksızlıkların ve adaletsizliklerin son bulması için görünmezlik eylemi ancak sonraki etap olabilir. Çünkü onlar zaten misafirhane duvarlarının arkasında görünmez bir hayat yaşıyorlar.(ÇT)
* "Bizsiz 24 Saat" kolektifinin 1 Mart bildirgesini okumak için tıklayın.