12-25 Ağustos 2011'de 1911 Devrimi'nin 100. Yılı etkinlikleri kapsamında resmî davetli olarak Tayvan'da bulundum. Aşağıdaki gözlemler bu ziyaretin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Ülkeyle ilgili gözlemlerimi paylaşmadan önce, ziyaretimin bağlamını netleştirmek adına, organizasyonla ilgili fikir vermek isterim. Aylar önce başlayan mülakat ve başvuru sürecinin sonunda uçak biletlerim ve davet mektubum elime ulaştırılarak Tayvan'ın Ankara'daki temsilciliğine yönlendirildim. Sıra ve bekleme olmayan bu ofiste işlemlerim ivedilikle yapıldı ve pasaportum aynı gün içinde iade edildi.
Organizasyonun gönüllüleri, Hong Kong aktarmalı olarak ulaştığım Taipei Uluslararası Havalimanı'nda pasaport kontrolü öncesinde, bagaj alımında ve yolcu karşılama alanında bizleri yönlendirdi. Tek kelime Mandarin bilmeyen biri olarak, kaybolmamın bu derece şansa bırakılmadığını görmek içimi rahatlatmıştı. Taahhüt edildiği üzere terminalde vize ücreti nakit olarak iade edildi, ve bir imza karşılığında içine ziyaretim süresinde harcayamadığım kadar kontör yüklenmiş bir cep telefonu kullanımıma tahsis edildi.
Beni misafir edecek aile, Tayvan'ın (daha ziyade ekonomik anlamda) İzmir'e karşılık gelen şehri Kaohsiung'da yaşıyordu. Organizasyon tarafından yine bir gönüllü eşliğinde Taipei Tren İstasyonu'na, oradan da hızlı tren ile adanın Batı kıyısındaki Kaohsiung'a götürüldüm. Bu noktada bir parantez açarak, bu seçilmiş uluslararası gruba ülkeyi "doğru" tanıtacak, orta-üst sınıf, iletişim kuracak seviyede İngilizce bilen, misafirlerine klimalı bir oda verebilecek ailelerin tercih edilmiş olması dikkatimi çekti.
Tayvan'a giden birini ne bekler?
Ülkede temel tüketim olarak 'bildiğimiz dünya' ile belirli benzerlikler ve farklılıklar mevcut: kahvaltıda peynir ve ekmeğin yokluğu (ve neredeyse kahvaltı için özellikle tüketilen bir yemek olmaması) biraz yadırganabilirken, neredeyse suyun muadili olarak tüketilen soğuk yeşil çay her yerde karşınıza çıkıyor. Öte yandan, belki de Çin Halk Cumhuriyeti'yle süregelen siyasî ve ideolojik diyalektik nedeniyle, Tayvan'ın küresel kapitalizm ve özellikle Amerikan kültürüyle sıkı ilişkileri olduğunu vurgulamakta fayda var. Bu yakınlık, LeBron James gibi NBA yıldızlarının ülke çapında gösteri maçları yapmasından televizyonlarda gecikmeli olarak beysbol maçlarının yayınlanmasına varan bir yelpazede ortaya konuyor. Ülkenin dört bir yanını sarmış olan 7 Eleven mağazaları, okunamayan onlarca levhanın ortasında bir tanışıklık yanılgısı yaratıyor.
Çin usûlü Cadılar Bayramı
Tektanrılı dünyanın insanının, kökleşmiş algılarıyla çoktanrılı dünyayı ancak folklorik bir hikâyeler bütünü olarak tahayyûl edebileceğini, diğer bir değişle monoteizm üzerinden bu 'çokluk' durumunu rasyonalize etmek yoluna gideceği yönündeki kanaatimi ortaya koyduktan sonra, bu 'Cadılar Bayramı' meselesine değinmek isterim.
Kaohsiung civarında dolaşırken sık sık burnuma gelen yanık kâğıt kokusu ve adeta her yere dağılmış olan üzeri yiyecek-içecek dolu masalara bir anlam verememiştim. Bana ülkesini tanıtma görevini kendi kendine üstlenen ve her cahilce soruma sabırla yanıt veren ev sahibem Wenny, 'bunlar hayaletler için,' dedi, 'satılık değil.' Bu hayalet mevzuunu Kaohsiung'a geldiğim ilk gece bana motorsikletiyle şehri gezdiren evin büyük oğlu Jordan'dan duymuştum. Wenny devam etti: "Çin takviminin yedinci ayında, cehenneme giden ama orada uslu duran ruhlara dünyayı ziyaret etmeleri için izin verilir. Bu, bir tür ödüldür. Ancak bu sefil ruhların ne yiyecek yemeği, ne de harcayacak parası olduğundan, onlara bu ritüelle bir şeyler temin eder, insanlara zarar vermelerini engelleriz." Böylece ev ve işyerlerinin önünde bulunan metal mangallarda 'ruh parası' olsun diye kâğıt yakıldığını, ve masaların üzerinde bırakılan gıda maddelerinin de ruhların tüketimi için olduğunu öğrenmiş oldum. Devlet-toplum ikiliği: Kinmen Felaketi
Bu noktaya değinmeden önce bir meseleye dikkat çekeyim: Katıldığım organizasyonun altmetni, gözde liberal kavramlar olan çokkültürlülük, iletişim ve birbirini anlama üzerine kuruluydu. Haiti'den Moğolistan'a, El Salvador'dan Kenya'ya '72 milletten' insanı bir araya getiren Tayvan hükümeti, 'Asya kaplanı' namının hakkını vermek istercesine, bu seçilmiş kitleye 'modern' ve 'demokratik' yüzünü vurgulamak niyetindeydi. Ancak iç savaş sürecinde sosyalistlere karşı verilen mücadele sonucu milliyetçilerde kalan Kinmen Adası'nda geçireceğimiz 24 saat, tüm gruba aslında neden orada olduklarını hatırlatma misyonunu üstlendi.
Kaohsiung'dan sabah altıda kalkan küçük bir uçakla geçtiğimiz Kinmen Adası, Çin'den sadece 4 kilometre mesafede olması itibariyle bir nevi açık askerî üs izlenimi veriyordu. Bu anlamda ülkenin geri kalanıyla kuvvetli bir tezat içerisindeydi. Sadece Mandarin konuşan bir yerel rehberin önderliğinde ve bir tur otobüsünün içinde, akşam yemeğine dek askerî müzele, turistik yol kenarı dükkânları bir tür ziraat enstitüsü arasında dolaştırılan grup, isyan noktasına gelmişti. Sonuçta akşamın ilerleyen saatlerinde ulaşılan otelde açıklanan program, bir sonraki günün Uluslararası Barış Günü olarak kutlandığını ve ülke başkanının da geleceği organizasyona katılımın zorunlu olduğunu bildiriyordu. Sonraki sabah, ev sahibi ailelere teslim edilmiş olan sırt çantalarından çıkan beyaz tişörtlerin giyilmesiyle toplam 248 yetişkin insan, bir ilkokul grubu görüntüsünde tören alanına ulaştı. Kavurucu sıcakta, yakıcı güneşin altında iki saatlik ızdırabın sonrasında havalimanına götürülen grup, böylece 24 acılı saatin sonunda başkent Taipei'nin yolunu tutuyordu.
Taipei 101 veya kapitalizmin mabedi
Bu vesileyle, yeniden 'Asya kaplanı' Tayvan'daki kapitalist birikim sürecinin dışavurumlarına dönelim. Bu kapitalist zenginleşmenin bir anlamda mabedi, başkent Taipei'deki Taipei 101 gökdeleni. Adından anlaşılacağı üzere 101 kat ve bir yığın ofisten meydana gelen bu bina, ziyaretçileri yaklaşık 20TL karşılığında çatıya çıkaran asansörü ve altı katlı alışveriş merkeziyle bir tüketim cenneti olarak da işlev görüyor. Lüks markaların (101 için özel üretilmiş modeller dahil) en yeni ürünleri sergilenirken, ülkenin en pahalı lokantaları da tüketicinin beğenisine sunuluyor.(DE/NV)