Afro-Türkiyelilerin İzmir'de kutladıkları geleneksel Dana Bayramı.
En erken kayıtlar 15’inci yüzyıla ait. İlk olarak Saray’da, Sultan’ı eğlendiren ‘soytarı’nın yüzünde rastlıyoruz ‘siyah’a. Sonra derin, kocaman bir sessizlik. Simsiyah… 17’inci, ama asıl olarak 18 ve 19’uncu yüzyıllara gelindiğinde, ses yeniden duyulmaya başlıyor. Usul usul önce, mırıldanarak, sonra esir pazarlarındaki satıcının sesinde cisimlendiği şekliyle, avaz avaz…
Köle tüccarlarınca, Kuzey, Batı ve Orta Afrika ülkelerinden, çoğunlukla da Sahraaltı’ndan kaçırılan ya da kaçıranlardan satın alınan binlerce siyah kadın, erkek ve çocuk, ‘şanslı’ysalar yürüyerek geçtikleri uzun çöl yolculuğunda, dolduruldukları gemilerde, yollarda bellerde ölmedi. Getirildikleri yabancı topraklarda Saray’a ve zengin ailelere satıldılar; cariye oldular, hadım haremağası, hizmetçi, aşçı, seks işçisi, ırgat ve sahipleri başka ne isterse. Aileleri dağıtıldı, her biri başka bir eve satıldı, isimleri değiştirildi, dinleri, dilleri silindi. Ne kültürlerini yaşamalarına izin verildi ne geleneklerini sürdürmelerine. Sonrasında yeniden yaratılmak üzere itinayla ‘yok’ edildiler.
II. Abdülhamid'in kızlar ağası. Foto, 1912. |
Nesiller geçti; rengi rengine, dili diline, dini dinine benzemeyenlerin insandan sayılmadığı, alınıp satıldığı, eşya gibi elden ele geçirildiği yıllar... Çok uzak değil, 20. yüzyılın başlarına, 1920’lere dek sürdü, insanın insana ettiği. 1960’lara kadar da köleleştirilmiş siyahlar, evlerde, odalarda ‘besleme’ diye, ‘evlatlık’ diye alıkondu. “Prestij”di insan “sahibi” olmak çünkü, kolaydı, yok pahasınaydı, hele de Müslüman’sanız, helaldi…
Ama siz zaten bunları biliyorsunuz. TV’lerde seyrettiğiniz Amerika kaynaklı dizi ve filmlerden aşinasınız zalim “beyaz”ın köleleştirdiği siyahlara yaptığı mezalime. Tom Amca’nın kulübesini izleyip yüreği sızlayanların, yenilerde Amistad’ı ya da 12 Yıllık Esaret’i seyrederken gözyaşlarını tutamayanların ülkesi burası. Merhametin, hoşgörünün, şefkatin ve diğerine kalbini açan insanların coğrafyası. Bizde olmaz böyle şeyler. Olmadı zaten. “Yok dersek, belki yok olur”ların vasatında, “burdan çıkış yok”larla “defolun gidin”leri aynı cümle içinde kullananların aldırmaz rahatlığında, sınıfsız, imtiyazsız…
Öyle mi?
Hürriyet Gazetesi’nde geçtiğimiz Pazar bir röportaj yayımlandı.*
Dönemindeki diğer büyük devletler gibi, Osmanlı’nın da köle ticareti yoluyla Anadolu’ya getirip dilediğince kullandığı çok sayıda siyah’ın, azat edildikten sonra Türkiye’de kalmış torunları, öyle çok yüksek perdeden de değil, alçak ve mütevazı bir sesle, hikayelerini (hiç değilse bir bölümünü) anlatmak, var oluşlarına bir anlam katmak istedi. Konuştular…
Ve o dev ayna; hani ne giyersen giy, yaptığın makyaj ne kadar afili olursa olsun, karşısına geçtiğinde çırılçıplak kaldığın, suretine vakıf olduğun o sırlı yüzey, hiç şaşmadığı gibi, bu sefer de işini yaptı; o yüzleşme, istendiği gibi olmasa da, beklendiği üzere bir daha yaşandı.
“Zenci ırka insan muamelesi yapan tek millet Türklerdir. Bizim karaoğlan, arap vs vs lakap takmalarımız ırkçılıktan değil, fazla laubalilikten. Yoksa Türkten ırkçı olmaz”
“Niye burada yaşıyorsunuz o zaman? Afrika'ya veya sömürgeci devletlere gidebilirsiniz. Her vatandaş acı çekti bu topraklarda bi gidin işinize”
Bir siz eksiktiniz. Bu ülkenin vatandaşı değil misiniz? Değilseniz Suriyelilerin arasına karışıp kapın bir tane nüfus cüzdanı. Cumhurbaşkanı dağıtacakmış baksanıza özür dileriz, hadi şimdi yallaaah…
Buyur buradan yak
“Bence Afrikada yaşamaya devam etseydiniz haliniz dahada acı olurdu.. Atalarınız cefayı çekti belki ama siz sefasını sürüyorsunuz.. Üstelik Atalarınız nasıl yaşıyordu Afrika kıtasında eskiden? Onuda bir sorgulayın isterseniz?
“İyi bi siz eksiktiniz.. Turkiyede de size ozel kadro acilsin her sirkette ve devlet dairesinde.
“Afrika'dan getirildiklerine sukretsinler. Kac yuzyil once tabii ki kolelik her yerde vardi. Ortalik zaten karisik bir de siz cikmayin simdi bi siz eksiktiniz kardesim madem o kadar asimile olamadiniz gidin buyrun afrikaya tutanmi var
“Bu arkadaşlardan daha esmer vatandaşlarımız dolu. Sevinsinler dünyada bila bedel özgür olmuşlar en erken seçme seçilme kazanmışlar
“Neyse ne. Birakin tarihe artik gecmisi. Elinize ne gececek "evet köleymissiniz" desek? Yada sunu yapi...gidin almanya parlamentosuna, onlar oylasinlar, bizde okuruz sonucu.
“ben zencilerin dislandigına rastlamadım aksine pozitif ayrımcılık yapıldığını gördüm. bu da yeni bir ayrımcılık işi ticarete döküyorlar bence
“Bir de siz basimiza ciktiniz. Hemen ozur dileyip hepinize 1 milyon dolar tazminat odensin. Gecen sene Sudan'a gittim, ne zorluklar cikartiyorlar, Fotograf makinasi bile tasirsan izin alman lazim. Keciler, arabalar, insanlar ayni yolu paylasiyor. Biriniz manken olmus, digeri yazar daha ne istiyorsunuz. Istersen gel Amerika'ya gor zencilerin halini. Su anda Kaliforniya'da yasiyorum, ne yazik ki zenciler burada da pek sevilmez atalarınız otuzlarda filan Amerikaya gitmiş olsalarmış mad’em. Belki o zaman kıymet bilirdiniz.
“Bir siz eksiktiniz. Sizde çıkın. Açılsın bakalımmış. Kim dedirtiyor size bunları?Keşke zamanında amerikaya gitmiş olsaymış dedeleriniz filan. O zaman belki anlardınız bu ülkenin kıymetini.
“Butun dertlerirmiz bitti de simdi siz mi ciktiniz Allah askina! Dunyada rahatsiz edilmeden, ezilmeden yasayabileceginiz ender bi kac ulkeden biri burasi. Baska ulkelerde muz atiyor irkicilar onlerinize.. Kasimayin buralari kardesim…. Pkk gibi cikmayin ortaya. Sogutmayin insanlari….”.
Yukarıdaki italik cümleler (yazım hatalarına dokunmadan) söz konusu haberin altına yazılan yorumlardan bazıları. Öylece uzuyor, gidiyor.
Ne demeli, nasıl anlatmalı bilemiyor insan bazen. ‘Eksik’ değildik, yeni ‘çıkmadık’, yüzyıllardır buradayız mı demeli, en az sizin kadar yerliyiz mi, PKK ne alaka diye mi sormalı, “bizde ırkçılık olmaz” derken, hala zenci diye çağırmalarına mı içerlemeli, “biz” dediğiniz kim, siz “biz”seniz, biz “kim”iz felsefi tartışmalarına mı girmeli?
En iyisi başa dönmek. O ki, hiç büyümeyen, yetişkin olmasına izin verilmeyen bir toplumun, duyduğu farklı bir ses karşısında, neye öfkelendiğini bile ayırt edemeden, şaşırtıcı bir hızla nefrete, aşağılamaya yuvarlanmaya kararlı bir ‘sahip’ torunları kuşağına dert anlatıyoruz. O halde, üç yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi, tane tane, tekrar tekrar anlatmak gerek.
Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik/köleleştirmenin, hem de kurumsal olarak, kanun ve kurallarıyla varlığını misal. Ya da bahse konu kişilerin kendi ülkelerinde ‘hür insanlar’ olduğunu, zor gücüyle getirildikleri topraklarda köleleştirildiklerini. Veyahut çok yakın tarihlere kadar bir mal, bir eşya muamelesi gören bu insanların Türkiye’de kalan torunlarının, günümüzde halen bir parya, bir ucube olarak görüldüğünü; yoksulluğun, eğitimsizliğin, işsizliğin, boşanma ve şiddet olaylarının en fazla görüldüğü toplumsal grup olduğunu. Siyah kadınların sırf “çocuğum bana benzemesin, benim çektiklerimi çekmesin” diye kendilerini ‘almaya’ gönül indiren ilk beyazla evlenmelerini mesela. ‘Yerli’ de ‘yabancı’ da olamadan, herkesin ötelediği, ilk kriz anında kolayca “ezilecek” olmayı, bunun meşruiyetini içtenlikle hissedenler karşısındaki çaresizliği…
Benim babam, bir siyahtı. Türkiyeliydi. Müslümandı. Seçmediği, ama içine doğduğu ülkesini, ailesine reva görülenlere rağmen çok sevdi. Onun adaletli, hakkaniyetli, özgür ve barış içinde bir ülke olması için kelle koltukta mücadele verdi. İyi günlerde ‘karaoğlan’, çok daha sık olan zor zamanlarda ‘pis zenci’ ya da ‘arap’ oldu. Benim babam, iyi bir adamdı. Ama bu dünyadan gittiği güne kadar, başı hep öne eğik gezdi. Bana bıraktığı tek miras ise, “kızım, sakın yüzünü düşürme, senin başın yıldızlara değmeli” sözü oldu.
Siz; kendisine “biz” diyenler!, Babam, babalarımız ve annelerimiz, büyükanne ve büyükbabalarımız, kuşaklardır var oldukları toplumda, sadece doğdukları kişi oldukları için, saklayamadıkları renkleri yüzünden, bir “suç” gibi, dünyaya çalınmış bir leke gibi yaşamaya mecbur bırakıldı. Şimdi, onların çocukları, yani ‘köle artıkları’ olarak konuşmaya cüret ettiğimiz için yüzümüze uzanmış parmaklarınız, had bildirmeleriniz, ülke(miz)den kovmanız, heybenizdeki öfke ve alaycılığınız acıklı ama, hiç şaşırtmadı. Bilmeye, öğrenmeye, anlamaya çalışmadan, hemen ‘yerimizi’ gösteriveriyorsunuz, soruyor, sorguluyor, alay ediyorsunuz ya, hep, her zaman yaptığınız gibi. Söyleyelim o zaman.
Ne mi istiyoruz? İçinde yaşadığımız, ait olduğumuz bu toplum, İnsanlığa Giriş 101 dersi’nden geçer not alsın artık istiyoruz. Toprak, tazminat falan değil derdimiz, ama evet, adamakıllı, layığıyla bir ‘yüzleşme’yi murat ediyoruz. “Bence” diye başlayan cümlelerden ve ‘yüce Türk milletinin’ sağı solu belli olmaz alicenaplığından fena halde sıkıldığımız için, tarih kitaplarında, bizim de bir hakiki bir yerimiz olsun, bu ülkeyi kanıyla canıyla yaratanlardan olduğumuz halde, artık ‘yok hükmünde’ sayılmayalım diyoruz. En önemlisi de bilin ve unutmayın istiyoruz: Köleleştirme, bir insanlık suçudur. Irkçılık ve faşizmse, ayıptır, günahtır, zulümdür. Bu toprakların, nesillerdir ‘yerli’ halkı olarak, bu ayıba ortak olmaya da eskisiyle yenisiyle her tür suçun halı altına süpürülmesine de itirazımız var.
Maruzatımızdır… (AK/HK)
* Fotoğraf Ezgi Tekerek/Bianet
* Bu yazı Birgün gazetesinde yayınlandı.