21. yüzyıldayız; insan köleliği dünya genelinde sözde yasak. Yasal olarak devam eden başka bir kölelik var: Hayvan köleliği... Hayvanlar, insanlığın her türlü menfaati için birer köle olarak sömürülürken, Türkiye, hayvan köleliğinde yeni bir çığır açtı: Canlı hayvan ticareti...
2018 yılı sonuna kadar Türkiye'ye farklı ülkelerden 975 bin hayvan zorla, işkence altında taşınacak. Çünkü hükûmet, Türkiye toplumuna “ucuz et” yedirtmenin peşinde olduğunu iddia ediyor. Hükûmetin “ucuz et” politikası ise, hayvanlara sistematik işkence ve ölüm olarak dönüyor. Bundan sadece, kendi yandaşlarını zengin etme derdinde olan hükûmet mi sorumlu? Tabii ki hayır, hayvanları birer kaynak, sömürülecek meta, köle olarak gören ve bu şekilde yaşayan her insan, bu zulüm ve ölümlerden birincil derecede sorumlu.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, tam 25 ülkeye, Türkiye'ye “sığır ithalatı” için izin vermiş durumda. Hayvanlar, korkunç koşullarda, birbirlerini ezerek, kıpırdayamayacakları alanlarda, birbirlerine haftalar boyunca tahammüle zorlanarak, dışkı ve idrarlarının içinde Türkiye'ye taşınıyor.
Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu'ndan gazeteci-yazar ve hayvan özgürlüğü aktivisti Zülâl Kalkandelen, aylardır bu mezalime dikkat çekmek için cansiparane bir mücadele veriyor. Kalkandelen'in ısrarla sorduğu sorulara ise ne medya ne parlamento ne de bürokrasi kanalı ile bir yanıt gelmiş durumda.
Mersin halkını susturmak için koku giderici, özel dezenfektanlar
Türkiye'nin birçok limanı, bu ölüm, işkence ve köle gemilerinin demirlediği alanlar hâline dönüştürülmüş durumda... Mersin Limanı da bu alanlardan bir tanesi. Brezilya'dan Türkiye'ye, okyanus ötesinden, 25 bin 175 sığırı taşıyan NADA gemisi Mersin Limanı'na yanaşırken, ben de Zülâl Kalkandelen ile Mersin'deydim. “Ölüm gemisi” NADA, limana yanaşmadan önce açıkta saatlerce beklemiş, muhtemelen gemide hummalı bir temizlik yapılmış ve limanın en uç, ulaşılamaz kısmına demirlemişti. Limana giremedik ama NADA'nın demirlediği kısma dışarıdan yaklaşırken yoğun bir dezenfektan kokusunu da almadık değil. Köleleştirilen hayvanların dışkı ve idrar kokularından bezmiş olan Mersin halkını susturmak için koku giderici, özel dezenfektanlar devreye girmişti anlaşılan... Koku, dezenfektan ile giderilir belki ama hakları gasp edilen, işkence ile haftalarca istiflenmiş bir şekilde taşınan, yollarda perişan olup ölen o hayvanlara dair acı gerçeklerin üstü ne ile kapatılabilir? Elbette bu gerçeklerin üstü dezenfektanla kapatılamaz ama yalanlarla, siyasî hamlelerle, cezasızlıkla gayet güzel kapatılıyor ülkemizde...
Her şey bu kadar meşru, ulusal ve uluslararası mevzuat dâhilinde yapılıyor ise gemi yakınında çekilen fotoğraflar dahi neden sildirildi? Gemide ölen hayvanların, gemi içindeki özel mekanik düzenek ile öğütülen cesetlerine ne oldu? Aktivistler, milletvekilleri neden limana sokulmadı? Mersin Barosu'nun suç duyurusu, savcılığı ve idareyi neden harekete geçirmedi? En önemlisi de günlerdir hem ulusal hem de uluslararası basın ve kamuoyunu ayağa kaldıran bu rezalet hakkında neden en ufak bir açıklama yapılmadı? Bu sorulara cevap verilse bile, hissedebilir, duyarlı hayvanlara köle muamelesi yapılmasının bir gerekçesi olabilir mi?
Hayvan köleliği ve soykırımı tarihe karışmalı
Biz hayvan özgürlüğü aktivistleri, “canlı hayvan ticareti”, “et ithalatı” gibi adlarla gerçekleştirilen ve mezbahalarda her gün sürdürülen bu hayvan köleliği ve soykırımının topyekûn tarihe karışması gerektiğini düşünüyoruz. Bizi bu düşünceye iten, sonu gelmek bilmeyen, korkunç sahneleri içeren hayvanlara yönelik zulüm koşulları. 21. yüzyılda, insanlara “gıda” diye köleliğin, soykırımın pazarlanması ne kadar etik? Ya insanların, bir zamanlar yaşayan bir hayvanın uzuvları olan ceset parçalarını, hiç düşünmeden mideye indirmesi ne kadar etik? Etiğin tartışılarak özgürlüklerin bir taraftan hızla geliştiği bu çağda, her şeyin bu kadar tüketilebilir kılınması da ayrı bir çelişki bence.
Artık herkesin şu soruyu kendisine sorması gerekiyor: Acıyı, ağrıyı, korkuyu, stresi ve birçok duyguyu hissedebilen, doğal yaşamlarında özgürce yaşayan, sosyal yaşantıları olan, bizim dışımızdaki hayvanlara zulmetmeye, onları sömürmeye ve soykırıma uğratmaya hakkımız var mı? Bu soruya “evet” cevabını veriyorsanız, büyük bir ilüzyonun içindesiniz bence. Bu her şeye muktedir olma hâlinin, bizim dışımızdaki canlılara soykırım, yeryüzüne ise felaket olarak döndüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim.
“Ölüm gemisi” NADA'nın, bu kez 28 bin sığır ile 9 Nisan'da İskenderun Limanı'na yanaşması bekleniyor. Zülâl Kalkandelen, konuyla ilgili yaptığı haberde, bu sığırlara, Brezilya'da yaşanan ekolojik felaket nedeniyle, krom, kurşun, boksit, alüminyum ve sodyum hidroksit gibi zehirli metalleri içeren suların içirildiğini bildirdi. NADA, Türkiye'ye yaklaşırken, başka bir “ölüm gemisi” Girolando Express ise Mersin Limanı'na doğru yol alıyor. Bir milyona yakın hayvanın, öldürülmek üzere Türkiye'ye taşınıyor olması ise toplumun büyük bir çoğunluğunda hiçbir rahatsızlık yaratmıyor.
İşkence ile taşınan hayvanlar, bir de zehirli kimyasala maruz kalmış şekilde Türkiye'ye zorla getiriliyor. “Ucuz et de ucuz et” diye aylardır gündemi meşgul eden canlı hayvan ticareti nedeniyle bu hayvanların çilesi belli ki bitmeyecek ama bu zulme ortak olmamak da elinizde...
Afiyet olmasın Türkiye!