Bir kez farklı bir yerden bakmayı denemek, olmayanı oldurmak gerçekten mümkün değil mi?
“Başka bir yaşam mümkün” sözünü yaşamımızın, akışına kendimizi kaptırdığımız gündelik sorunların çözümü için de düşünmek o kadar zor mu?
* * *
Geçen haftaki “gezerken”e dair olmayan yazıma, kimi “ince” kimi “kalın” tepkiler aldım.
O konuya bir “nokta” koyuyor ve bu haftaki yazımı gezerken gördüğüm başkalarına, öteki diye tanımladıklarımıza bırakıyorum.
“Vahşi yaşamdan bir ses”
Sizlerin arasında sizlerin yaşamınızın içinde yaşıyorum. Acaba ben “vahşi” miyim. Henüz evcilleştiremediğiniz için bize “vahşi” diyorsunuz.
Ama ben “öyle” olmadığımı düşünüyorum. Çünkü henüz bizi, “evcilleştiremeseniz” de sizlerle birlikteyim, sizin aranızda, içinizde yaşıyorum.
Benim üzerime çok düşünüp çok şeyler yazdınız. Örneğin sizin edebiyat tarihinizin en önemli eserlerinden birisi benim üzerime.
Yazarlarınızın en büyüklerinden birisi olan Kafka’nın “Dönüşüm” romanındaki Gregor Samsa bir sabah uyanınca “sizden biri” olmaktan çıkıyor ve bana, bizden birine “dönüşüyor”.
Keşke gerçekten öyle olabilseydi. Bu “roman” onu olduğu kadar beni de “ünlü” kıldı.
Dahası somut bir gerçeklikken bir “metafor”a dönüştürüldüm.
Ama hiç biriniz bana bir şey sormadı. Kimse benim bu konuda ne dediğimi anlamadı.
Ben çaresiz boyun eğdim. Sizin çizdiğiniz “resmi” kabul ettim. Çünkü başka çarem yoktu.
Ne derseniz deyin, hem ortak yaşamımız, hem de bizim türümüzün yaşamı hep aynı biçimde sürdü; yüzyıllar, bin yıllar boyu.
Bizden korktunuz. Kiminiz iğrendi. Bizleri yok etmek için elinizden geleni ardınıza koymadınız. Öldüremediğiniz, yok edemediğiniz zaman çeşitli yöntemlerle bizi kendinizden uzak tutmaya, yok saymaya çalıştınız.
Bir çok zehirler ürettiniz. Ürettiğiniz zehirler yalnız bizi değil, doğayı ve sizleri de zehirledi.
Sonra bizim “dayanıklılığımız” üzerine yine “bizleri” düşündünüz uzun uzun. Nasıl varlığımızı sürdürdüğümüzü anlamaya çalıştınız.
Bizi düşündünüz. Beni, benim gibileri düşündünüz. Düşündüğünüzü başkalarının anlamasını istemeden hem de. Hem gündeminizdeydik, hem de gündeminizin dışında bırakılmak isteniyorduk.
Hatta bizi, bizden daha çok düşündünüz zaman zaman.
Önlemler icat ettiniz, yeni kurallar düzenlediniz.
Sonra “her zaman varolma” özelliğimizden yola çıkarak, aslında kanıtlanmamış, ama gerçekte “doğru” olan bir bilgiyi, bir tür “dogma” gibi kabul ettiniz.
Eğer böyle giderse sizlerin de yok olmasına neden olacak olan koşullara, örneğin “nükleer radyasyon”a dayanabilecek tek “hareketli” canlı olduğumuza karar verdiniz.
Evet “nükleer radyasyon” da dahil pek çok fiziksel ve kimyasal etken, zor koşullar ve kirletilmiş çevre ne beni doğrudan etkiliyor, ne de genetik yapım üzerinde bir değişikliğe yol açabiliyor.
Sırtımdaki kara kabuk “radyasyonun” doğrudan etkisini, genetik materyalimdeki diziliş de değişerek, bir tür olarak benim ve bizim yok olmamızı engelliyor.
Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum.
Ama bu durum bizim varlığımızı “garanti” altına almıyor.
Ben/biz “vahşi”yim/yiz ama organizmam(ız) ne yazık ki “doğal” olmayanlar nesnelerden beslenemiyor.
Dolayısıyla eğer sizlerle birlikte varolduğumuz bu doğa ve bu doğal yaşam böyle bir yolla ve bir nedenle sonra ererse, ben de diğer tüm canlılar ve bazılarınız dışında “sizler” gibi “yaşamımı” sürdüremem.
Çünkü başka koşul ve ortamda yaşama olanağına sahip değilim. Örneğin “suyun altında” ya da bir “fanusun içinde” yaşayamam.
Eğer beni yok etmek için yeğleyeceğiniz “savaş” bir afete dönüşecek olursa, böyle bir afetten ben de kurtulamayacağım. Belki yalnız çok iyi korunmuş bazı canlılar, aranızda bazılarının daha şimdiden sahip oldukları bazı olanaklarla yarattığınız “dünya”lar ve okyanusların diplerindeki doğa ve orada yaşayan canlılar kurtulacak.
Ben tüm “çirkinliğime” ve insanlarda “nefret duygusu” uyandırmama karşın sizin de bir “ferdi olan doğanın” bir yansımasıyım.
Ben de ancak “doğa var oldukça” varlığımı sürdürebilirim.
Hareket edebilen canlılar arasındaki bir değerlendirme ile “nükleer radyasyona” maruz kalanlar içinde en son etkilenecek canlı olmamın bana sağladığı bir üstünlük yok.
Çünkü eğer öyle bir an gelir ve ilan ettiğiniz savaş, örneğin böyle bir savaşta kullanacağınız “nükleer silahlar ve radyasyon” tüm canlıları yok ederse ve geriye yalnız biz kalırsak, bu aslında bizim de sonumuz olacak.
Çünkü o zaman yeryüzünde kalan tek canlı organizma olarak bizler, tıpkı şu anda insanların birbirlerine yaptıkları gibi “birbirimizi” yok edeceğiz.
Çünkü “yaşama arzusu ve görevi” yani “varlığını sürdürme içgüdüsü” sonunda bizi birbirimizi yok etmeye kadar götürecek. Bu da bir tür “Pirus zaferi” olacak.
Bizler sizler gibi “gelişmiş” canlılar değiliz.
Burada anlattığım senaryo bizlerin yok olmasına yönelik olgulardan yalnız birisi.
Ama sizler yeryüzündeki en gelişmiş hareket edebilen canlısınız.
Sizlere baktığımda benden çok daha gelişmiş canlılar olmanıza karşın, benim kadar dünyayı ve doğayı anlamıyorsunuz.
Bizleri yok etmeye çalışırken aslında kendi yok oluşunuza doğru hızlı ve büyük adımlarla koşuyorsunuz. Bunu nasıl göremediğinizi anlayamıyorum.
Bizleri de kendinizle ile birlikte “yok oluşa”a doğru sürüklüyorsunuz.
Ne siz ne de biz “başka bir yere” gidemeyiz.
Kendimizi size karşı korusak bile, yaptıklarınızın sonuçlarının bizleri de yok edeceğini çok net olarak biliyoruz.
Sizlerle anlaşabilecek bir “ortak dil”e de sahip değiliz, ne yazık ki!..
Bizleri “çok derin bir şekilde inceleseniz” de bu söylediklerimi anladığınızdan emin değilim.
Geriye bir tek “Kafka” gibi yazarlar kalıyor bizleri ve bu dünyayı anlatacak.
Ama onlar da bizden çok daha fazla “sizi ve sizin yani insanın egemenliğine odaklaşıyor”.
Oysa evrimin farklı aşamalarını yansıtsak da aslında birer canlı olarak hepimiz eşitiz.
Hatta biz ve bizim gibi sizin nezdinizde “öteki” olanların sayısı, bizim sayımız sizlerden çok daha fazla.
Dahası biz sizlerden çok daha farklı ve güç koşullarda da yaşayabiliyoruz. Bunu öğrendik.
Sizlerden farklı olan yanımız ve belki de tek eksiğimiz, kendimizi ifade edebilmemiz için size “mahkum” olmamız.
Ama bu aslında belki de bizim değil, sizin bir eksikliğiniz:
Örneğin bizler karanlıkta bile görebiliyoruz, duyabiliyoruz. On metre uzaklıkta yere düşen bir iğnenin çıkardığı sesi bile algılayabiliyoruz. Kendi benzerlerimiz, bizlerden çok uzaktayken bile birbirimizin varlığını hissedebiliyoruz.
Aslında sizlerden üstün olduğumuzu “biz” biliyor ama, bunu “size” anlatamıyoruz.
Keşke bir yolunu bulabilseydik de bu sorunu çözebilseydik, “ortak bir dile” kavuşabilseydik.
O zaman o korktuğunuz geleceğin, “ortak geleceğimiz” olduğunu size de anlatabilirdik.
Acaba çok istesek ve gidip ona söylesek “Kafka” ya da benzeri yazarlar bu kez “Samsa” için değil de “bizim için” yeniden yazmaz mıydı böyle bir kitabı? Yani bizi size anlatacak bir yol bulunamaz mıydı? Kim bilir belki de bu güzel dünyayı “kurtarabilirdik”.
Tıpkı Samsa’yı insanların elinden ve insanlıklarından kurtardığımız gibi.
* * *
Ne dersiniz? Sizce de “başka bir yaşam mümkün” mü?(MS/EÜ)