Kıbrıslı Türklerin liberal-demokrat geleneği
Kıbrıs Türkleri, aydınlanma fikirleri ile sadece Kıbrısın Osmanlının bir sürgün yeri olması dolayısı ile değil ama liberal kapitalizmin sözcüsü İngiltere ile yaşadıkları ilişkiyle de tanıştılar. Ayrıca iç içe yaşamak zorunda kaldıkları otoriteryen ortodoks ve dogmatik milliyetçi despot bir Rum nüfusla karşı karşıya uzunca bir müddet mücadele etmek zorunda kalmış olmaları da Kıbrıs Türklerinin çoğulcu, liberal ve demokrat olmasına katkı yaptı. Bu özellikleriyle Kıbrıs Türkleri medeniyetler çatışması tezlerini geçersiz kılan yegane örnektir.
KKTC seçimlerinin dış dünya için önemini öncelikle Kıbrıs Türkünün bu özelliklerinde aramak gerekir. Çünkü, Batıda başta sol olmak üzere pek çok kesimin neredeyse nefesini tutarak bekledikleri, Müslüman Türkiyenin, Hıristiyan ABye girmek projesi etrafında biçimlenen ve bir yerde dünyadaki kapitalist gelişmenin yönünü de belirleyecek olan medeniyetler buluşması sürecinin dönüm noktasıdır KKTC seçimleri.
Avrupa Birliği-Annan Planı
KKTC halkının önümüzdeki dönemde, bölgedeki, Avrupadaki ve dünyadaki oluşumlar açısından kendi nüfusuyla orantılı olamayacak önemde sonuçlar yaratacak bir genel seçime gittiği yorumları bu yüzden abartılı değil. Bu seçimlerin önemi, başta Türkiyenin ABne girmesi etrafında şekillenen ve uzun erimde bölgedeki diğer ülkeleri de ilgilendiren bir toplumsal projenin yönünü belirleyecek olmasından kaynaklanıyor.
KKTCde yarışan siyasi partilerin hiç birinin manifestosunda ABye katılım konusunda tereddüt yok. ABye katılmaya karşı olmayanlara Cumhurbaşkanı Denktaş da dahil. Partiler arasındaki ayrım daha çok katılımın Annan-Hannay Planı temelinde Kıbrıs sorununa çözüm getirilerek mi olmalı, yoksa Annan-Hannay Planı revize edilerek Kıbrıs sorununa çözüm getirilerek mi olmalı türünden söylemler etrafında oluşuyor. Muhalefet Kıbrıs sorunu olarak bilinen dış dinamiğin çözümüne katkı yaparak ABye katılmanın mümkün olduğunu ve bu temelde ülkenin alt-yapısal, ekonomik, ticari ve siyasi sorunlarına çözüm bulunabileceğini savunuyor. İktidar partileri ve arka plandaki Denktaş ise, Kıbrıs sorununun çözümünün Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarını elde etmesiyle mümkün olduğunu, ABye Türkiye ile birlikte girmeyi tercih ettiklerini söylüyor.
Dış merkezli iktidar kavgaları
Seçimlerin bu kadar çok, Kıbrıs sorununun çözümü, Annan-Hannay Planı etrafında tartışılması, ABye katılım ve diğer dış dengeler üzerinde oturtuluyor olması, KKTCyi dış merkezlerdeki iktidar kavgalarının bir parçası haline getiriyor. Genel seçimlerin KKTCde dış dinamiklere bağlı olarak biçimlenmesinin ülkenin özgün koşulları yüzünden olduğu açık.
Muhalefet adada konuşlanmış bulunan Türk Barış Kuvvetlerinin Denktaş ve iktidar lehine seçimlere karıştığını iddia ediyor. AB, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi açıkça muhalefetten yana tavır alıyorlar. Bir yandan da Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, seçimleri sözde seçim, siyasi partileri sözde siyasi parti olarak ilan ederek, ne seçimi ne de siyasi partileri tanıdıklarını gösteriyorlar. İngilterenin Dikelya Üssü Komutanının, Beyarmudu Belediye Başkanına muhalefeti desteklemeleri konusunda yaptığı uyarı gibi, müdahale bazen doğrudan oluyor. Müdahalenin biçimi çıkarlara ve beklentilere göre değişiyor...
Örneğin, Turkiye Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkökün, Kıbrıs Rum Kesimine kimsenin Avrupadan onlar için şavaşmaya gelmeyeceğini söylemesi iktidar güçlerine moral vermek olarak yorumlandı. Özkökün açıklaması bir yandan da Türkiyenin iç güvenlik sorunlarıyla ilgili olarak yorumlandı. Kıbrıs Rum Kesiminin, Kıbrısın tamamını temsil edecek şekilde ABye alınmasının, ABnin güvenlik ve jeo-politik nüfuz sahasını, Türkiyenin iç güvenliği için kabul ettiği ve sınırların 150 km dışından geçen kuşağa taşımasıyla, asimetrik bir tehdit oluşturacağı ihtimalinin de göz ardı edilmediği ortaya çıkmaktaydı. Ancak, ABnin Doğu Akdeniz güvenlik mimarisi ve güçler dengesi açısından doğrudan müdahaleyi göze alamayacağı değerlendirmesinin yapıldığı en yetkili askeri makamın ağzından duyuruldu. Böylece, Türkiyenin AB ile yürütülen müzakere sürecinde taşıdığı endişelerin, Türkiyenin ulusal çıkarları ile uluslararası normların sentezinin yapılmasıyla giderileceği açığa çıktı. Türkiyenin, ABnin asimetrik tehdit baskısını, bertaraf edecek siyasetleri üretmek durumunda kalması bağlamında da KKTC seçimleri önem taşıyor.
Seçim sonuçları altüstlük yaratacak mı?
Seçim sonuçlarının kitlesel bir eyleme yol açıp açmayacağıyla ilgili en önemli husus, seçimlerin dürüst ve usulüne uygun yapılıp yapılmayacağına bağlı. Bu konuda huzursuzluk çıkarması muhtemel olanlar seçimlere hile karıştırılmaması konusunda uzlaşmış görünüyor. Seçim yasakları başlamadan önceki dönemde Türkiye kökenlilere vatandaşlık verilerek iktidarın desteğinin arttırıldığını iddia ederek huzursuzluk gösteren Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler (CTP-BG) lideri Talat bile seçim sonuçlarını kabul edeceklerini açıkladı. Bu perspektiften bakınca KKTCde yapılacak olan genel seçimin iktidar partileri lehine sonuçlanması halinde Gürcistandakine benzer gelişmelerin yaşanmasının güç olduğu ortaya çıkıyor. KKTCde benzeri bir sürecin yaşanamayacağı, liberal, demokratik ortamın Gürcistandakine kıyasla çok daha köklü olmasında yatıyor.
Muhalefetin yapısı ve Türkiye büyük sermayesi
KKTC seçimlerinin analizinde ideolojik ve siyasi alternatif üretme sıkıntısında olan muhalefetin durumunu daha yakından incelemek gerekiyor. Asıl olarak CTP-BG ve eski Toplumcu Kurtuluş Partisi (şimdiki Barış ve Demokrasi Hareketi-BDH) gibi kendilerinin solda olduğunu iddia eden partiler tarafından temsil edilen bu muhalefet, iktisadi zorluklar altında inleyen KKTC emekçilerinin talepleri etrafında oluşan haklı bir zeminden yola çıkmıştı. KKTCde sol olmayan her şeyi temsil ettiği için artık sol olarak isimlendirilmesi güç olan muhalefet partilerinin seçimlerde arkalarına aldıkları kitle desteğini yitirecekleri giderek daha fazla açıklık kazanıyor. Bu partilerin dünyayı emekçilerden yana kavramadaki yetersizlikleri, onları süreç içinde özellikle Türkiye egemen kesimlerinin ABye girme düşlerinin gerçekleştirilmesi bağlamında önemli bir rol oynar konuma savurdu. Böylece KKTCdeki muhalefet, Türkiyede özellikle TÜSİAD çevresinde konuşlanmış bulunan kesimin AB yolunu açmak için de sesini yükseltti.
Bu yüzden, yapılacak seçimler üzerine fikir yürütmek ve muhalefetin takip ettiği siyaseti belli bir perspektife oturtmak ilk başta Türkiyedeki çıkar gruplarının yönelimlerinin analiz edilmesini gerektiriyor.
Türkiyedeki çıkar grupları Kıbrısta ne istiyor?
Türkiyenin 1995 yılında tam üyelik garantisi almadan AB ile imzaladığı gümrük birliği antlaşması bu bağlamda önem arz ediyor. Bu girişim, ithal ikameci dönem boyunca iç piyasaları sömürerek palazlanmış olan TÜSİAD çevresindeki sanayici kesimin, son zamanlarda beyaz eşya üretiminde düşük ücret avantajını kullanarak AB içinde rekabet gücü yakalamasına yardımcı oldu. Uzunca bir süre bu kesim, tam üyeliğin getireceği ücret avantajını yitirmek olasılığı yüzünden, Türkiyenin içeri girmeden AB kapısına bağlı olarak kalmasından rahatsız olmadılar. Aynı zamanda medyayı da manipüle ederek cengaver ruhlu bir takım sömürgeci muharriri, misak-ı millinin ötesinde maceralar arama söylemine savuran bu kesimin, ülke içine yatırım amacıyla gelen her türlü sermayeye, yeşil sermaye, kara para, sömürgeci sermaye diyerek karşı çıkan kesim olduğu tahmin edilmiştir.
Son zamanlarda bu kesim Türkiye toplumunu ABye sokarak yeniden çeki düzen vermeye soyunmuş durumda. Örneğin AKPyi iktidara taşıyan ve Anadoluda serpilip gelişen, muhafazakar, geleneksel, Türk, Müslüman, otantik sermaye kesimleriyle hesaplaşmasını, ABye tam üyelik etrafında ve Kemalizmi devre dışı bırakarak çözmeye çalışıyor. Bir yandan da Kemalist, laik, seküler, devlet müdahalecisi orta sınıflarla ABne tam üyelik süreci içinde hesaplaşıyor.
ABye tam üyelik yolunda dış dünya bağlantısının en önemli boyutlarından biri ise Kıbrıs sorununun çözümü etrafında kristalize oluyor. Bu süreci, bir barışma ve bir toplumsal kontrat yaratma süreci olarak gören, MÜSİAD, AKP, CHP, askerler, muhalefet, Cumhurbaşkanı Denktaş dahil pek çok çevre, olumlu karşılıyor.
Denktaş gözden çıkarılmadı!
Son dört senedir yükselen kitlesel hoşnutsuzluğu ardına alan KKTCdeki sol muhalefet, ekonomik sıkıntıların Annan-Hannay planı çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözülmesi ve Rum Kesimi ile birlikte ABye girilmesiyle ortadan kalkacağı anlayışından son zamanlarda bariz tavizler vererek Türkiye egemenlerinin güvenlik kaygılarını gidermeye yarayacak bir siyaset izlemeyi seçmeleri böylece anlam kazanmış oluyor.
Muhalefetin TÜSİAD çevresi adına AB yolunu yeterince açıp açmadığının sınavı seçimlerden sonra belli olacak. Bu bağlamda Türkiyedeki egemen kesimlerin Cumhurbaşkanı Denktaşı dış rakipler karşısında hala bir kaldıraç olarak pazarlık gücü sağladığı için tam anlamıyla gözden çıkarmadıklarını belirtmekte yarar var. Bu yüzden seçim sonrası gerçekleşebilecek olasılıklar arasında, Kıbrıs sorununa çözüm yönünde yol almış olan muhalefet partilerinden biri ile bugüne kadar TÜSİAD çevrelerinin güvenini kazanmış olan Denktaşın uluslararası münazaracı görevini devam ettirmesini sağlayacak olan sağ partilerden birisinin kuracakları koalisyon hükümeti olması seçim öncesinde verilmiş olan bütün sözlere ve propagandalara rağmen bir ihtimal olarak bulunuyor.
KKTCnin genel seçimler sonrasında daha önceki kitlesel eylemlere rağmen büyük savrulmalara sahne olamayacağına ikinci bir neden de böylece ortaya çıkıyor. (SA/EK)