Rosa Luxemburg Vakfı (Berlin) 2007 baharında beni Bakü'de bir Kafkasya toplantısına davet etti. Tesadüf bu ya hemen öncesindeki birkaç gün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Tiflis'teki toplantısına da davetliydim.
Tiflis'teki bildirim Türkiye'deki Barış Girişimleri ve İnisiyatifleri üzerineydi. Aynı yıl Ocak ortasında "Türkiye Barışını Arıyor" adlı toplantı Ankara'da yapılmıştı ve daha üzerinden bir hafta geçmeden Hrant Dink, Agos Gazetesi önünde öldürülmüştü.
2006 boyunca süren barış inisiyatifi çalışmalarında hatırladıklarım arasında Tarık Ziya Ekinci, Mebuse Tekay, Şerafettin Elçi, Oya Baydar, Osman Kavala, Mithat Sancar, Mustafa Karaalioğlu, Ece Temelkuran, Sertaç Bucak, Meral Daniş Bektaş, Melek Ulagay, Murat Belge ve benim de dışımda en az bir 10 kişi daha vardı.
Bu çatışmayı durdurma gayretlerimizi ve Kürt sorununun tedricen çözümüne katkı yolundaki çabalarımızı Tiflis'te İngilizce olarak anlattım. İki gün sonra Tiflis'in yeni yapılmış olan "marka dükkanlı" havaalanından Bakü'ye uçtum.
Sosyal Demokrat Parti'den karşıladılar, artık Rosa Luxsemburg'un alanına girmiştim. Cemal Uşşak ve Erkam Tufan dostlarıma allahaısmaladık demiş, Azerbeycan Sosyal Demokrat Parti yöneticilerinden Leyla Hanım ve arkadaşlarının hoşgeldini ile buluşmuştum.
Bakü'de Kafkasya'daki siyasi süreç ve anlaşmazlıklar üzerine bildiri verdim; sonra Luxemburg Vakfı bu bildirileri kitap olarak yayınladı.
Sovyet deneyiminin geleneği bu akademik kapalı toplantıda (20 kişi) mevcuttu. Ulusu ve etnik kültürü aşan, aşmaya çalışan bu atmosfer zihnen rahatlatıcı bir etki yaratıyor.
Tiflis-Bakü toplantılarında yaşanan farklı ve fakat tamamlayıcı ortam benim için çok doğaldı. Bugün Bakırköy tutukevinden bu bileşime bakınca yine de sağlıklı bir devamlılık görebiliyorum.
Ayrıca Bakü'deki toplantının son gecesi Azeri meslekdaşların bizi götürdüğü gece klubündeki saksofoncunun performansı hayatımda duyduğum en müthis cazdı. Bu kalıcı tadı da Rosa Luxemburg'a borçluyum.
2009'da Rosa Luxemburg Vakfı (bu sefer Moskova merkezi) yine aradı ve Tacikistan'a davet edildim. Duşanbe'yi görmek isterdim, ayrıca Orta Asya ülkeleri açısından da Avrasyacılık üzerine çalışmaktaydım. Akademik Araştırmalar Dergisi yöneticisi Dr. Ali Bayram ile de anlaşmıştık, bir Avrasyacılık özel sayısı derlemekteydim.
Tacikistan'a merakım Rosa Luxemburg Vakfı'na olan saygı ile birleşince bu daveti kabul ettim. Moskova'ya yazdım, Marmara Üniversitesi'nde bizim bölümde Tacikistan ve Özbekistan üzerine daha yeni tezini tamamlamış olan Dr. İdil Tuncer'in de katılımını önerdim. Duşanbe'ye İdil ile birlikte gittk.
Ben Avrasyacılık ve Orta Asya konusunda, İdil de Tacikistan iç çatışmaları ve siyasal yapılanmalar konusunda bildiriler verdik. İdil'in bildirisi çok iyi karşılandı, dışarıdan eleştirel bakış Tacik akademisyen ve politikacıları çok memnun etti.
Yine 20-25 kişilik kapalı bir toplantıydı; akademisyen kada,r hatta daha çok politikacı vardı. Komünist Parti temsilcileriyle İslamcı Parti temsilcileri rahat, esnek ve samimi bir biçimde tartışabiliyorlardı.
Sovyet kültürel atmosferi de, milliyetçi tekçi atmosfer de pek yoktu, daha çağdaş, hafif post modern bir politik ortam algılıyordum. (Duşanbe'deki beş gün boyunca ağır grip geçirmekte olduğumdan isimleri hatırlayamıyorum. Bir gün İdil'le uzun uzun Tacik (Farsi) müzik CDleri dinleyip seçim yaptığımızı, beşer altışar CD satın aldığımızı ve meşhur Samavi heykelinin önünde fotoğraf çektirdiğimizi hatırlıyorum.)
Rosa Luxemburg ise hep aklımdaydı, onca mücadele bugünkü resmin içinde ne anlam taşıyordu?
Onun hakkında ayrıntılı bir kitap okuma isteğim tam iki yıl sonraki kış Bakırköy Kadın Tutukevindeki aralık ayında gerçekleşti. Ordan burdan Rosa bilgilerine bir son vererek Annelies Laschitza'nın yeni belgeler, mektuplar da içeren kapsamlı anlatımıyla bir kaç hafta geçirdim. Araya başka okumalar yazmalar giriyordu ama Rosa hep yanımdaydı.
İyimserlik, pozitif beklenti, muhalefet, tutku, aşk, çalışkanlık, randıman, daima mizah, ince dokundurmalar, resim, botanik, ekonomi politik, işte kendisi.
Laschitza bu kitapta hem tarih, hem biyografi, hem edebiyat, hem siyasal analiz... hepsini birden başarıyor.
Özellikle Almanya için "sosyal demokrasi" kavramının dönüşümünü Rusya için "sosyal demokrasi"nin dönüşümü ile karşılaştırma ve yeniden gözden geçirme olanağı veriyor.
Rosa'yı anlatırken çevresindeki önemli erkek karakterleri ve Clara Zetkin'i Rosa'nın kendi mektupları aracılığıyla değerlendirme imkanı sunuyor.
Mektuplardan çok güzel bir canlı tanık uslübu yaratmış. Mektuplarda Rosa ve Clara'ya cinsiyetçi hakaretlerle dolu saldırılar da aktarılıyor. Ama en önemlisi Birinci Dünya Savaşına girerken ve savaş boyunca Rosa Luxemburg'un hem dışarda hem içerde sürdürdüğü antimilitarist mücadelenin aktarımı gerçekten çok etkileyici ve öğretici. [2003 de ABD Irak'a savaş başlatmadan önce California'da bir üniversitede birkaç uluslararası ilişkiler profesörüyle tanışmıştım. Şubat 2003'te pek yakınlarındaki San Fransisco'da toplanacak olan savaş aleyhtarı yürüyüşten bile haberleri yoktu!]
Rosa Luxemburg'un Bolşevik Devrimi'nin bazı önemli strateji ve taktiklerine de yönelttiği eleştiriler, kendi bazı yanılgıları, sevdiği erkeklerden sürekli özel ilgi bekleme noktasındaki zaafları, kısaca tüm doğallıkları ve işleri bitirme dışında hiç başvurmadığı zorlamaları.
Ülkesi Polonya için de, Almanya için de daima milliyetçiliğe karşı durmasını bilen, savaşı bu açıdan sade fakat derinlemesine tahlil edebilen Rosa'nın anlatısı.
Rosa Luxemburg'un en sıcak yanı bence özel ve politik hayatını birbirinden ayırmamak istemesi. Özel ve politik hayatını ayırmak istememesi onun gençliğini güçlendiriyor ve savaş aleyhtarlığı/ antimilitarizmi aslında bu sağlam temel üzerinde güçlü bir anlam kazanıyor. (BE/BA)
* Rosa Luxemburg Her Şeye Rağmen Tutkuyla Yaşamak, Annelios Laschitza, Yordam Kitap 2010