İnsanların hak, adalet, hukuk, özgürlük taleplerinin önünü kesme ve onları bastırma araçları, salt kanun devletinin zor kurallarıyla sınırlı değildir. Kanun devletinde iktidar, bir keyfilik alanı oluşturur. Böylesi iktidarların yönetiminde hukuka, meşruiyete, ahlaklı olmaya, siyasetin etiğine pek yer olmaz.
Devletin ideolojik aygıtları, toplumu devlete/iktidara yedeklemek ve egemen siyasetin toplumda taban yaratması amacıyla kullanılırlar. Bu bir tür meşruiyet çalışması olup, sopayı geride, havucu ön planda tutan bir politikaya sahiptir. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin birer ideolojik aygıtı gibi çalışırlar. Bunun sonucu olarak toplumda, devletin karakteristiğine paralel amorfluklar oluşur.
Türkiye Cumhuriyeti, muhalif seslerin bastırılmasını salt devletin “zor”u yoluyla değil, gelenekten, simgelerden ve inançlardan yaptığı devşirmelerle toplumun kimi kesimlerini o muhalefeti bastırmada kullanmasıyla da pek maharetlidir. Tarihiyle tescilli uygulamaları bugün de devam etmekte.
Dün genellikle;
Bayrağa karşı mısın?
Atatürk’e karşı mısın?
Cumhuriyete karşı mısın?
Ülkenin bölünmez bütünlüğüne karşı mısın? vs. denilirken…
Bugün çoğunlukla;
Camiye karşı mısın?
İslam’a karşı mısın?
Başörtüsüne karşı mısın?
Allah’a karşı mısın? vb. denilerek yapılarak, muhalif sesler susturulmaya çalışılmakta.
İktidarın tahakküm araçlarının demagojik cümleleridir bunlar.
Çoğunluğun engin ve güvenli ortamına yaslanarak yapılan siyaset, genel olarak demokrasi karşıtı limanlara demir atar.
İster seküler ister dini olsun, hak arayışlarının susturulması için kullanılan bu suçlayıcı cümleler, kanun devletinin iktidarlara sunduğu keyfilik alanı içerisinde, her dönemde şu veya bu ölçüde kullanılmıştır.
Validebağ Korusu’na cami
Bu AKP’li belediyelerin parklara ve merkezi noktalara cami yapmak gibi sevdaları var!
Taksim’e cami yapmak emeli, fetihçi zihniyetlerinin gereği olarak öteden beri hayallerini süslüyor. Taksim’i Peyami Safa’nın Harbiye’si olarak gören bu ‘Fatih’liler’, ortamını bulduklarında Taksim’i cami yaparak fethedecek ve bölge insanını da hidayete erdirecekler. AKP iktidarı, zihinlerindeki yarılmanın üzerinden bir yanda toplumda düşmanlık yaratırken bir yandan da yarattığı bu düşmanlığı, zenginleşmenin bir aracı olarak kullanıyor. AKP’nin (Batı) kapitalizmle yakın arkadaşlığı, Safa’yı kabrinde ters döndürmüştür herhalde. Dünyada sevap ile ABD Doları’nı bu kadar örtüştüren bir petrol şeyhleri bir de bu türden AKP’liler var. Bu örtüştürmenin yalanını kurmada pek mahirler doğrusu!
İstanbul’un Çamlıca tepesine Sultan Ahmet Cami’nin taklidi konduruluyor, bir gecekondu misali!
AKP’li İBB, Göztepe parkına göz dikti, cami yapacağım diye! Kadıköy Belediyesi’nin direnciyle şimdilik bu plan rafa kaldırıldı.
Şimdilerde ise Üsküdar Belediyesi, Validebağ koruluğunun bir ucuna cami yapacağım diye tutturdu. Cami için yalnız kolunu değil, dilini, polisini, TOMA’sını, zabıtasını da sıvadı!
Çünkü haksız bir uygulama yapıyordu ve yalan söylemek için dile, muhalefeti bastırmak için zor’a (polis, TOMA, zabıta) ihtiyacı var.
Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen, “Sökülen ağaçlar eylemciler tarafından kırılmıştır, biz de sökmek zorunda kaldık” diyerek hem Validebağ Korusu’nda ağaçların kesilerek cami yapılmasına karşı çıkan eylemcileri suçluyor hem de “Cami yapmak istediğimiz alanda ağacı bırakın ot bile yok” diyor.
Şu bir paragraflık açıklamada bile üç tane yalan var. AKP iktidarında neyin yalan olduğunu değil, neyin doğru olduğunu tespit etmek çok zor; çünkü o kadar az doğru var ki!
Bir kısmına sahte zabıta elbisesi giydirilen yasadışı bir güçle birlikte polis güçleri, oradaki yeşili savunan ve oranın yapılaşmaya açılmasına itiraz eden muhalefeti ezmekle görevli.
İktidarın yalanları ve zor’u devrede!
Bu da yetmiyor ki, işi camiye karşı mısınız şirretliğine kadar götürüyorlar.
Korudaki eylemler sırasında darp edilerek gözaltına alınan Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay ile birlikte CNN Türk’te Şirin Payzın’ın konuğu olan Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen, avukat Atalay’a “Camiye karşı mısınız?” diye soruyor.
İnsanlar betonlaştırılmış bu kentte geriye bir avuç kalan yeşil alanlarını savunurken, onları susturmak, boğmak için “Camiye karşı mısınız” cümlesini kurmak, şirretliğin ta kendisidir!
Bu dilin adil, eşit ve vicdanlı olmak gibi bir sorumluluğu yoktur. Muhalif sesin amaçlamadığı bir şeyi, muhalif sesin amacıymış gibi ileri süren bu suçlayıcı taktik, azınlığın sesini çoğunluğun sesiyle boğma taktiğidir.
Türkmen ve onun gibilerin, “Bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır” diye cümle kurmaya başlamaları, muhalif görüşleri daha baştan çoğunluk diktasının fütursuzluğunda boğma oyunlarıdır!
Değil ama velev ki öyle; yüzde birin hiç mi hakkı yok?
Çoğunluk burada haklılığın bir kanıtı olarak kullanılmakta.
Onun için bu anlayış, temel haklar üzerinden bile referandum yapılmasını isteyecek kadar yasakçıdır. Örneğin bu ülkede içkinin yasaklanması, idam cezasının geri getirilmesi, Taksim’e, Göztepe Parkı’na, Validebağ Korusu’na cami yapılması referanduma sunulsa, çoğunluk “Evet” çıkar. İşte buna AKP’nin dirsek temasında olduğu plebisiter faşizm denir!
Eğer çoğunluk haklılığın, adaletin bir kanıtı olsaydı, tarihte bir ilerlemeden söz edilemezdi.
Çoğunlukçu olmayan bir çoğunluk bana 1938 yılı Nazi Almanya’sındaki Kristal Gece’yi, ülkemizdeki 1955 yılı 6-7 Eylül gibi korkunç olayları hatırlatmakta.
AKP iktidarındaki bu çoğunluk saplantısı, tehlikeli bir aşamaya gelmiş bulunuyor.
Kutsal değerler üzerinden oluşturulan her siyasal sistem paradigmasının nihai noktası diktatörlüktür. Ve bu paradigmada bir amaç gibi gösterilen kutsal değerler, gerçekte zenginleşmenin bir aracı olarak kullanılırlar.
Camiyi zenginleşmenin ve iktidarının bir dayanağı olarak kullanacaklar!
Camiyi getirip bir avuç kalmış yeşilin üzerine konduracaklar!
Sonra da susturmak için o hin soruyu soracaklar: “Camiye karşı mısınız?”
AKP’nin iktidar dönemlerine bakıyorum da, şeytana pabucunu ters giydirme dersindeki başarıları tartışılmaz! (HŞ/HK)