"17 Aralık paralellerce başlatılmış bir ihanet süreci…Uzun süre her istediklerini verdiğimiz, beraber yürüdüğümüz insanlar, yani legal görünümlü illegal yapı, bizi sırtımızdan hançerledi. Aldatıldık…" diyor hükümet mealen.
Bu ifadelerin mantıken, ahlaken, hukuken kabul edilebilir hiçbir yanı yok.
Bir kere, "illegal" olarak nitelendirdikleri bir yapıya, devletin yürütme organı olarak lütuflarda bulunduklarını, onlarla beraber yürüdüklerini ikrâr ediyorlar ise, derhal hukuka uygun olmayan bu eylemlerden dolayı mahkemede yargılanmaları lazım. Devlet yöneten heriflerin, "aldatıldık" savunmasıyla işin içinden sıyrılmak gibi bir lüksleri olamaz.
Öte taraftan, "Mademki bu bir ihanet süreci, niçin dört bakan dimdik durmak yerine, istifa etti? Mademki hükümet kendinden emin ve hırsızlık savlarının zinhar sahih olmadığı iddiasında, o halde niçin yayın yasakları ile sürecin şeffafça yürümesine mani oluyor?" minvalinde bir sürü de sual var, yanıtlanmayı bekleyen…
Açık bir toplumda "yayın yasakları" olağan karşılanamaz. İfade özgürlüğünün ihlali ve vatandaşların bilgi ve haber alma hakkından mahrum kalmaları büyük bir soruna işarettir. Bu şartlar altında yaşanacak seçimlerin, demokratik meşruiyeti ve hakkaniyeti de sorgulanmaya muhtaçtır.
İkincisi, hukuk, "ihanet-mihanet" tanımaz. "Fıtratında" yoktur. Şayet bir suç iddiasına konu olduysan, tıpkı eski Portekiz Başbakanı Jose Socrates gibi, mahkemede hesap verir, bu sayede toplum nezdinde de "kanun karşısında herkesin eşit olduğu, hesap verebilir olduğu" inancını pekiştirirsin.
Mahkemeden kaçtığın vakit ise, "hukuk tanımazlığın"yaygınlaşmasına, derinleşmesine davetiye çıkarırsın toplumda.
Erdoğan, Gezi hareketi sürecinde, bu hareketin "bir darbe girişimi" olduğunu ifade ederek ve aşırı güç kullanan polisi göklere çıkararak da bu tür bir davetiye çıkarmıştı.
Nitekim Ali İsmail Korkmaz davasında "kasten adam öldürmekle" suçlanan polis Mevlüt Saldoğan da, savcının mütalaası hakkında yaptığı savunmada, Erdoğan’ın bu sözlerinden kendine pay çıkardığını açıkça ifade etti:
"...Eğer Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri bakanı ‘Gezi parkı bir darbe girişimi’ diyorsa, eğer gezi parkı eylemleri bir darbe girişimiyse ben kimseyi öldürmek için çalışmadım, ben bir darbe girişimini bastırmak için çalıştım"...
En son Ankara’daki Esnaf ve Sanatkarlar Kongresi’nde "hukuk dışı" söylemlerine bir yenisini daha ilave etti Erdoğan. Adeta, Ali İsmail’i polisle birlikte ölüme götüren o fırıncıları tebriye ediyor idi:
"Esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir"...
Edirne’nin mütekabiliyetçi valileri
Devletin en tepesindeki adamın, "hukuk tanımadığı" yerde, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in beyanatını niye hayretle karşılıyoruz ki?
Ne diyor hukuk mezunu Vali: “Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren o eşkıya kılıklı insanlar Müslümanları katlederken, biz de onların sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak tescil edilecek. İçinde bir sergileme, vitrinleme yapılmayacak.”
Biz buna benzer bir filmi daha evvel nerede seyretmiştik, yine Edirne'de… İki yıl evvel UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Selimiye Camisi ve Külliyesi’ndeki sorunlara dikkat çekmek ve tanıtmak isteyen yaklaşık bin kişi, Selimiye Meydanı’nda el ele tutuşup insan zinciri oluşturmuş, zincire katılan Edirne Valisi Gökhan Sözer, bu projeye destek için gelen ve protokol sırasında alınmak istenen Bulgar Ortodoks Kilisesi Rahibi Aleksandır Çıkırık’ı, "Bulgaristan’da bizim müftüyü, hocayı, sağına soluna alıyorlar mı?" diyerek protokole almamıştı…
Devrin "iyi arkadaş"ları böyle… Kimisi, İsrail’e kızıp hıncını sinagogdan çıkarıyor, kimisiyse vatandaşa "gavat" diyecek kadar coş’uyor! (SA/HK)