Türkiye’nin büyük dönüşümlere gebe olduğu su günlerde, #tatava yapma ve #basgec kampanyaları ve yaygın bir medya desteği ile yavaş yavaş şekillenen CHP-MHP-cemaat ittifakına eşitlik, özgürlük ve demokrasiden yana seçmenin de destek olması isteniyor.
Bu tavrın, özgürlükçü ve demokrat duruşlarından kuşkum olmayan kişilerde dahi karşılık bulmasının şaşkınlığı ile bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Amacım AKP hükümetinin farklı mekanizmalarla kurduğu baskı-yolsuzluk rejimi içinde düşünmeye zaman bulamadığımız ya da yaşadığımız tramvalardan (en son Berkin’i yitirişimiz ve ailesinin meydanlarda yuhalatılması, twitter’in kapatılması) ötürü unuttuğumuz bazı noktaları hatırlatmak ve CHP’yi önümüze tek ve acil çare olarak süren stratejilere eleştirel bir bakış acısını paylaşmak.
Bugün pek çok çevre tarafından yürütülen bu algı yönetimi Gezi’nin değerlerini benimseyen milyonlarca yurttaş için gerçekten doğru bir tutumu mu öneriyor?
Öncelikle şuradan başlayım. Derdim kimseye akıl vermek değil, ne haddime. Gezi hepimize birbirimizi dinlememiz gerektiğini öğretti. Ayrıca CHP’ye oy veren ve CHP’nin çeşitli kademelerinde çalışan milyonlarca sosyal demokrat insanımızın olduğunun da farkındayım, sözlerim onları dışlamak için değil, tersine onlarla bir iletişim olanağı yaratmak için de.
Bu yazıda karşı karşıya kaldığımız, özellikle sol mücadeleyi küçümseyen ve karalayan bu #basgec kampanyasına karşı görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Ankara’da yaşayan yurttaşlarımızın Melih Gökçek bıkkınlığını, toplumun AKP’den ve Tayyip Erdoğan’dan bir an önce kurtulma arzusunu, Alevi vatandaşlarımızın Başbakan’in mezhepçi söylemlerinden ve Suriye siyasetinden ötürü yaşadığı tedirginliği, İstanbul’u yaşanmaz bir kente çeviren 20 yıllık AKP politikalarının bir an evvel dönüşmesi isteğini, hepsini anlıyor ve bu hisleri paylaşıyorum. Peki, ama çare olası bir CHP-cemaat-MHP ittifakına oy verip geçmek mi?
Türkiye derin bir siyasi krizin içinde ve bu kriz seçim sonrası daha da derinleşecek. Egemenler Türkiye’yi Gezi’den önce olduğu gibi yönetemiyorlar ve derhal bu yönetememe halinden çıkıp o dillerinden düşürmedikleri “istikrar düzenini” kurmaları gerekiyor.
Gezi direnişi ile başlayan bu yönetememe hali, cemaat ve AKP koalisyonunun sonlanmasına ve 17 Aralıkta kılıçların çekilmesi ile yargı-yürütme-yasamanın işlemediği bir devlet yapısının oluşmasına yol açtı.
AKP, Suriye, Mısır, İsrail siyaseti, füze kalkanı projesi ihalesini Çin’e vermesi ve İran ile ilişkilerini sürdürmesi sebebiyle Amerikan dış politikası ile çelişti ve kendisini bugüne kadar destekleyen efendileri açısından miadını doldurdu.
Dolayısıyla 17 Aralık operasyonunu, emperyalist merkezlerden bağımsız düşünmeyi ve AKP’nin kalıcı olma olasılığını manalı bulmuyorum. Buna ek olarak iktisatçıların yıllardır dikkat çektiği cari açık politikası ve son aylarda dövizin önlenemeyen yükselişi, yıkıcı bir ekonomik krizin her an patlak verebileceğini gösteriyor.
Karşımıza çıkacak ekonomik kriz daha fazla işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik anlamına geliyor. Dünya kodamanları bu gelecek krizle tüm öfkeyi Tayyip Erdoğan'a yükleyip, bölgede ve ülkede kendi çıkarlarına uygun siyaset yapan “yeni” figürlerle yola devam etme arayışında.
Bu “yeni” figür de CHP-MHP-cemaat ya da AKP'nin bölünmesi ile oluşacak cemaat destekli yeni bir sağ parti olacak. Dolayısıyla genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce yapılan bu yerel seçimler, yerel yöneticileri belirlemekten çok daha fazla anlam içeriyor.
Devam edelim…
Sistemin krize girdiği bu günlerde sadece AKP (ya da Tayyip Erdoğan) karşıtlığı ve onu geriletmek üzerinden bir stratejiyi kendisini demokrat ya da özgürlükçü olarak tanımlayan bireyler benimseyebilir mi?
Mansur Yavaş'ın MHP geçmişi, Sarıgül'un rantçı-betoncu Şişli deneyimi, Gezi günlerinde üç fidanını kaybeden Antakya'da eski AKP'li belediye başkanının CHP’den aday gösterilmesi, İzmir’de Aziz Kocaoğlu’nun Gezi direnişini desteklemek için grev kararı alan işçileri en ağır şekilde cezalandıracağını söylemesi, ATO Başkanı Sinan Aygün gibi on beş kadar sağcı adayın CHP’den milletvekili seçilmesi gibi örnekler CHP’nin sol değerlerle ne kadar kırılgan bir bağı kaldığını göstermiyor mu?
Yerel yönetim pratiğinden başlayalım, siz CHP’nin bugüne kadar kentin ezilenleri ile sahici bir ilişki kurduğunu hiç gördünüz mü?
Peki halkın görüşlerinin doğrudan yönetim mekanizmasını etkilediği bir belediyecilik tecrübesi? Şişli semti gibi olmasını mı istiyoruz bütün İstanbul’un? Ego patlaması yaşayan bir siyasetçinin elinde oyuncak, daha da gri bir beton yığını?
AKP’den kaçarken, 300 takım elbisesi ile övünen Sarıgül’e tutunmak, gerçekten tek çaremiz mi? Ankara’ya dönecek olursak MHP’li Mansur Yavaş’ın adaylığı başlı başına bir sorun, lakin o buzdağının görünen yüzü.
Ankara CHP il eski başkanı ve ODTÜ öğretim üyesi Tarık Şengül’ün 2011 yılında ortaya çıkardığı ve il yönetimi ile birlikte partiden uzaklaştırılması ile sonuçlanan Yenimahalle yolsuzluk skandalı CHP’nin rant-kent-rüşvet ilişkisine bakış açısını, barındırdığı yapıyı anlatmıyor mu? Tüm bunlar olurken, AKP tarafından türlü saldırılara uğrayan ve tüm Türkiye’nin desteğini alan sosyal demokrat Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in CHP’den tekrar aday gösterilmemesine ne demeli?
Çok sade fakat o kadar da anlamlı başka bir soru ile devam edelim. Toplumun yarısı kadınlardan oluşurken, CHP’de belediye başkanı adayları arasında kadın temsili ne oranda? 1143 seçim çevresinde sadece 46! Böyle bir zihniyet, her gün kadın cinayetlerinin işlendiği, kadının her yaşam alanında dışlandığı bir toplumda alternatif olabilir mi?
CHP emekçi mahallelerinden ve yoksullardan oy almak için toplumcu politikalarını arttırmak ve yaymak yerine, “tabi ki kızlı-erkekli evlere karşıyız” deyişi ve bozkurt işareti ile kristalize olan muhafazakar bir siyasi tavrı benimsiyor.
Gezi isyanının özgürlükçü ruhuna rağmen bu şekilde toplumun daha da muhafazakârlaşmasına ve sağ değerlerle zehirlenmesine, dolayısıyla başta kadınlar tüm ezilenlerin daha çok baskı görmesine yol açan kültürel atmosferi destekliyor. Sosyal demokrat seçmeni korkularından yakalayıp, her alanda sağ politikaları dillendiriyor.
Gelelim Türkiye’nin en büyük sorununa; Kürt sorunu. Türkiye’nin önünde iki seçenek var, Savaşmak ya da Barışmak. CHP’nin ise bu iki seçenekten hangisini seçtiği bir türlü netleşemiyor. Kürt halkının talepleri ortada, CHP ise ne zaman Kürt sorunu konuşulsa anadilde eğitimin neden imkansız olduğuna, tek dilin neden olmazsa olmaz olduğuna, sanki İspanya’da, İsviçre’de, İtalya’da başka deneyimler yokmuş gibi, vurgu yapıp, özerklik projesi ve barış sürecini eleştiriyor.
Ulusalcı kanatın ise MHP söyleminden farklı bir söylemi yok, Birgül Ayman’in sözlerini hatırlayalım. Öte yandan ayni CHP, BDP-HDP-ÖDP ve TKP ile yanyana gelmemek, görünmemek için kırk takla atarken, MHP, AKP ve DP eski üyelerini aday göstermekten rahatsızlık duymuyor.
Bu siyaset de savaş dilini ve zaten devletin ana tutunma alanlarından Türk milliyetçiliğini besliyor. Son bir yılda tek gencimizin çatışmalarda ölmemesi kadar kıymetli bir süreci desteklemeyip, tersine kösteklemek savaş baronlarından başka kimin işine yarar?
Bir diğer nokta, cemaat. Daha düne kadar F-tipi sözleri ile her gün Gülen cemaatini eleştiren CHP, bugün neden tavır değiştirdi? Washington’da kapalı kapılar arkasında Kılıçdaroğlu cemaatin temsilcileri ile neler görüştü ve kararlaştırdı? Pek çok şaibeli davayı açan savcılara CHP dün öfke kusarken bugün neden sahip çıkıyor?
Cemaat ve Fettullah Gülen'in nasıl kirli bir arşive sahip olduğunu, son olarak AKP-Erdoğan ses kayıtlarından görüyoruz. Hiçbir mekanizmanın kontrol edemediği devasa bir şebekenin-holdingin bu kadar güçlü olduğu bir ülkede kimsenin tehdit edilmeden adım atamayacağı aşikârken, Sarıgül ve Mansur Yavaş başta olmak üzere CHP’liler ya cemaate boncuk dağıtıyor ya da susmayı tercih ediyorlar.
Zaman gazetesi boy boy CHP haberleri yayınlarken, CHP Başkanı Türkçe olimpiyatları ile gurur duyduğunu ve bunun muhteşem bir kültürel etkinlik olduğunu açıklıyor. Karşımızdaki çok tehlikeli bir ittifak değil mi? Peki bu ürkütücü ittifaka AKP karşıtlığı üzerinden destek olmak, “tatava yapmaktan” daha beter değil mi?
Yanıbaşımızda Suriye’de süren Alevi katliamları, aşırı dinci terörist gruplara açıktan verilen destek, AKP’nin mezhepçi söylemi,ve en son Gezi sürecinde Alevi mahallelerinde yaşanan korkunç devlet şiddeti Alevi yurttaşlarımızın çok haklı olarak kaygılanmalarına sebep oluyor.
Bu kaygı da direkt olarak CHP’yi besliyor. Peki cemaat ile omuz omuza, muhafazakârlaşan bir CHP mi Alevileri koruyacak? Ya da Onur Öymen’in açıklamasında olduğu gibi Dersim katliamını öven bir zihniyet mi?
Zorunlu din derslerine açıktan karşı çıkmayan, AKP’nin suç ortağı cemaat ile işbirliğine girişen ve Diyanet işlerinin lağvedilmesini programına almayan bir parti mi Aleviler için AKP’nin alternatifi olacak?
Kılıçdaroğlu önümüzdeki Sivas-Maraş anmalarında katılımcıları linç etmek için bekleyen grupları da, bir yanında Sinan Aygün, bir yanında Mansur Yavaş bozkurt işaretleri ile selamlayacak mı? Aleviler’in haklı kaygılarının yönleneceği yer Kılıçdaroğlu’nun cemaati selamladığı bozkurt işareti yapan siyasi yönelimi mi?
AKP’nin gitmesi gerektiği konusunda hem fikiriz. Seçime bir hafta kala skandal kayıtların yayınlanacağını artık duymayan kalmadı, AKP’nin de buna karşı Suriye ile yapay gerginlikler dahil karşı hamleleri olacaktır. Her şeyin birbirine karıştığı bu günlerde AKP’nin sonrasında alacağımız pozisyonu bugün seçimlerde yapacağımız tercih belirleyecek.
Bugün önümüze AKP’den kurtulmak için tek çare olarak sunulan bu ittifakı destekler ve halkın çıkarlarını savunacak üçüncü cepheyi bugünden güçlendirmezsek, yarın “yeni” yönetenlere nasıl muhalefet edeceğiz?
Evet, önerdiğim yöntem bugünden yarına belediyelerin el değiştirmesi konusunda bir çözüm sunmuyor ama inanın emekten, eşitlikten, özgürlüklerden, barıştan ve çevreden yana insanların yan yana durması ve kendi fikirlerini örgütlemesi bu dönüşüm sürecinde çok daha kıymetli.
Yunanistan’da ikinci parti konumuna gelen sosyalist Syriza tecrübesini incelemek ne demek istediğimi daha iyi anlatacaktır.
Gezi’de öğrendiklerimizle yaşamda bize dayatılanlar dışında seçenekler olduğunu hatırlayalım, bu iki egemen blok arasında tercih yapmadan, halkın çıkarlarından yana üçüncü bir bloku kurabileceğimizi, bugünden inşa edebileceğimizi aklımızdan çıkarmayalım.
Peki, seçeneksiz miyiz? Hele her şeyi rant olarak gören anlayışlara karşı toplumcu bir seçeneği var kılmak için elimizde Gezi gibi muhteşem bir mücadele deneyimimiz varken…
Gezi direnişinin simgesi haline gelen pek çok parti ve hareketi içinde barındıran HDP karşımızda önemli bir seçenek olarak duruyor. Keza Türkiye solunun diğer iki temsilcisi ÖDP ve TKP de.
Madem bu daha başlangıç, mücadeleye egemenlere koltuk değneği olmadan, kafalarımızı bulandırmadan devam edelim!
Bir arkadaşım AKP gitsin de, taşa dahi oy veririm diyor, benim söylemeye çalıştığım ise özetle o taşın yarın başımızı yaracağı! Taşlara dikkat ederek, telaşa kapılmadan, omuz omuza GEZİ günlerini unutmadan, sabırla mücadeleye devam… (EA/HK)
* Dr. Emrah Altındiş, Harvard Üniversitesi