Modernleşmenin bir ayağı, insanoğlunun geliştirdiği alet ve edevatın gelişmişliğiyle, bu gelişmişlik de üretim araçlarının ne derece teknik üstünlüğe eriştiğiyle ölçülür.
Üretim, doğal kaynakların tüketilebilir duruma ya da hammadde haline dönüştürülme işlemidir bir nevi ve bu, canlılar aleminde insan türünü ayırt eden vasıfların başında gelir. Diğer bir deyişle, doğayı hâkimiyet altına alabilme, doğayı değiştirip dönüştürebilme kapasitesidir bu.
Ancak bu vasıf, yani bilimsel ve teknik gelişmeler insanoğlunun ortalama ömrünü uzatmakla beraber, eş zamanlı olarak onun sonunu da getiriyor. 20. yüzyılın sonlarından itibaren, ama özellikle de 21. yüzyılda dünyanın farklı bölgelerinde meydana gelen doğal felaketler, yeryüzünün katledilişinde insanların payının ne denli büyük olduğunun sorgulanmaya başlaması ve akabinde de ekolojik duyarlılığın artması sonucunu doğurdu.
Modern Batı uygarlığının “ilerleme” takıntısının insan topluluklarının yalnızca kendi türünün değil, yeryüzündeki tüm canlıların doğal seleksiyona kalmadan yitip gitmesine neden olduğu artık su götürmez bir gerçek. İşte Vahşi Hukuk, yaşanabilir bir dünyanın temellerini atmak için harekete geçmeye duyulan acil ihtiyacın çağrısını yaparak okuru tam da böyle bir sorgunun ortasına atıyor ve herkesi kendi vicdan muhasebesini yapmaya davet ediyor.
Son yıllarda yeryüzü demokrasisini savunan uluslararası pek çok örgüt ve organizasyonun faaliyetleri ile gerek ulusal gerekse uluslararası sözleşmeler, kongreler, konferanslar, zirveler, sempozyumlar vb. etkinlikler yaklaşan yıkıcı bir tehlikenin de çanlarını çalıyor: Üzerinde yaşadığımız dünya yok olmakta ve insan için dünya üstünde başka bir gelecek yok. Bu konuda hepimiz hemfikiriz sanıyorum.
Bilimde kat ettiğimiz yol, doğal kaynakları tekrar yerine koymaya veyahut da soyu tükenen bir türü yaşatmaya henüz yetecek seviyeye ulaşmadı. Bu nedenle de, kendimiz için istediğimiz adaleti bir an önce daha yüce bir varlık için, yeryüzü için dilemeye başlamamız gerekiyor.
Kitapta da en çok üzerinde durulan nokta bu. Doğal kaynakları tükettik, doğayı katlettik, toprak, yağmur, hava kirlendi, ozonu deldik, iklimleri değiştirdik, doğadaki canlılara zarar verdik, nesilleri tükettik, petrol ve maden kaynaklarını kuruttuk, ormanları yok ettik, toprağı çölleştirdik. Kısacası Toprak Ana’yı küstürdük. Şimdi artık, doğa üzerinde egemenlik kurmaktansa doğayla uyumlu bir şekilde yaşama, yeryüzü merkezli bir bakış açısı geliştirme ve toplumu da bu doğrultuda düzenleme görevi hepimizin önünde duran bir aciliyet.
Kitapta vurgulanan temel meselelerden biri de, mevcut hukuki ve siyasi yapıların günümüzde yeryüzü sömürüsünü meşrulaştırdığı ve teşvik ettiğidir. Öncelikle yapılması gereken, değiştirilmez olarak kabul edilen kanun ve yasaları, hukuk ve yönetişim yapılarını sorgulamak, sonrasında ise yeryüzünde sürdürülebilir ve çevreci bir toplum yaratmak için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek.
Bu noktada yazarın, holistik (bütünsel) bir paradigmaya sahip olduğunu ve vahşi hukuku fonksiyonalist bir perspektifle tahayyül ettiğini söylemek mümkün: insan merkezli bir düşünce sistemi yerine, bizden çok daha büyük başka bir bütünün parçası olduğumuzu, tüm gezegenin sağlığına katkı sağlayacak şekilde yaşamamız ve toplumumuzu bu şekilde düzenlememiz.
Sosyolojide fonksiyonalist yaklaşımın savunucularının başında gelen toplumbilimci Emile Durkheim, bireyin toplumdan daha küçük, ona içkin, toplumun ise aşkın bir varlık olduğu görüşünü savunur. Yani, toplum, bireylerin toplamından fazla ve farklı bir organizmadır ve üstelik toplumların çıkarı tek tek bireylerin çıkarlarından çok daha elzemdir ki toplumlar hayatta kalmaya devam edebilsin.
Benzer bir yaklaşım bu kitapta da benimsenmiş görünüyor. Güney Afrikalı hukukçu Cormac Cullinan, aynı tümevarımcı güzergahı benimseyerek yeryüzü toplumlarının gezegenin bir unsuru olduğunu ve holistik faydanın insan merkezli düşünce sistemleri yerine ancak ve ancak yeryüzünün çıkarını gözeten bir yeryüzü içtihadıyla (yazarın sözünü ettiği yeni bir hukuk felsefesi ile) mümkün olacağını söylüyor.
Zira, toplumların doğadan bu ölçüde ayrışması uygarlaşma denilen illet ile gerçekleşmiştir ve onun da mazisi çok eskiye dayanmaz. Yazar, bunun hatırlanmasının yüzümüzü yeniden yeryüzüne çevirme hususunda işimizi kolaylaştıracağının ve “biz ne yapabiliriz, yıkımı nasıl durdurabiliriz” türünden sahip olduğumuz karamsar yaklaşımların yersizliğini göstereceğinin altını çiziyor.
Cullinan’a göre, yeryüzü içtihadını ortaya koymak için yapılabileceğimiz şeylerden biri egemen hukuki yapılar içinde toplulukların yeryüzü odaklı bir bakış açısının yansıtılabileceği açık alanlar yaratmak ve bu da çok çeşitli biçimlerde mümkün. Örneğin, yerel halkların kendi kültürlerine göre yaşam haklarını desteklemek, onaylanmış çeşidin dışında kalan tahılları ekme hakkının geri alınmasını savunmak veya genetiği değiştirilmiş organizmaların olmadığı alanlar istemek gibi.
Her manifesto biraz avangard ve devrimcidir. Vahşi Hukuk da böyle bir kitap. Etik, ahlak, bilim ve hukukta topyekün bir iyileştirme olmaz ise açgözlülüğümüz ve hırslarımız ne yazık ki yalnızca insanlığın değil yeryüzünün de sonunu getirecek ve fazla zamanımızın kalmadığı artık sadece bilim insanları tarafından dile getirilen tahminler olmaktan çıkmış vaziyette. Kitapta, yeryüzü yönetişimine varmanın ne kadar gerçekçi ne kadar hayalci bir mücadele olduğunun cevabı verilememiş dahi olsa, yakın dönemde önemli somut adımların atılmaya başlandığının ve yükselen yeni bir ‘Zeitgeist’ın müjdesi veriliyor.
Her ne kadar Türkiye’de çevre veya doğayla ilgili mevzular ve riskler hala “üç beş ağaç”tan ibaret görülüp lanse edilse ya da HES karşıtı mücadeleler gibi çevreye duyarlı eylemler ciddiye alınmasa da, örneğin, Almanya ve İsviçre hükümetleri hayvanları varlık olarak kabul ediyor; Ekvador, kendi anayasasında Toprak Ana Hakları Evrensel Beyannamesi’ni (kitabın ekinde bu beyannameyi görmek mümkün) tanıyor.
Bu tür güzel örneklerin varlığı elbette hepimiz için umudun yeşilidir. Öyleyse bizim de yapmamız gereken, Cullinan’ın da dediği gibi, kendi yaşamımızı ve toplumu ekolojik, sosyal ve ruhsal açıdan sürdürülebilir bir geleceğe yönlendirebilmek için üzerimize düşen sorumluluğu almaktır. Kuşkusuz Doğa Ana bu fedakarlığımızı karşılıksız bırakmayacaktır. (CK/YY)
Vahşi Hukuk, Cormac Cullinan, Ayrıntı Yayınları, 2014, 304 sayfa.
Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde tamamladı. 2014 Haziran'ında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini İstanbul'daki alternatif tiyatrolar üzerine bir tez ile tamamladı. Çeşitli gazete, dergi ve internet portallarında kitap ve tiyatro eleştirileri yazıyor. |