1915’in 100. Yılının arifesinde Ermeni Soykırımı’na odaklanan Tarih Vakfı’nın Perşembe Konuşmaları'nın 27 Kasım’daki konuğu Ohannes Kılıçdağı idi. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim görevlisi olan Kılıçdağı aynı zamanda Agos gazetesinde yazarlık yapıyor.
Ohannes Kılıçdağı “II. Meşrutiyet Sonrası Osmanlı Ermenilerinin Söylemleri ve Halet-i Ruhiyeleri” başlıklı sunumunu, doktora tezinin bir bölümünden oluşturmuş.
Kılıçdağı Şubat 2014 tarihinde tamamladığı doktora tezinde Osmanlı Devletinin II. Meşrutiyet’i, 1908-1912 dönemini inceliyor. Araştırma döneminin bitiş noktası olarak 1912 tarihini alıyor çünkü bu tarihte Osmanlı’nın Balkan Savaşlarında yenilgiye uğramasıyla bir psikolojik kopuş noktasına geliniyor. O noktadan sonra ülke hem zihinsel hem kitlesel psikoloji anlamında başka bir noktaya evriliyor.
Anadolu’da çıkan dergiler
Kılıçdağı 1908-1912 arası Osmanlı’daki Ermeni aydınlarının söylemlerini ve halet-i ruhiyelerini incelemek için süreli ve süresiz yayınları taramış. Süreli yayınlarda öncelikli olarak Anadolu Ermenilerinin çıkarttığı dergileri ele almış; süresiz yayınlanda ise risale, konusma metinleri ve notlarına bakmış
Öncelikli olarak Anadolu Ermenilerini incelemiş çünkü Osmanlı Ermenilerinin çoğunluğunu oluşturmalarına ve “Ermeni Sorununu” ağırlıklı olarak Anadolu’da yaşanmış ve hissedilmiş olmasına karşın; İstanbul Ermenilerinin yaşadıkları daha çok biliniyor ve araştırıyor.
Erivan ve Viyana
Kılıçdağı Anadolu’da yayınlanmış 1908-1912 arası Ermenice gazeteleri incelemenin peşine düşüyor. Fakat Türkiye’de bu gazetelerin izine rastlayamadığı için farklı ülkelerde bunların izini arıyor. Burada şunun altını çizmek gerekir; bu süreli yayınlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çıkmış olmalarına rağmen bugün nüshalarına bile rastlamak mümkün değil.
“Bu bile aslında bu konuşmada neden bahsettiğimize dair kendi başına bir göstergedir” diyor Kılıçdağı. Metin kaynaklarına temel olarak iki yerden ulaşıyor: Erivan’daki Milli Kütüphane ve Viyana’daki Manastır Kütüphanesi.
1908’de Meşrutiyetin ilanı ile birlikte ortaya çıkan serbest fikir ortamında süreli yayınlarda da bir patlama yaşanıyor. Kılıçdağı buna paralel olarak İkinci Meşrutiyet döneminde Ermeni toplumunda da canlı bir ortam olduğunu söylüyor. 1908-1912 arası Anadolu’da 37 şehirde 90 farklı başlıkta süreli yayın çıkmış.
Kılıçdağı sunumunda konu edindiği Ermenilerin profilini şöyle çiziyor: “Ortasınıftan, şehirli, görece eğitimli, kolejlerde ya profesör ya öğrenci, meslek sahibi profesyoneller, yazar veya siyasetçi.”
Siyasi ortam
Sözkonusu dönemdeki siyasi ortam ise şöyle özetlenebilir: II. Abdülhamit’in uzun istibdat döneminden sonra Temmuz 1908’de Anayasa tekrar yürürlüğe konulmuş ve parlamento seçimleri yapılmış. Ülkede görece daha serbest bir siyaset ve fikir ortamına giriliyor. Bu dönem bütün bu gelişmelere paralel olarak siyasi katılımının da artış gösterdiği bir dönemdi.
Kılıçdağı bu dönemde Ermenilerin yaşadığı ortamı şöyle özetliyor:
“Gerek siyasi partilerin, gerek bağımsız partilerin yayın yaparak, mitinglerle, konferanslarla ülkenin geleceği hakkında fikir ürettikleri bir dönemden bahsediyoruz. Bu özgürlük rüzgarlarının estiği ortamda Ermeniler de bir istisna teşkil etmediler ve yayın artışıyla siyasi katılımlarını arttırdılar. Devrimden sonra çeşitli etnik ve dini guruplardan insanlar gibi Ermeniler de bu çoşkuya ortak oldular. Hatta Ermenilerin diğer dini ve etnik azınlıklara göre daha fazla bu coşkuyu hissettiğini söyleyebiliriz. Çünkü Devrim Ermeniler için bir baskının, katliam döneminin sonuydu ve aynı zamanda birinci sınıf vatandaşlık vaadiydi.[1]”
İttihat Terakki’ye destek
Rejim değiştikten sonra hemen hemen bütün Ermeni kesimlerinde destek söylemleri olduğunu görüyoruz. Kılıçdağı burada özellikle Taşnakların* kendilerini devrimin ortağı olarak gördüğünü belirtiyor. Taşnaklar kendilerini İttihat ve Terakki’nin en büyük destekçisi olarak görüyor. Sırf Taşnaklar değil, bütün Ermeni parti ve kurumları devrime destek veriyor. Kılıçdağı rejimden sonra Ermeni Partilerinin aldığı tutuma örnek olarak 31 Ocak 1909’da, Adana Olaylarından önce, Sivas HINÇAK Partisi’nin yazıp Sivas şehirlerinin duvarlarına astığı bildiriyi hatırlatıyor.[2]
Bildiride özellikle “Anayasallaşma” ve “demokratikleşme” kavramlarına vurgu yapılıyor; “anayasa” ve “anayasal rejim” vurgusu gerek Hınçakların gerek diğer partilerin söylemlerinde hep görülen bir vurgu.
“Devrimden sonra 31 Ekim 1908’de Ermeni Ramgavar adıyla bir parti kuruluyor. Taşnaklara göre skalanın daha sağında yer alan, kültürel ve manevi değerler konusunda biraz daha muhafazakar olan, bir burjuva partisi olmaya daha yakın bir parti bu. Ramgavar’da devrim konusunda diğer partiler gibi ifade özgürlüğü ve anayasal örgütlenmeler konusunda, benzer bir yaklaşım ortaya koyuyor. Parti bildirgesinde amaç olarak ‘Anayasa’nın daha demokratikleştirilmesi’ sunuluyor; ayrıca Ademi Merkezi Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün garantisi olarak zikrediyorlar.”
Ve Adana Olayları
Bu iyimserlik ve rejime destek havası içinde Adana Olayı yaşanıyor. İstanbul’daki 31 Mart Vakası ile eşzamanlı olarak Adana ili ve cephesinde olaylar yaşanıyor. Kılıçdağı olaylarda kimi kaynaklarda on gün içinde 20 bin Ermeni’nin katledildiğinin söylendiğini belirtiyor. Kılıçdağı araştırması sırasında olayın ardından bir iki hafta içinde, taşrada çıkan yayınlarda Adana’da yaşananları kınayan ve “Gene mi olmayacak?” temalı yazılara rastlamış.
Bir müddet sonra Adana Olayları’nı umutları tamamen söndürmeyecek bir biçimde yorumlamaya başlıyor Ermeni aydın ve yazarları. Kılıçdağı’na göre bunu bir kopuş olarak değerlendirmek yerine, umutları söndürmeyecek şekilde yorumlamaya çalışmışlar.
Kılıçdağı Ermeni aydınlar bunu şu şekilde ifade ettikleri söylüyor: “Adana Olayları İkinci Abdülhamit tarafından yapıldı. Abdülhamit’in son oyunuydu”!
“Ermeni yazılı basınında Adana katliamının gerici unsurlar tarafından planlandığı ve uygulamaya konulduğu sürekli ifade ediliyor ve İttihat ve Terakki’ye dolaylı sorumluluk biçiliyor. Dolaylı sorumluluktan kasıt hükümet etme becerisini yeteri kadar gösterememiş olması, olaylara mahal vermesi ve olaylardan sonra olayları gerekli çabuklukta ele almamış olması.”
İhtiyat, sabır ve umut
Kılıçdağı Adana Olayları’nın akabinde Ermeni partileri, Ermeni aydın ve entelejensiyası tarafından “ihtiyat”, “sabır” ve “umut” telkin eden yazılar yazıldığını söylüyor. “İhtiyat” başlığı altında TAŞNAK Partisinin Adana’daki gazetede 19 Haziran 1909 tarihinde çıkan ve Osmanlı Ermenilerine seslendiği şu bildiriyi örnek veriyor:
“Bu ağır günlerde Ermeni liderlerinin ve gençliğinin sorumluluğu büyük. Azami derecede ihtiyatlı olmak gerek. Her bir hareketinizi yanlış anlamaya ve sizin niyetinizin tersini yorumlamaya hazır kalabalıklara karşı dikkatli olun. Kültürel ve insanı mesajları bile son derece dikkatli bir şekilde vermemiz gerek. İntikam kelimesi kimsenin ağzından asla çıkmamalı.”
Kılıçdağı konuşmasının devamında buna benzer şekilde “sabır” ve “umut” telkinlerine Ermeni gazetelerinde yayınlanmış bildirilerden örnekler verdi. Her bir telkin örneğinde anayasal rejimden beklentinin ne kadar büyük olduğunun altını çizdi ve her bir bildiride Ermenilerin Osmanlı halkları ve Osmanlı milletleri olarak ülkenin sahibi olduklarını ecnebilere, dışarıya gösterme isteğinin şiddetli bir şekilde vurgulandığını ekledi.
Kılıçdağı incelediği metinlerin bir kısmından edindiği sonuca göre Devrimden yaklaşık bir yıl sonra Abdülhamit zamanında yaşanan olaylara psikolojik olarak çok daha rahat göğüs gerildiğinin ifade edilmiş.
“Çünkü” diyor Kılıçdağı “halk o zaman çok daha büyük bir gelecek beklentisi içindeydi. Anadolu Ermenileri parlak bir gelecek umarak bütün o katliamları göğüsledikler ama Devrim’den sonra dahi eski ve yeni arasında bir fark görmedikleri için hayalkırıklıkları büyüktü ve mücadele etmeleri güçleşmişti çünkü artık beklenecek bir şey de kalmamıştı. Fakat yine de metinlerde sürekli olarak ‘umutsuz olunmaması gerektiği, Osmanlı halklarının arasındaki şüphe ve güvensizliğin ortadan kalkması gerektiği, Türkler kardeşlik için bir adım atarsa Ermeniler üç adım atacaktır teması işleniyordu.”
Türkiye şüpheler üzerine kurulamaz
Kılıçdağ konuşmasının devamında Erzurum’dan bir yorumcunun ifadesine yer verdi ve diğer ifadelerle olan benzerliğe dikkat çekti: “... Ermenilerin ayrılıkçı hedefleri yok, anayasa mükemmelen uygulandıgı, Türkiye milletleri arasında gerçek kardeşlik hüküm sürdüğü sürece de olmayacak. Bugün Amerika’da Ermeniler dahil birçok millet var. Neden hiçbiri ayrılmayı düşünmüyor? Çünkü Amerikan devleti milletlerin dinini ve dilini zincire vurmayı asla düşünmüyor. Türkiye bütün ayrılıkçı emelleri ortadan kaldırmak ıstıyorsa eşitlik, kardeşlik ve özgürlüğü hakkıyla uygulamalıdır. Türkiye şüpheler üzerine kurulamaz...”.
Her iki alıntıda da ortak noktalar Anayasaya ve karşılıklı şüphe ve güvensizliğin yarattığı etki.
Kılıçdağ tüm bu olumsuzluklara rağmen Ermeni kanaat önderlerinin anayasal rejime inanmayı seçtiklerini belirtiyor. Bütün bu psikolojik yüke rağmen bunun bir seçim olduğunun altını çiziyor çünkü siyaseten başka bir gerçekçi alternatif olmadığı için böyle bir karar alındığını belirtiyor. Kılıçdağı bu görüşü destekler nitelikte incelediği metinlerde Türkiyedeki diğer halklarla uyum içinde yaşamanın Ermeni toplumunun kaderi olduğuna dair ifadelere rastladığını belirtiyor. Kılıçdağı özellikle metinlerde Osmanlı İmparatorluğu demektense Devlet sözkonusu olduğunda “Türkiye” dendiğini bir not olarak söylüyor.
Asimilasyon politikalarına karşı
Peki bu yeni rejimden ne istiyorlardı, ne istemiyorlardı?
Kılıçdağı “Ne istemiyorlardı”’nın cevabı olarak asimilasyonu istemediklerini belirtiyor.
Asimilasyon politikalarına karşı, yani ülkenin Türk olmayan halklarının Türkleştirilmesi konusunda, Ermeni aydınları çok hassaslar. Ermenilerin binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda birçok istilaya ve baskıya direndiklerini ve bu bin yıllar süresince fedakarlık yaparak korudukları kimliklerini korumaya devam ediceklerini ifade ettiklerinin altını çiziyor. Asimilasyona karşı önerdikleri çözüm ise kültürel özerkliğin devamı. Ermenilerin eşit Osmanlı vatandaşlığının bir devamı olarak kültürel özerklikten vazgeçmek istemediklerini belirtiyor. Kültürel özerklikten kasıt Ermeni toplumunun içindeki eğitim ve kültür kurumlarının kendi içerisinde sevk ve idaresi. Diğeri de bölgesel özerklik yani ademi merkezi asimilasyona karşı bir güvence olarak sunuluyor. Yani yerel parlamentolar kurulması gerektiği ve bunların İstanbul’daki merkezi parlamentoya organik olarak bağlı olması gerektiği. Diğer bir hassas oldukları nokta ise eşitlik, yani türk veya müslüman olmayanla eşitliğin yeni rejimin alameti farikası olduğunu düşünüyorlar. Ermeni toplumunun diğer çözülmeyi beklediği önemli bir sorunda adalet; yani 1800’lerden beri çözülemeyen arazi meselesi. Adaletten kasıtta işgal edilen gerek Ermeni kurumlarının, yani Anadolu’daki manastır ve kiliselerin, gerek Ermeni köylerinin geri iade edilmesi. Adaletin diğer bir boyutunu da Ermeni köylerine yapılan saldırılar yani adi vakalar oluşturuyor.
Özetle Ermeniler anayasanın benımsenmesını ve anayasa hükümlerinin daha da demokratikleştirilmesini bekliyorlar. Bu beklentiler bilindiği üzere sonuç vermiyor ve Kılıçdağı’n belirttiği gibi bir süre sonra Abdülhamit istibdatının yerini İttihat ve Terakki istibdatı alıyor ve Ermenilerin umutları da bir daha canlanmamak üzere kayboluyor. (ÖK/HK)
* Milliyetçi sosyalist TAŞNAK (İttifak), 1890’da kuruldu.
[1] Kılıçdağı 1908 için Devrim terimini kullanmayı tercih ettiğini çünkü bu olayın o günün yaşayanları tarafından çok net radikal bir değişim olarak algılandığını belirtti.
[2] Kılıçdağı “Devrimci Hınçak” olan parti adının devrimden sonra “ Sosyal Demokrat Hınçak Partisi” olarak değiştirildiğini belirtti.