Her asker uğurlama merasimi ile karşılaştığımda bu şekilde bir coşkunun, duygu hezeyanının geçmişten bugüne nasıl oluşturulduğuna dair imâlı bir hayret uyanır bende.
Bu ülkenin tarihi, militarist duyguların kökünü kazıyacak kadar olumsuz tecrübelerle dolu olsa da tekerrürün kancasında olup bitenler, sistemin dişlilerini kanla yağlamıştır.
Gencecik insanların ölümle kazanacaklarını düşündükleri saygınlığa istinaden büründükleri savaşçı duruşları -sonuçlarını bir an için düşünmezseniz- aslına bakarsanız oldukça komiktir de.
Gözlerinde önemli bir şey yapacak olmanın gururunu taşıyan bu çocuklar bilirler ki bu görevden sonra bir varlık olarak tanınacaklardır ya da günlük tabirle "adam yerine konulacaklardır". -Ölümün hüsnükabulü o kadar da zor değildir. Kimi kez din kimi kez de dogmatik ideoloji müritleri tarafından ölüm, hamaset gibi birçok kelime ile süslenmiştir.-
Vatanın ansızın elden gidivereceği korkusunun bu derecede absürt yaşandığı çok az ülke gösterebilirsiniz. Neredeyse 7'den 70'e hissedilen vatan tapıcılığının megalomanlığı sayesinde ne bolluk içerisindeki yokluk ne hesapsız saçılan ölümler ne yazgı diye yutturulanlar ağrımıza gider.
Kuyruğu dik tutma hikâyesinden kotarılan bir gururun hazin kurbanları olarak "Vatan da vatan..." deriz.
Memlekete pompalanan dış mihrak komploları ise bir devlet hizmeti olarak hem adrenalin seviyemizi yüksek tutar hem de zihin jimnastiği yapmamızı sağlar. Öyle ki Kurtlar Vadisi dizisinin bu yıl sezon başlangıcında kullandığı fragman, gülme ile ağlama arasında, kaderiyle baş başa bırakılması gereken bir vakanın semptomudur.
Bildiğim kadarıyla, yaşanan ve yaşatılmaya çalışılan militarizm üzerine söylenmemiş, yazılmamış bir bahis yok. Sendelediğim yer militarizmi bir penis muhabbeti ile başlayıp işi fallokrasi cumhuriyetinin kapısına dayandıran hemcinslerimin, asker uğurlama törenlerindeki anaları, bacıları, eşleri çözümlemelerinin neresindeki manzaraya oturttukları.
Militarizmin en sık erkeklerde rastlanılan bir vaka olması belki de en çok kadını anti-militarist mücadele içerisine itmeli.
Vicdani ret hareketinin en çok da şehitlik mertebesi adı altında yok yere koşulan ölümleri kabullenmeyen, "Bu vatana (davaya) bütün oğullarım feda olsun" gibi ölüme sırt dayayan bir medeti reddeden analara; "Her ananın oğlu asker olur ama her kızın sevdiği komando olamaz" gibi anlamsız bir yüceltmenin histerisine kapılmayan kadınlara ihtiyacı var.
Türkiye'deki vicdani ret hareketi, onu sahiplenen kadınlarla gerçek bir mücadele alanına dönüşebilir. Burada kurulan mantık gene bir cinsel vurgu ile hareketi renklendirmek değildir.
Feminist mücadelenin erkekler olmadan yürütülme çabasındaki takıntıyı anlamsız bulmamın sonucu olarak çıkardığım gayri ihtiyarı "Dünyayı ikiye bölelim öyleyse..." şeklindeki "alık" önerim, vicdani ret hareketi için de geçerlidir.
Sayısal olarak şu kadar kadın şu kadar erkek vicdani ret açıklaması yapmıştır gibi bir sonuç çıkarılmasın bu yazıdan. Sadece genel bir algıdan duyduğum rahatsızlığımı dile getirdim.
Biraz daha yetişebiliriz, biraz daha tamamlayabiliriz anti militarist mücadeleyi. Türlü şekillerde aşağılanan, mahkeme yollarını arşınlayan vicdani retçi erkeklerin dört başı mamur belaları vicdani retçi kadınlara niye esamisini okumaz? ("okuyamaz" değil)
Behice Boran 1950'de Kore'ye asker gönderilmesine karşı yayımladığı "Barışseverler Bildirisi" sebebiyle tutuklanmıştı. Günü, günün koşullarında geçmişe seslenerek mukayese etmek çoğunlukla doğruyu yakalamanıza izin vermez. Ama bugünkü barış demeçlerinin uysal uysal dinlenilmesinin manası nedir?
"Henüz bana bir dava açılmadı. Türkiye'de erkeklerin bir kısmına açılıyor ama vicdani retçi kadınların hiçbirine şu ana kadar dava açılmadı. Bir görmezden gelme politikası zaten var. Benim vicdani ret açıklamam yaşanan savaşın görünmeyen yanı.
Bana dava açmayı göze aldıklarında savaşın görünmeyen yönü de ortaya çıkacak. Bu yüzden savaşın görünmeyen yönünü deşifre etmek istemiyorlar ve görmezden geliyorlar. Ancak sayımız arttığında görmezden gelemeyecekler" diyen vicdani retçi Zeynep Varol, görmezden gelen taraf ile aramızda duran hayali perdenin pratikteki tespitini ne akıllıca ifade etmiş.
Tespitteki dilek gerçekleştiğinde tek tip askerlik, vicdani reddin bir hak olup olmadığı gibi tartışmaları çok geride bırakmış olacağız. Hayatı, adaleti, barışı savunmanın her şeyden önce önceliği, yeryüzündeki ayrıcalığıyla övünen insanın "insan" oluşuyla ilgili değil midir? (FG/BB)