Şhıbli, Hallac-ı Mansur'un öğrencisidir. Rivayet edilir ki Şhıbli, Hallac-ı Mansur'u idam edilmeden bir önceki gün kör karanlık bir zindanda ziyaret eder ve sorar:
- Ey, Pirim! Ey Hallac-ı Mansur aşk nedir?
Hallac-ı Mansur öğrencisi olan Şhıbli'ye bakar bakar ve der ki:
- Yarın göreceksin.
Yarın olur. Hallac-ı Mansur idam edileceği meydana getirilir. Duymaya ve görmeye meraklı olan insanların hepsi oradadır. Şhıbli de oradadır. Hallac-ı Mansur kalabalıklar içindeki öğrencisi Şhıbli'yi görür ona gülümser ve yürür.
Hallac-ı Mansur önce idam edilir, başı gövdesinden koparılır. Sonra derisi yüzülür. Derisi yüzülen bedeni yakılır. Yakılan bedeninin küllerini, kızı Ayşe Dicle Nehri'ne doğru savurur. Tüm bu olup bitenleri gören Şhıbli anlar ki "aşk adanmışlıktır..." Ve anlar ki bir şeyi ancak onun için kendini adayan bilir.
Hallac-ı Mansur "Hakikat"e yani "Aşk"a "Hak" ile bir bütün olduktan sonra ulaşabilmiştir. Sevdiğine ulaşmak, ona kavuşmak, onda erimek, onda yok olmak, ona kendini adamak, iki ayrı varlıkken tek bir varlık olmak istemiştir Hallac-ı Mansur. "Hak" ile bütünleşmesi için de kendini adaması gerekmiştir.
Tasavvuf da bu durum - Hallac-ı Mansur'un durumunda da olduğu gibi - sevgi mertebeleri olarak adlandırılır. Bu mertebeler sekiz basamaklıdır. Birinci mertebede kalbin sürekli özlem duymasındandır ki sevgi hiç beklenmedik bir anda kalbi sessizce sarar. İkinci mertebede kalbi saran sevgi sevgiliye/maşuka kavuşmak/ulaşmak isteği ile yanıp tutuşur, gözyaşı döker. Üçüncü mertebede kalbi saran sevgi ateşi başı döndürmeye başlar ve sarhoş olan beden içinde bulunduğu durumu kavrayamayacak bir hale gelir. Dördüncü mertebede gönül kapısının kapıları sonuna kadar sevgiliye/maşuka açılır artık. Beşinci mertebede kalbi kaplayan ve parçalayan sevgi ateşi tüm bedeni sarar ve yakıcı hale getirir. Altıncı mertebede sevgi delice sevme haline ulaşır, seven sevgilinin kulu kölesi olmak için her şeyini vermeye hazırdır. Yedinci mertebede gönül kapısı aralanır, aşık olan gözler sevgilinin/maşukun güzelliği ile kör olur ve ondan başkasını göremeyecek hale gelerek Hüsn-ü Yarin esiri olur. Sekizinci mertebeye gelindiğinde ise seven sevgilisinde/maşukunda kendisini yok eder ve onda erir. Her şey sevgiliden/maşuktan ibaret olur. Aşık fani dünyada kendi isteği ile "ölmeden evvel ölme" sırrına erişir ve aşk ile sonsuzluğa ulaşır.
Sevdiğine ulaşmak, ona kavuşmak, onda erimek, onda yok olmak, ona kendini adamak, iki ayrı varlıkken/bedenken tek bir varlık/beden olmak ister "yaratılmışların en şereflisi" olan insan. Bunun için de mücadele eder, acı çeker, sıkıntılar yaşar ve kendini adar.
İşte bir ağustos ayında bir düşü//hayali/hayatı/dünyayı yaratan ve 4 Ağustos'ta aramızdan ayrılıp giden Metin Erksan ile o düşü/hayali/hayatı/dünyayı canlandıran ve 15 Ağustos'ta aramızdan ayrılıp giden Müşfik Kenter'in "Sevmek Zamanı" adlı filmi de bize sevdiğine ulaşmak ve kavuşmak isteyen, onda erimek ve yok olmak isteyerek iki ayrı varlıktan tek bir varlığa aşk ile ulaşmak isteyen Boyacı Halil'in mücadelesini, acısını, "surete olan aşk"ını anlatmıştı yıllar öncesinden.
Metin Erksan'ın 1965'te çektiği, hiçbir zaman sinemalarda gösterilmeyen ve Müşfik Kenter'in de Boyacı Halil'i canlandırdığı "Sevmek Zamanı" filmi Boyacı Halil'in bir fotoğrafa/surete/nesneye olan aşkıyla başlayıp suretten asıl olana/varlığa/özneye ulaşmak için kendini adamasıyla sonlanan tutkulu aşk öyküsünü anlatır.
Erksan bu tutkulu aşkı "şiirsel" anlatı dilini - Fransız Şairane Gerçeklik akımında olduğu gibi - kullanarak anlatır. Büyükada'nın sessizliği ve sisler içindeki görünümü, durmadan yağan yağmur, dalgaların vurduğu sahiller, fondaki müzik, sonbaharın hüznü içinde siyah beyaz görüntüler ile bu şiirselliği yansıtmaya çalışır. Biz de bu şiirsellik içinde aşka ulaşmak isteyenlerin hüzünlü öyküsünü izleriz.
Boyacı Halil, çalıştığı evlerden birinde çalışırken duvarda gördüğü bir kadının fotoğrafına aşık olur ve günlerce fotoğrafın olduğu bu eve gizlice girip duvarda asılı olan fotoğrafa durmadan kendinden geçercesine aşkla bakar. Fotoğrafın olduğu yerde kendine bir düş/hayal/hayat/dünya yaratır ve o dünyanın içinde duvarda asılı olan fotoğrafı kendinden geçercesine seyreder, sever, aşık olur ve onu yüceltir.
Bu yarattığı düş/hayal/hayat/dünya fotoğraftaki kadını var eden, ona o anlamları verenin yani Meral'in (Sema Özcan) gelmesiyle bozulur. Meral'in Halil'i fotoğrafına bakarken gördüğü anın sahne düzenlenişi de iki ayrı dünya varmışçasına düzenlenmiştir. İki farklı dünya... Dışardaki dünya ile içerdeki dünya... Gerçek dünya ile düş dünyası...
Meral bir gün arkadaşlarıyla eve gelir. Halil'in yarattığı dünyada gelen müzik ile Meral yukarı çıkar. Halil sırtı dönük bir şekilde yarattığı düşünde/hayalinde/hayatında/ dünyasında kendinden geçercesine fotoğrafa bakar. Meral içeri girer, bir süre Halil'e bakar. Ancak Halil aşk sarhoşu olduğu için onun varlığından habersizdir. Meral Halil'e dokununca ve onunla karşılaşınca yarattığı dünyadan içinde yaşanılan gerçek dünyaya geri döner. Yerinden fırlayan Halil suç işlemişçesine korkuya kapılır. "Hırsız değilim ben" der. Meral'in "burada ne yapıyorsun?" sorusuna Halil, boyacı olduğunu ve bu evin boyasının da kendilerinin yaptığını anlatır ve çekip gider.
Kendi fotoğrafına kendinden geçmişçesine bakan Halil'in aşkı Meral'i de etkiler ve Halil'in çalıştığı köşke gider. Halil'in ustası olan Mustafa ile konuşur. Mustafa Meral'e, Halil'in fotoğrafına olan saf aşkını anlatır. Meral "Resmime mi aşık oldu? Bir resme nasıl aşık olunur? Bu zamanda resme aşık olan insan var mı?" diye şaşırırcasına sorar. Mustafa, "Tıpkı masallardaki gibi" der. Bir süre sonra Halil içeri girer. Meral'i gören Halil, Meral ile ilk karşılaştıkları anda olduğu gibi tedirginlik duyar ve dışarı çıkar. Meral de peşinden gider. Meral "Neden fotoğrafıma bakıyordun" diye sorar. Ancak Halil susar, cevap vermek istemez. Halil cevap vermeyince "Bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır" der Meral. Bu sözlere sinirlenen Halil "Hayır... Sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığm..." der. Meral, "İyi ama aşık olduğun benim resmim. İşte ben de buradayım. Söyleyeceklerini dinlemeye geldim..." der.
Halil kendinden geçercesine yarattığı düşsel dünyayı ve o düşsel dünyadaki aşkını anlatmaya başlar Meral'e "Sen resmin değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın..." Meral, "Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor..." der. Halil yarattığı, onu içselleştirdiği ve içinde ebediyen yaşattığı aşkının yıkılmasına dair "korkusu"nu dile getirir:
"Evet, bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de, sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor ve ebediyen bakacak..." diye düşünü, düşündeki surete olan saf aşkını anlatır.
Halil'in bu sözlerinden Meral oldukça etkilenir ve ona "Ben de resmim gibi sana bakmak istiyorum. Aşık olmak istiyorum..." der. Halil, o fotoğrafı var eden Meral'in varlığı yokmuşçasına buna da karşı çıkar ve "Hayır, hayır... Benimle resminin arasına girme. İstemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine aşığım..." der. Halil'in bu son sözleri üzerine Meral oradan hüzünlü bir şekilde ayrılır, eve gidip duvardaki fotoğrafı alıp Halil'in çalıştığı yere getirir ve gider.
Gönül kapısından insan bir kez girmeye görsün... Gönül kapısından girip de aşk ateşi ile yanıp tutuşan Meral, durmadan yağan yağmurlar altında, kıyıya vuran dalgalar eşliğinde, sisler içindeki Büyükada'da ne yapacağını bilemeyecek durumda oradan oraya savrulur aşk ateşiyle. Bu duruma daha fazla dayanamayan Meral, Halil'in çalıştığı köşke gider bir daha. Kapıya arkasını dönmüş olan Halil duvardaki fotoğrafa bakmaktadır her zamanki gibi. Ustası Mustafa da ud çalmaktadır. Meral'in geldiğini gören Mustafa ud çalmayı bırakıp onları yalnız bırakır. Meral, Halil'e "İlk günkü gibi geldiğimi yine duymadın" der. Karşısında Meral'i gören Halil şaşırır. İkisi de yaşadıkları aşkın acısı içindedir. Dışarı çıkarlar. Konuşmazlar bir süre. Yüreklerinin sesini öldürürcesine sessizliğe bürünmüşlerdir. Sessizliği Meral bozarak Halil'e yaşadığı aşkın bir düş olduğunu söyleyerek "Gerçek aşktan kaçıyorsun?" diye sorar. Halil "Sana aşık değilim..." der. Meral "Olmaz böyle şey, resmime aşık olman beni sevmek demektir. Dünden beri hep sözlerini düşündüm. Sen bana aşık olduğunu söylemekten korkuyorsun..." der. Halil ise "Olmayan bir şeyi nasıl söylerim? Niçin beni anlamamakta inat ediyorsun? Ben senin resmine aşığım. İşte hepsi bu kadar..." diye cevap verir.
Bu cümleler Meral'e pek de inandırıcı gelmez ve ona "sevgi öznesi"nin kendisi olduğunu söylemek istercesine "Sen, ben yokken resmimi sevdin. İşte ben varım artık. Resmin aslı benim. Bundan sonra ikimiz bu sevgiyi paylaşacağız. Bu aşkın yarısı bana ait..."
Halil "sevgi öznesi"nin nesnesi olarak ilk kez gördüğü ve dünyasında kendisinden geçercesine aşık olduğu, onu yücelttiği, ona tutkuyla bağlandığı, bir parçası olarak gördüğü fotoğrafa dair cümleler kurarak aşka nasıl düştüğünü anlatır:
"Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi. Kirliydim. Sakallarım uzamıştı. İnanamadım. O insanca bakışı bir daha göremem diye resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım sana. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Boş evde soğuk kış gecelerini beraber yaşadık. Bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı. Çok zamanlar gidip yüzünü tutardım. Gözlerini öperdim. Saçlarına değdirirdim ellerimi..."
Halil'in bu sözleri karşısında Meral'in kalbini saran sevgi ateşi daha da alevlenir ve ona, "Benim bakışlarımda da sevgi var. Resmim yerine seni sevebilirim..." der. Ancak Halil, bu sözler karşısında sinirlenerek "Hayır... Hayır, istemiyorum seni. Benim dünyama girmeye kalkma. Sonra merhametsizce yıkarsın onu. Resmin benim kendimden bir parça. Bırak onu ben seveyim. Sen sevmek isteme beni. Senin ellerini tutmak istemiyorum. Sonra çekersin o ellerini benden. Ben resmine aşığım. Ölünceye kadar da onu seveceğim..." der ve oradan hızlı bir şekilde uzaklaşır. Meral öylece kalakalır yalnız başına.
Aşkına karşılık bulmayan Meral Büyükada'dan ayrılmak zorunda kalır ancak onu sevmeye devam eder. Halil, ustası Mustafa'nın isteğiyle Meral'den af dilemek için köşke gider bir süre sonra. Kapıyı çalar. Kapıyı kimseler açmayınca Meral'in fotoğrafına gizlice bakmaya gittiği günlerdeki gibi arka taraftaki kapıdan girer. Hep baktığı duvardaki boşlukta Meral'in fotoğrafı yerine bir kağıt asılıdır bu kez. Halil mektubu açar. Mektup Meral'indir. Meral, mektupta Halil'in fotoğrafına olan aşkının büyüklüğü karşısında ona aşık olduğunu, ancak kendisinin onun bu aşkını görmeye çalışmadığını, sevdiği fotoğrafın aslının kendisi olduğunu, onu çok sevdiğini, aşkta yalnız ve cesur olmayı ondan öğrendiğini ve şimdi onun kadar büyük olmaya çalışacağına dair cümleler yazmıştır. Bu cümleler karşısında bu kez etkilenen Halil'dir. Halil de acı çekmeye başlar. Halil'in aşk acısı, yarattığı dünyada kendinden geçercesine baktığı surete olan aşktan gerçek dünyada var olan ve fotoğrafı varlığıyla var eden Meral'e geçmiştir.
Aradığı, ulaşmak/kavuşmak istediği aşk "suret"ten Meral'e geçmiştir. Meral onun yarattığı düşsel dünyasını yıkıp kendisini var etmiştir. Bu var ediş durumunu filmin son sahnesinde de görürüz.
Halil aşkına ulaşmak/kavuşmak için onu aramaya başlar ve bulur. Meral, Başar adlı zengin biri ile birlikte atış poligonlarındadır. Meral'i Başar ile gören Halil sinirlenir. Ancak Meral onu görür ve koşarak ona sarılır. Halil, Meral'e "Buraya seni görmeye gelmiştim, ama şimdi görmek istemiyorum..." der ve gider. Meral gitmemesi için yalvarır ancak Halil yine de gider. Başar'ın arkadaşları Halil'in önü kesip onu kötü bir şekilde döverler. Meral yerde yatan Halil'e doğru koşar, sarılmak ister ancak Halil onu iterek sevgisine karşılık vermek istemez.
Meral, Başar ile birlikte gittiği arabada tartışırlar. Meral arabadan zorla inip çıplak ayaklarıyla karda yürür. Bir minibüsün içinde giden Halil, Meral'in karlı yolda yürüdüğünü görünce araçtan inip ona doğru koşar. Birbirlerine sarılırlar. El ele tutuşup yürürler. Bu onların iki ayrı varlıktan tek varlık olmaya doğru attığı ilk adımdır. Sonraki günler aşk ile yanıp tutuşan Meral ve Halil tutkulu yürüyüşlerini Büyükada'nın sessizliği içinde denize vuran dalgalar ve yağan yağmur boyunca devam ettirirler.
Meral, Halil'e kendisi için babasına gitmesini ister. Halil, Meral'in babasına gider. Bu gidiş burjuva sınıfına ait Meral ile işçi sınıfına ait Halil'in içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önemlidir. Aynı zamanda filmin toplumsal gerçekçi boyutunu yansıtması açısından da önemlidir. Meral'in babası Halil'in iyi biri olduğunu, kızına layık bir erkek olduğunu, aşkın da güzel bir duygu olduğunu söyler ve "ama" der "Meral varlık içinde büyümüştür. Onun içinde bulunduğu duruma bir gün maddiyat yön verebilir...". Bu sözler karşısında hiçbir şey söyleyemez Halil.
Yağmur yağmaktadır. El ele tutuşan Meral ve Halil sırılsıklamdırlar. Bir kemerin altında dururlar. Sessizdirler... Hüzünlüdürler... Bu hüzünlü sessizlik Halil ile Meral'in babası arasındaki konuşmanın bilindiğinin ve evlenemeyeceklerinin göstergesidir. Halil son cümlelerini uzun süren sessizlikten sonra söyler "Sana dünyada hiçbir erkeğin hiçbir kadını sevemeyeceği kadar aşığım. Sana aşık olarak kalmak istiyorum. İşte hepsi bu kadar..." Birbirlerine son kez bakarlar ve Halil gider. Meral de giden Halil'in ardı sıra ağlar.
Günler sonra gazetede Meral ile Başar'ın evlilik haberini okuyan Halil, bedenini saran sevginin sarhoş edici etkisi içinde bulunduğu durumu kavrayamayacak halde başıboş dolaşır. Vitrinde gördüğü, gelinlik kıyafeti giydirilmiş bir mankene tutkuyla bakar. Onu alıp ormanda gezintiye çıkar. "Sevgi öznesi"nin yerine daha önce fotoğraftaki sureti koyan Halil, bu kez fotoğrafın yanına cansız bir mankeni de koymuştur. Ancak Halil gönül kapısını aralamıştır artık. Aşık olan gözleri Meral'in/sevgilinin/maşukun güzelliği ile kör olmuştur ve ondan başkasını göremeyecek haldedir.
Sevdiğine ulaşmanın, ona kavuşmanın, onda erimenin, onda yok olmanın, ona kendini adamanın, surete olan aşktan gerçek varlığa/özneye olan aşka ulaşmanın yaşandığı sahne olağanüstü görselliğiyle göldeki kayık sahnesidir. Halil gölde bir kayığın içindedir. Kayığın içinde gelinlik giydirilmiş manken ve Meral'in fotoğrafı da vardır. Halil mankene Meral'e bakar gibi aşkla bakar. Bir araba durur. Arabanın içinde gelinliğiyle Meral iner. Meral'i görmeyen Halil mankene aşkla bakmaya devam eder. Ancak bir süre sonra onu fark eder. Kayığı Meral'e doğru çevirir. Halil ve Meral aşkla birbirlerine bakarlar. Kıyıya yanaşan kayığa Meral biner. Meral, Halil'in tutkuyla baktığı mankenin yanına oturur. Meral önce fotoğrafı suya atar sonra da mankeni. Meral kendi varlığı ile daha önce fotoğrafı yok ettiği gibi mankeni de yok eder ve onun yerine geçerek "asıl varlık benim" , "sevginin öznesi benim" demek ister.
Gölün kenarında bir araba daha durur. Bu kez arabadan Başar iner. Onları kayığın içinde gören Başar deliye döner ve arabadan silahını alır. Meral ile Halil kayığın içinde birbirlerine sarılarak iki varlıkken tek bir varlık olmanın sırrına erişmişlerdir aşkla. Başar aşk ile tek bir varlık haline gelen bu beden(ler)e üç el ateş eder.
Halil ve Meral sevdiğine ulaşmanın, ona kavuşmanın, onda erimenin, onda yok olmanın, ona kendini adamanın, onda iki varlıkken tek varlık olmanın sırrına erişerek aşk ile fani dünyadan sonsuzluğa ulaşırlar. (KT/AS)