Toplumbilim dergisi, post-kolonyal düşünce üzerinde odaklanan bir özel sayı çıkarttı. Sayının editörlüğünü üstlenen Ebru Yetişkin'in giriş yazısını kısaltarak aktarıyoruz. Yetişkin konu üzerine Türkiye'de yok denecek kadar az çalışma yapıldığını vurgulayarak bu sayının bir tartışmaya zemin olmasını umduğunu söylüyor.
Post-kolonyal düşüncenin benimsenmesi, bir başka deyişle yaygınlaşarak post-kolonyal(izm) oluş süreci, lineer bir tarihsel eksende değerlendirildiğinde epistemik bir süreksizlik ve kopuş sürecini de ortaya koyar. Bu sayı, Madun Çalışmaları ile post-kolonyal düşünce arasındaki bağı takip ederek hazırlandı.
Ranajit Guha'nın 1970'ler Hindistan'ında Antonio Gramsci'nin önerdiği madun kavramını Hindistan'ın tarihyazımında kullanması, liberal ve pozitivist paradigmaların etkisindeki entelektüel ve akademik alana müdahale etme ihtiyacından kaynaklanıyordu. Entelektüel gündemi eleştirmenin yolu ise, iktidar tarihinin her türlü evrensel sermaye tarihinden ayrışmasını, ulus biçiminin eleştirisini ve iktidar ile bilgi arasındaki ilişkinin (dolayısıyla arşivin kendisinin ve bilginin bir biçimi olarak disiplinler) sorgulanmasını gerektiriyordu.
Elitist bilgi üretiminin ortaya çıkarılmasıyla başlayan bu epistemolojik ve ontolojik ayrım, 1978'de Edward Said'in "Orientalism" adlı kitabıyla daha da belirginleşti. Said, Doğu - Batı düalizmine dayanan Doğu hakkındaki bilgi edinme sürecinin Doğu üzerinde iktidar kurma sürecine nasıl eklemlendiğini sorunsallaştırmıştı. 1985 yılında yazdığı "Can The Subaltern Speak?" ve "Deconstructing Historiography" başlıklı iki makaleyle Gayatri Chakravorty Spivak, emperyalizmin ve sömürgeciliğin entelektüel üretimdeki kurucu işlevinin sorunsallaştırılmasına odaklanarak yapıbozumcu, feminist ve Marksist bir yaklaşımla madun kavramını yeniden inşa etti ve epistemik şiddeti tartıştı. Bhabba'nın 1983'te yazdığı "The Other Question"dan 1990'larda melezlik (hybridity), taklitçilik (mimicry), arada olma (in-betweenness) ve basmakalıplaştırma (stereotyping) kavramlarıyla zenginleştirdiği çalışmalar ile bu düşünürlerle ilişkiye geçmesi ise emperyalizm ve sömürgeciliğin ürettiği özneye odaklanarak entelektüel bilgi üretimini mercek altına alan aksı takip etti.
Bu bağlamda oluşan post-kolonyal düşüncenin benimsenme ve yayılma sürecini etkileyen gelişmeler, ne var ki, madun çalışmalarının odaklandığı liberal ve pozitivist paradigmaların etkisindeki entelektüel bilgi üretiminin eleştirisine yönelik ana temaları zaman içinde arka plana aldı. Bu eksikliğe dayanarak yapılan çalışmalar, postkolonyalizm altına giren, indirgemeci, genelleyici ve özcü bakış açısını sahiplenenler tarafından ters yüz edilerek tek bir ortak forma sokuldu ve post-kolonyal düşüncenin eleştirisinde önemli bir yere sahip oldu.
Post-kolonyal düşüncenin yenilikçi bir niteliğe sahip olması ve yaygınlaşmasındaki nedenlerden ilki 1980'lerde kültürel çalışmaların bir disiplin olarak benimsenmesiyle beraber gerek akademik kurumların gerekse kimlik formasyonlarına dayalı politikanın çokkültürcülük yaklaşımıyla değişim sürecinde birlikte hareket etmesiydi. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, kapitalizmin küresel bir olgu olarak tartışılması, esnek üretimin yayılması, göçün, diyasporanın ve mülteciliğin toplumsal ve ekonomik bir sorun olarak politik gündeme oturtulması, 1990'larda post-kolonyal düşünceyi ihtiyaç duyulan eleştirel bir merkeze dönüştürdü.
Ulusaşırı sivil toplum örgütlerinin gelişmesi ve artması, ulusötesi dönemde vatandaşlık nosyonunun yeniden gözden geçirilme ihtiyacı ve yeni yerleşim alanlarının oluşumu gibi gelişmeler bağlamında post-kolonyal düşünce, küresel kapitalizmin eleştirilmesine aracılık etti. Ne var ki böylelikle madun çalışmalarından çıkan post-kolonyal düşünce post-kolonyalizme dönüşerek, onu sahiplenen farklı düşünürlerin yaptığı değişik açılımların okunamaması ve "post-kolonyal teorisyenler" adıyla ortak bir forma sokulması nedeniyle bir kara kutuya ve meta-anlatıya da dönüştü.
1999 yılında bu duruma karşılık "A Critique of Postcolonial Reason" adlı kitabıyla "yeni bir okuma siyaseti" öneren Spivak, felsefe, edebiyat, tarih ve kültür alanları üzerinden post-kolonyal aklın eleştirisini yaparak ters-yüz edilmiş post-kolonyal düşünceyi yeniden yerine yurduna koymaya çalıştı. Ancak 2000'ler sonrasında post-kolonyalizm, ulusaşırı iş bölümüne daha hızlı katılabilmenin önünde yavaşlatıcı bir engel olduğu ileri sürülen unsurların eleştirilme olanaklarını çoğaltan ve denklerin birlikteliğini sağlayan yeni bir düzenek olarak araçsallaştırılmaya devam etmektedir. Bu süreç aynı zamanda bir düşüncenin sömürgeleştirilmesi ve sömürgeleştirilmesinin tafsiye edilme çabasını da imlemektedir.
Buraya kadar bir teoriye tutunmak ve ona bağlanmaktan çok, düşüncenin kalkış noktasını belirlemenin, düşüncenin teorileştirilme safhasına neden olan ilişkilerin ve bu teorinin sefer rotalarını izlemenin düşüncenin yol açtığı ve maruz kaldığı dönüşümü kavrayabilmek açısından gerekli olduğunu vurgulamak istedim. Bu nedenlerden dolayı "post-kolonyal" teriminin sadece sömürgeciliğin tasfiye edildiği toplumlara gönderme yaptığını belirtmek, bu düşüncenin önümüzde açtığı eleştirel ve analitik kulvarlar ile tuzakları gözden kaçırarak özcü genellemeleri ve indirgemeleri tekrar edecek ve çoğaltacaktır.
Dolayısıyla bu sayıda post-kolonyal kavramı, terimin sömürgeye yaptığı referansı aşması nedeniyle "sömürge-sonrası" olarak kullanılmamıştır. Bunun yanı sıra post-kolonyal düşüncenin post-yapısalcılık ve post-modernizm ile olan kavramsal işbirliğini de ifade edebilmesi, terimin "sömürge-sonrası" olarak kullanılmamasının bir başka nedenidir. Post-kolonyal düşünceyi sömürge ulusların tarihiyle sınırlandıran sığ bakış açısı, sömürge olmuş ve olmamış ulusların küresel kapitalizmin demokratikleşme, ilerleme ve kalkınma paradigmalarıyla dayattığı eşitsizlikler karşısındaki direniş yolları arasındaki farklılıkların okunabilmesini sınırlandırmaktadır. Yine de post-kolonyal düşüncenin iktidar tarihinin her türlü evrensel sermaye tarihinden ayrışmasına, ulus ve milliyetçilik biçimlerinin eleştirisine ve iktidar ile bilgi arasındaki ilişkinin incelenmesine sınıf ve cins-kimlik açısından da getirdiği eleştirel perspektif dikkate alınmaya değerdir. Dahası bu düşünce, küresel kapitalizmin toplumsal, ekonomik ve politik devingenliği üreten hatlara dâhil olamayanlar için yarattığı sorunlar hakkında çalışanlar tarafından takip edilerek entelektüel üretimin nasıl yeniden kodlandığına ve neyin, kim tarafından / kim için, nasıl kendine mal edildiğine dair sorular üretmeye yardımcı olabilir.
Her ne kadar post-kolonyal düşüncenin post-kolonyalizme dönüşmesiyle kurumsal olarak ideolojik bir yeniden kodlama makinasına dönüştürülmesi ve işlevselleştirilmesi, örneğin 2008 yılında Çin'de gerçekleştirilen 3. Guangzhou Trienali'nde "Post-kolonyalizme Elveda" başlığı altında tartışılsa da aslında düşüncenin çıkış noktası ile çağdaş sanatın yaptığı kesit bakımından benzer bir yaklaşımın izinin sürüldüğü de imlenmektedir. Entelektüellerin bir paradigması olan post-kolonyal entelektüellerin ayrıcalıklarının kendi kayboluşları olacağını öğrenmeleriyle post-kolonyalizmin kendini feshetmesinin ardından, Türkiye'de madun çalışmalarıyla ilişkili olan post-kolonyal düşünceyle nasıl ilişkiler, eylemler ve düşünceler üretebileceğimiz ile ilgili başka sorular karşımıza çıkar. Bunlardan biri bilimsel pratiklerin kavranışıyla ilgili değişimdir; yani bilgi üretimi ve bilgi kaynaklarının oluşturulmasının, sömürgeleştirilmesinin ve sömürgeleştirilmesinin tasfiye edilmesinin sorunsallaştırılmasıyla iktidar arasında kurulacak ilişkilerin analizinin yapılmasıdır.
Bunu yapabilmek için ise öncelikle iktidarın evrensel sermaye tarihi ile süreklilik ve kopuşlarının nerelerde ve nasıl oluştuğunun incelenmesi gerekmektedir. Kuşkusuz bu, hem küresel örgütlenmeler ve düzenlemelerin hem de yerel ve moleküler değişkenlerin birbiriyle ilişkili bir biçimde kalkınma, ilerleme, gelişme paradigmalarının tuzağına düşmeden analiz edilmesini ifade etmektedir. Her bir özün yerine onlara anlam veren aracıların, delegelerin, çevirmenlerin nasıl bir üretim yaptığına dair izlenecek antropolojik aks, özgün bir politik içerikten yoksun olma ve yanlış bilinç sahibi olmayı ileri süren açıklayıcı ve betimleyici stratejilerin gözden kaçırdığı noktaların tespit edilebilmesine yardımcı olabilir. Ne de olsa post-kolonyal düşüncenin öznesi ya da konusu, "antropolojiye karşı verilmiş vahşi bir yanıt" girişimidir.
Bu sayının nasıl oluşturulduğu ile ilgili süreç, gerek post-kolonyal düşüncenin Türkiye'de bugüne kadar yeterince tanınmamasına dair nedenlerin kavranmasına yardımcı olabilir gerekse düşüncenin kuracağı ilişkiler ve eylemler ile ilgili sorunların ve zorlukların bir izdüşümü olarak nitelendirilebilir.
Yukarıda vurguladığım nedenlerden ötürü madun ile post-kolonyal düşünce arasındaki bağı vurgulayarak post-kolonyal düşünceyi postkolonyalizmden ayrıştırabilmek için özellikle Madun Çalışmaları'ndaki çekirdek sayılabilecek ekibin metinlerine odaklanılmasının stratejik bir seçim olduğunu belirtmeliyim. Bu nedenle Ranajit Guha, Dipesh Chakrabarty, Partha Chatterjee, Homi Bhabba ve Gayatri Chakravorty Spivak'ın çalışmaları ana akım okumaları ve çeviri metinlerini oluşturdu. Edward Said'in düşüncelerinin Türkçe'ye kazandırılmış olmasından dolayı bu sayıda henüz görece bilinmeyen ya da az bilinen yazarlara öncelik verildi. Bu yazarların erken ve geç dönem okumaları arasındaki geçişliliğin, çelişkilerin, reddedişlerin farkında olarak yapılacak okumaların bu düşünürleri daha iyi kavrayabilme açısından bir zorunluluk olduğu ve analiz açısından son derece önemli olduğu metinlerle çalışırken öne çıktı. Örneğin, Spivak ile yaptığımız mülakatta "özcülüğün stratejik kullanımı" ifadesinden nasıl ve neden vazgeçildiğinin üzerinde durmamızın bir nedeni de budur. Madun Çalışmaları Kolektifi'nin diğer üyeleri arasında yer alan Sumit Sarkar, Gyan Prakash, Susie Tharu, Touraj Atabaki, Shahid Amin, Gyan Pandey, Sudipta Kaviraj'ın çalışmaları da ikincil okumalar arasında yer aldı. Elbette Paul Gilroy, Franz Fanon, Albert Memmi, Tarık Ramadan ve Achille Mbembe'nin post-kolonyal düşünceye getirdiği açılımlar gözardı edilmedi. Post-kolonyalizm ile ilgili Bill Ashcroft, Gareth Griffiths ve Helen Tiffin ile Robert Young, Vinayak Chaturvedi, Peter Hallward'un derlemeleri ise yardımcı kaynaklar olarak ancak mesafeli ve eleştirel bir yaklaşımla okundu. Arif Dirlik ve Aijaz Ahmad gibi post-kolonyalizmin dünyada kabul edilen en önemli eleştirmenleri de bu sayının bu haliyle hazırlanmasına neden oldu. Böylelikle kendilerine verdikleri adla post-kolonyal düşünürler ile madun çalışmalarından gelen ekibin giriştiği entelektüel mücadelenin epistemolojik olarak ayrıştırılmasına çalışıldı.
Bu bağlamdan yola çıkılarak hazırlanan sayı dört bölüm ile inşa edildi: Post-kolonyal kavramlar üzerine notlar, çeviri metinleri, mülakatlar ve özgün makaleler.
Çalışmanın taslak metinlerini paylaşırken ortaya çıkan ihtiyaçlardan biri, bazı kilit kavramların açıklanma ve yorumlanma ihtiyacıydı. Bu nedenle çalışma esnasında madun, madun bilinci, sömürgecilik, yeni-sömürgecilik, taklitçilik, epistemik şiddet ve epistemik ihlal gibi kavramlar ile ilgili aldığım notlar kapsamlı bir içerik arz etmese de, okuyucunun post-kolonyal düşünce içindeki temel araçlara hakim olmasına katkıda bulunabilir.
(...)
Türkiye'de post-kolonyal düşünce ile ilgili yapılan çalışma sayısının neredeyse yok denecek derecede az olması nedeniyle edebiyat, tarih, felsefe, siyaset ve sanat gibi farklı disiplinlerden daha çok sayıda yazar bu sayıya davet edilemedi. Bu disiplinlerden gelecek yankıların önümüzdeki yıllarda artacağını ümit etmekle birlikte, post-kolonyal eleştirel anlayışın damgalamanın güdümündeki kimlikçi, milliyetçi, çokkültürcü üretimlerin yanı sıra yukarıdan önerilen çözüm önerileri için araçsallaştırılmasının epistemik ihlali daha da arttıracağını yinelememek kaçınılmaz duruyor.
Günümüz koşullarında Batı'nın hala seçici bir şekilde kendine mal etme ve tözcü bir şekilde basmakalıplaştırma üzerinden kendi Doğusunu üretmekle uğraştığı tespitinin, ötekileştirme siyaseti üzerinden etnosantrik öznenin (ve konunun) işlevselleştirildiğini ve kendini farklılaştırarak özgünlük sahibi olmak için temel teşkil ettiğini görüyoruz. Türkiye'nin (Türkiye'deki entelektüelin) Batı tarafından kendisine verilen Doğu temsilini yeniden üretmek üzere özgün ve farklı bir kimliğe sahip olma arzusu da, kendini etnikleştirme ve kendini oryantalleştirme araçlarının özellikle kültür ve etnisite çalışmalarında giderek artacağını gösteriyor. Zira bu sayının hazırlık aşamasında karşılaşılan zorluklardan biri de bu oldu. Davet edilen yazarlardan bazıları ile çalışılırken, post-kolonyal düşüncenin yeterince irdelenmemiş olmasına da bağlı olarak ortaya çıkan kimlikçi ve ideolojik kaymalardan dolayı içerik ile ilgili tutarsızlıktan ödün verilmemeye çalışıldı ve bu yazarlar ile çalışılmaya ara verilmek zorunda kalındı. Burada önemli olan, bu çalışmaların ve bu entelektüellerin yaptıkları üretime neden olan siyasi ve ekonomik koşulların değerlendirilmesiyle, bu çalışmaların nasıl eleştirileceğidir ve post-kolonyal düşünce bu noktada çoklu bir devre oluşturabilir. Kendisine verdiği adla iyi bir yere yerleşmiş, (post-kolonyal ya da değil) entelektüelin kapitalizm, ataerkillik ve milliyetçiliğin getirdiği sorunları altta ezilenlerle özdeşleşerek narsisist bir şekilde yeniden sunma eylemi ve bu eylemin koşulları ve sonuçları gözden kaçırıldığı takdirde, çağdaş madun çalışmalarıyla birlikte işleyen post-kolonyal düşünce ile buluşulamayacaktır.
Post-kolonyal düşünce açısından bir eşik oluşturan yer, entelektüelin kimlik politikalarına dâhil olarak yukarıdan önerilen ya da dayatılan öncü, yargıcı, özcü ve rasyonel çözümler üretme tekrarıyla ne yaptığını görememesi, unutması, eylemiyle ilgili tereddüt duymaması ve alttaki eylem yollarını kaçırmasıdır. Bu nedenle Türkiye'de akademik özgürlük sorusu, entelektüelin kendisini öteki olarak değerlendirmesini sağlayan unsurların üretimini sorgulamak bağlamında daha fazla ilgiye ihtiyaç duyan bir mesele olarak bizi beklemektedir. Akademik özgürlük, epistemik ihlal, biyopolitika, feminizm ve yoksulluk meseleleri ile uğraşmak, küreselleşme ile ona bağlı işleyen toplum gibi bayağı kavramları mekanik olarak tekrar ederek birbirini hiç tanımadan yönetenlerin özeleştiriden yoksun bir şekilde yeniden ürettiği hâkim düşünce, kurum, eylem ve ilişkileri dönüştürmeye yönelik bir üretim çağrısıdır. Dolayısıyla bu sayının kentli entelektüelin tahayyülünün ve ifade yollarının çoğullaştırılması ile aşkın olarak varsayılanın aşılmasına yönelik sorunsallaştırılmaların yapılabilmesi açısından bir b(ağ) olmasını diliyorum. (EBY/EÜ)
____________________________________________________________________________
Toplumbilim, Post Kolonyal Düşünce Özel Sayısı, Bağlam Yayıncılık, 13 TL.
* Derginin içeriği şöyle:
Ebru Belgin Yetişkin, Post-kolonyal Kavramlar Üzerine Notlar
Ranajit Guha, Sömürge Hindistan'ın Tarihyazımı ile ilgili Bazı Hususlar Üzerine
Dipesh Chakrabarty, Madun Çalışmalarının Küçük Bir Tarihi
Sumit Sarkar, Madun Çalışmaları'nda Madunun Düşüşü
Gayatri Chakravorty Spivak, Yeni Madun: Ses-siz Bir Mülakat
Gayatri Chakravorty Spivak, Akademik Özgürlüğü Cins-kimlikli Post-kolonyallik İçinde Düşünmek
David Huppart, Neden Bhabba?
Ebru Belgin Yetişkin, Madun: Gramsci, Guha, Spivak - Gayatri Chakravorty Spivak ile Mülakat
Engin Sustam, Antonio Negri İle Post-kolonyalizm ve Biyopolitik Üzerine
Engin Sustam, Nilüfer Göle ile Post-kolonyal Çalışmalar Üzerine
Ebru Belgin Yetişkin, Atalet ve Regresyon: Ali Akay ile Mülakat
Mahmut Mutman, Post-kolonyalizm: Ölü Bir Disiplinin Hatıra Defteri
Engin Sustam, Post-kolonyalizmden Biyopolitiğe: "Temsilin Krizinden Güvensizlik Toplumuna mı?"
Nusret Polat, Çokluk, Herhangi Bir Tekillik, Koşulsuz Demokrasi ve Madun'un Durumu
Ebru Belgin Yetişkin, Epistemik İhlalin Çevirisi