Türkiye son iki aydır kendi kaderini önemli oranda etkileyebilecek ve bir o kadar önemli bir seçime hazırlanıyor. Kaderini etkileyecek derken ülkenin tam olarak nasıl bir kavşakta olduğunu, hangi yöne doğru evrileceğine dair nihai kararın verileceği bir durumdan bahsediyoruz. Zira son 16 yılı AKP iktidarıyla geçen 98 yıllık parlamenter sistem, yerini yarı başkanlık sistemi olarak da anılan “Cumhurbaşkanlığı sistemine” bırakacak. İnsanlar salt hangi siyasal hareketin kuracağı hükümetle yönetileceklerine değil, nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediklerine karar verecekler.
Kavşakta bir ülke
Son 3 yıldır geçiş uygulamalarına tanıklık ettiğimiz bu yeni sistem için bir yandan demokrasi adına derin endişe taşıyanlar, bir yandan geçmişe dönmeyi arzulayanlar, öte yandan yeni sistemle çok daha güçlü bir Türkiye’nin kurulacağı iddiasında olanlar, diğer yandan ise geçmiş sistemin hatalarından pay çıkararak “yeni bir parlamentarizme” geçmenin fırsatı olarak görenler mevcut.
Ülke 24 Haziranda yapılacak seçimlere tam olarak bu farklı bakışların tezahürü ittifaklarla ve siyasal partilerle hazırlanıyor. Vaatler, söylemler, propagandalar, yönelimler buna göre şekilleniyor. Bir kavşakta olmanın verdiği ağırlıkla yol alanlar için pek de kolay olmayan seçim süreci öte yandan uzun yıllar tartışılacak koşullara da tanıklık ediyor.
Bir yandan Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında seçime gitmenin ortaya çıkardığı kendinden menkul meşruiyet problemleri; öte yandan bir kesimin her zaman şaibe ile anacağı 16 Nisan 2017 referandumu ile resmen kabul edilen “Cumhurbaşkanlığı sistemine” geçiş için gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan alınan baskın seçim kararı, yine torba yasalarla alelacele çıkarılan uyum yasaları ve her şeyden önce son darbe girişimi ardından daha görünür hale gelen demokrasi ve hukuk devleti olmakla ilgili derin kaygılar bu denli kritik, stratejik önem taşıyan bir seçimin şimdiden tartışılır olmasının maddi zemini olarak karşımıza çıkıyor.
Seçmenin stratejisi
Tüm bu koşullarda aslına bakarsanız seçmen, ittifakların ve siyasal partilerin aktörlerinden çok daha büyük bir ciddiyetle seçim sürecine hazırlanıyor. En azından yıllardır sahada seçmen eğilimlerini araştıran bizim gibi araştırma merkezlerinin pek çoğunun sahada ilk tespiti bu oluyor. Seçmenin önemli bir kısmı sürece partizanlık duygularıyla değil; nasıl bir ülkede, hangi değerlerle yaşamak istediğine bir motivasyonla sandığa hazırlanıyor. Seçmen hiçbir dönemde olmadığı kadar çok stratejik bir yaklaşım belirliyor. Bu nedenle ne seçmen listelerini ne de partilerinin rutin seçim propagandalarının parçası olan söylemlerindeki zaaf ya da tutarsızlıkları temel tartışma gündemi yapmamaya özen gösteriyor. Hatta kimi zaman partilerin hatalarını düzelten jestler, kimi zaman partilerin cesaret edemediği fiili ittifaklar, kimi zaman da partilerini aşan siyasal öncülükler sergileyebiliyor.
Politikayı sokak yapıyor
Aslına bakarsanız bu seçimin politikasını da aritmetiğini de sokak yapıyor, seçmen yapıyor.
Bu dediğimi Diyarbakır üzerinden birkaç örnekle somutlamak mümkün: Örneğin 21 Mayıs’ta Kudüs nedeniyle düzenlenen ve Başbakan Binali Yıldırım’ın katıldığı mitinge katılan Diyarbakırlı sayısı bini bulmazken; 3 Haziran’da Cumhur ittifakının adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenen mitinge kamu alanında çalışanlara katılım zorunluluğu telakki edildiği halde birkaç bin Diyarbakırlı ancak katıldı. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin mitingine hiçbir çalışma ve yönlendirme olmadığı halde on binleri aşan bir kitlenin katılım sağlamış olması tam da bu bahsettiğimiz durumla ilgili. AKP’nin son milletvekilliği seçiminde Diyarbakır da 170 bine yakın oy almış bir parti olduğunu, CHP’nin ise 12 bin 300 dolayında bir oya sahip olduğunu hatırlatırsak ne demek istediğimiz anlaşılacaktır.
Peki partisinin seçmeninden daha az kitle toplamış olan AKP adayları için bu sadece alacakları oyun benzer oranda dramatik düşüşler içereceği anlamına mı gelir? Ya da İnce’nin partisinin seçmen sayısından çok daha fazla kitle toplamış olması CHP’nin oy patlaması yaşayacağı anlamına mı gelir?
Hemen söylemeliyim ki hayır!
En azından yaptığımız araştırmalar ne şimdilik AKP’nin dramatik düşüşler yaşadığını ne de CHP’nin oy patlaması yapacağını gösteriyor.
O meydanda (son günlerin moda deyişiyle) halk teveccüh göstererek ya da göstermeyerek mesajlarını veriyor, politikasını kuruyor. O meydanda “Kürt sorunu yoktur” diyenle “Kürt sorunu vardır” diyen arasında neyi hakikat kabul ettiğini ilan ediyor. Kendisine bir yaklaşana 10 adım 100 adım atabilecek güçte olduğunu gösteriyor, birine “Politikalarını onaylamıyorum” diyor, diğerine “Onaylayacağım politikaya sahiplen ve çözüm gücü ol” diyor.
Sadece siyasal parti ve liderlerine konuşmuyor, seçmenlerine de sesleniyor; “Desteklediğin adayla dayanışırım, kucaklarım; sen de benim desteklediğime dayanışma göster” diyor, “Parti yöneticilerinin kurmaya cesaret etmediği ittifakı, biz tabanda geliştirebiliriz, ben hazırım” diyor. Aslında bu mesajlar karşılıklı dönüşüm için muazzam olanaklar taşıyor!
Çoğunluğu HDP’ye oy veren seçmenden oluşan kitle aslında seçimin aritmetiğini de yapıyor. İttifak dışı bırakılan ve yüzde 10 barajla kuşatılan tek parti olan HDP’nin barajı aşması için CHP seçmeni başta olmak üzere iktidara muhalif Türkiye seçmenine sesleniyor. Barajı geçememiş bir HDP ile hem meclis çoğunluğunu hem de cumhurbaşkanlığını kaybedeceklerini hatırlatıyor: “Ben sorumlu davranıyorum, sende davran” diyor. Mesajın CHP’ye oy vermiş bir kısım seçmende karşılık bulduğunu da yapılan saha araştırmaları gösteriyor. Aslında tabanlar zımni bir ittifak içinde görünüyor.
Kürtler stratejik yaklaşıyor
Peki Kürtler seçime nasıl bir anlam yüklemiş durumdalar?
Haziranın ilk haftasında yaptığımız araştırmada katılımcılara “Hangi partiye oy vereceksiniz?” diye sorduğumuzda çoğunlukla aldığımız ilk yanıt “Kendime oy vereceğim” “Kendin kim” dediğimizde ise “HDP” ya da “Demirtaş” yanıtlarıyla karşılaştık.
Buradan da anlayacağımız üzere Kürtler varlıklarını yeniden gösterme ihtiyacıyla hareket ediyorlar. Oldukça ağır ve travmatik bir 3 yılın ardından duruşunu bu söylemle ifade ediyor olması üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Doğrusu yaptığımız çalışmalardan biliyoruz ki Bölge halkı AKP’nin son 3 yıllık politikasını bir tür varlığına karşı bir politika olarak algılıyor. Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” söylemi ile bu algı daha da güçlenmiş görünüyor. Daha bir yıl önce oy kullanmamayı, Türkiye siyasal sistemine dahil olmamayı, Türkiye’nin batısı kaderiyle baş başa bırakmayı düşünen pek çok yurttaş seçim kararıyla birlikte hızla yaklaşım değiştirmiş görünüyor: “Sandığa gidip, Kendine oy vermek, kendine sahiplenmek ve demokratik Türkiye koşulunun en kritik anahtarı olduğunu göstermek” istiyor. Bu nedenle Bölgede birinci partinin HDP, Cumhurbaşkanlığında ilk sırada Demirtaş’ın çıkması muhtemel görünüyor. Yaptığımız son saha araştırması da bize bunu söylüyor. Kürtler sürece en çok stratejik yaklaşan seçmen profili çiziyor.
11 tespit
Söz saha araştırmasına gelmişken birkaç tespitin altını çizmek gerekiyor:
1) Seçim kararı aldıktan sonra bölgede oyunu en çok arttıran parti HDP, en çok arttıran aday Demirtaş olarak ölçülüyor.
2) 1 Kasım 2015 seçimlerinde en çok AKP’ye oy vermiş seçmenin katıldığı örneklem alanımıza göre bu defa HDP açık ara birinci parti konumuna yükselmiş görünüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu defa Cumhur İttifakı adayı olarak MHP ve BBP’den de oy olmasına rağmen 10 Ağustos 2014 oranlarını yakalayamıyor.
3) En çok seçmen kaybeden parti MHP; en tedirgin ve kararsız seçmen AKP’de görünüyor.
4) İlk defa seçime girecek olan İYİ Parti oylarının önemli bir kısmını daha önce MHP’ye oy veren seçmenden, ikinci sırada CHP’den ve devamla AKP’den alacak gibi görünüyor.
5) Uzun yıllardır bölgede iki büyük rakip vardı: AKP ve HDP! Şimdi ise özellikle bölgedeki sağ ve muhafazakar seçmen açısından başka alternatifler bulunuyor. AKP’nin bu defa rakipleri İyi Parti ve Saadet Partisi olduğu görülüyor. Seçim kararının alındığı ilk zamanlarda yarattığı havayı önemli oranda kaybetmiş olsa da İyi Parti ve Saadet partisinin AKP’den birkaç yerde vekillik koparma olasılığı taşıyor.
6) İlk defa oy kullanacak genç seçmen içerisinde önemsenmesi gereken bir kararsız kesim bulunuyor. Bölge gençliği kırılgan, geleceğe dönük umutsuz ve tepkili bir profil çiziyor.
7) Kürt sorununa yaklaşım ve Kürtlerle eşit koşullarda sağlıklı bağ kurma konusunda tutarlı yaklaşımlar sergilemesi halinde olası bir 2. turda Kürt oylarının ağırlıklı bir kesiminin İnce’ye gitme olasılığı bulunuyor.
8) Bölge seçmeninin yarısından çoğu (yüzde 53’ü aşkın bir kesim) Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda biteceğine inanıyor. AKP’nin ve Erdoğan’ın ne yapıp edip kazanacağına inanan önemli bir kesim bulunuyor. AKP’nin yenilebileceğine inanç gelişmesi halinde çokça bahsedilen “dip dalga”nın gelişmesi muhtemel görünüyor.
9) Bölge halkının en büyük kaygısı sandıklara erişimlerinin engellenmesi ve oylarının korunmasına ilişkin olası uygulamalar. Sandık ve seçmen güvenlikleri konusunda oldukça endişeliler. Özellikle kırsal bölgelerde. YSK’nin sandık birleştirme kararları ve operasyonlar bu endişeleri katlıyor. Bu yüzden kendilerini batının tamamlamasını ve sahiplenmesini bekliyorlar.
10) Demokratik yeni Türkiye’ye omuz vermek ve eşit ortaklar olarak görülmek istiyorlar.
11) Bölge’nin yüzde 65,9 gibi büyük bir kısım seçime tüm parti ve adayların eşit koşullarda gitmediğine inanıyor. (YG/HK)
* Raporun ayrıntısına ssamer.com adresinden ulaşabilirsiniz.
** Manşet fotoğrafı, Muharrem İnce'nin 11 Haziran 2018 Diyarbakır mitingi.