İstiklal Caddesi'nde Yapı ve Kredi Bankası'nın World Card damgasını
yemiş "efsane futbolcu" posterleri arasından geçip bir mağaza önüne
çömeliyor erkek lise öğrencileri... Ellerinde davullar, boyunlarında
kırmızı beyaz örgülü kordonlar, "haaaaakemmm, hakemmm, hakemmmmmm", diye bir terane tutturmaya çalışıyorlar ama, hiç hevesleri yok...
Ders zamanı sokaklar okul üniformalı kızlı erkekli öğrencilerle dolu.
"Milli heyecan" tatilinden en çok yararlananlar onlar... Maç
kaybedildiğinden beriyse sadece "bahar heyecanı"yla ilgililer...
Kimsede bir "milli yas" havası görülmüyor...
Coca Cola'nın, BP'nin, Shell'in, Pepsi'nin, Worl Card'ın, CNN'in, Devletin, hükümetin, medyanın "milli heyecan" gazı havaya uçmuş gibi...
Doğrusu Galatasaray'ın Şampiyon Klüpler Kupası maçlarında iğne atılsa
yere düşmeyen kahvelerde de maça yarım saat kala bir "futbol humması"
kol geziyor değildi. Cihangir'in "entelektüel kahvesi"nde de, "şoförler kahvesi"nde de, "kapıcılar kahvesi"nde de in cin top oynuyordu...
Maçların şifresiz kanallardan yayımlanması, öğle tatillerinin uzaması
sayesinde herkesin evinde de maç izleyebilecek olması, kahvehane ve
kafeteryalara zoraki yığılmaları önlemiş...
Gene de bilardo salonundaki büyük ekranlı televizyon alıcısından
Brezilya-Türkiye karşılaşmasını izlemek için mahallenin esnafı, işçisi,
mühendisi, öğrencisinden oluşan yüz kişilik bir erkek kalabalığı
toplanmış... Bir tek kadın var...
Beklentiler iyimser ama, temkinli... "Oyarız", "onlar bizden korksun" diyen yok... Ama, "neden olmasın" diye, merakla karışık bir heyecanla bekliyor herkes maçın başlamasını.
Maç başlıyor, ilk iki üç dakikada Ronaldo ve Rivaldo'nun yoklamalarını
kaygıyla izliyor herkes... Ama ilk yarının ortalarına gelindiğinde
ufukta bir zafer yoksa bir hezimetin de olmayacağı anlaşılıyor ve
gerilim bitiyor...
Hasan Şaş'ın ilk yarı biterken attığı, her futbolcunun, gençliğinde
futbol oynamış herkesin atmayı rüyalarında gördüğü gol, bir anda salonu
ayağa kaldırıyor... Ama hepsi o kadar... "Türkiye, Türkiye..." diye bir
dakika kadar tezahürat yapıyor izleyiciler... Yaşlıca bir grup başından
beri kağıt oyunlarına ara vermemişlerdi, şöyle omuzlarının üzerinden
bir bakıyorlar ve oyunlarına geri dönüyorlar...
İkinci yarı dünya futbol endüstrisinin gerçekleriyle yüzleşiyor "Türk
futbolu". İzleyiciler, kendilerine "gaz" veren maç anlatıcıları,
yorumcular ve "taktikçiler"den çok daha gerçekçi. "Yaklaşan felaket"i
seziyor herkes... Olacakları içlerine sindirmeye hazırlanıyorlar...
Ronaldo'nun golü, üç puan olasılığını yok edince, hiç değilse "onurlu
bir beraberlik"e yatıyor ruhlar ama acı gerçek acemiliklerle bezenmiş
bir penaltı biçimine bürünüp kaleden içeri giriyor.
İzleyiciler kırgın ama, yarın spor yazarlarının yapacağı gibi hakeme
yüklenmiyorlar... Maçtan keyif almaya çalışmak istiyorlar... Ama Milli
Takım oyuncuları "fair play"i bir yana atmaya başlayınca hevesleri
kırılıyor... Kimse Alpay Özalan ve Hakan Ünsal'ın kırmızı kartları hak
etmediğini düşünmüyor... Hakemin "gözüne gözlük" talebi duyulmuyor,
gerçi Rivaldo'nun "artistliği" de bir yana kaydediliyor.
Son düdük çalınınca herkes yarım bıraktığı işlerin -eğer vardıysa-
başına dönmek için hızla çıkıyor bilardo salonundan... Ne o kadar
mutsuzlar, ne de bir fırsat kaçtığına hayıflanıyorlar...
Maçtan önce ne kadar işsizlerdiyse maçtan sonra da o kadar işsizler,
maçtan önce ne kadar borçluyduysalar, sonra da o kadar borçlular...
İşin aslı insanların futbola ve Dünya Kupası'na verdiği değer, futbolu
ve toplumu yönlendirenlerden çok daha adil ve yerli yerinde gibi... Beyaz camdaki hayal kadar değeri.
Boş hayallerle pek oyalanmıyor kimse... Öte yandan "milli takım"
örneğin Galatasaray kadar arzuyla ve coşkuyla tutulmuyor olmalı futbol
fanatikleri arasında.
Brezilya olmasaydı başka türlü olur muydu? Belki... Futbolu sevenler
Ronaldo, Roberto Carlos ya da Rivaldo'yu da çok seviyorlar... O yüzden
bir "dostluk maçı" gibi izlediler belki de Brezilya-Türkiye karşılaşmasını...
Ama Milli Takım'ın rakibi Yunanistan da olsaydı başka türlü olmazdı
sanki... İnsanlar futbolla avutulamayacak kadar kendi dertleriyle
dertli besbelli...
Coca Cola'nın, BP'nin, Shell'in, Pepsi'nin, Worl Card'ın, CNN'in, Devletin, hükümetin, medyanın "pop milliyetçilik" seferberliği mayası tutmamış...
Brezilya'yı yenseydi Türkiye, belki de milletin "ayran"ı kabarırdı ama,
bu sadece yanıltıcı olurdu her iki takımın futbol kalibresini ölçmek
açısından. Futbol maçı futbol oynanarak kazanılabiliyor yalnızca...
Ulusal açıdan da, Türkiye kaybetti ama, ulus olarak değerinden bir şey
eksilmediği gibi yenseydi de değerine bir şey katılacak değildi.
Ulusların kalibresini ölçmek içinse futboldan başka ölçüler var...
Yüksek öğrenim görenlerin genel nüfusa oranı, bir yılda yapılan
bilimsel araştırmaların, icatların, yeniliklerin sayısı ve niteliği,
basılan ve okunan kitap sayısı, çocuk ölümleri oranları, kişi başına
düşen kültür merkezi sayısı ve kişi başına düşen dış borç miktarı ya da "acı çekme katsayısı" gibi...
Memleket ve futbol adına en hayırlısı oldu! (EK/BB)