Küresel ısıtmaya bağlı ekolojik krizin yıkıcı ve yakıcı sonuçlarını engellemenin yolu olarak gösterilen dijitalleşme, mevcut sorunları çözüyor mu, yoksa daha da derinleştiriyor mu? Dijital hayatın devamı için gerekli olan teknolojinin son harikası alet edevatlar küresel ısıtmayı arttırıcı bir etkiye mi sahip? Teknolojinin sanal olma imkânı var mı?
Bu ve benzeri sorular reklamı yapılan, kitlelerin yönlendirildiği, iletişim yerine etkileşim amacıyla kullandığımız, daha çok tüketmemize neden olan dijital teknoloji üzerine dikkatle düşünmeyi gerektiriyor.
Teknoloji şirketleri hızla büyüyüp kendine devasa bir müşteri kitlesi yaratarak tüketimciliği âdeta bir din hâline getiren neoliberal kapitalizmin dümenine su taşımakla kalmıyor, (“sürdürülebilirlik” gibi albenili kelimelerle) savunuyormuş gibi yaptıkları çevreye de büyük zarar veriyor.
“Bir Like’ın Ucuna Yolculuk” alt başlığıyla yayımladığı Dijital Cehennem’de gazeteci Guillaume Pitron, sanal dünyanın dehlizlerinde gezinirken teknoloji şirketlerinin ve neoliberal sistemin oburluğunu gözler önüne seriyor.
‘Tüketimi çevreci hâle getirmeye teşvik’ meselesi
Pitron’un deyişiyle “aciliyet çağı”na adım atan insan, yarattığı (daha doğrusu uydurduğu) yeni ihtiyaçlar için ürettiklerini pazarlamaya girişti. Ardından her şey hızlandı: Uykular azaldı, sanal meşguliyetler arttı; herkes ağlarla çevrelendi ve sanal âlem yaşamımızın merkezine yerleşti. Bir noktadan sonra neredeyse her “eylemimiz” dijital hâle geldi; uygulamalar ve mecralar da aklımızın yerine geçti. Yazar, bu hızlı büyümeye dair bir “küçük” not düşüyor: “Dijital dünya, bizi net üzerinde ticaret yapmaya, sanal oyunlar oynamaya ve Twitter’da kirli çamaşırlarımızı ortaya dökmeye davet eder; üstelik bütün bunlar için ilk bakışta, tek bir gram malzeme, en ufak bir elektron, tek bir damla su bile kullanılmıyor gibi görünüyor. Kısacası, çoğu zaman dijital dünyanın maddi bir etkisi olmadığı söyleniyor. Ancak dijital sektörü ekolojik bakımdan daha sorumlu kılmayı amaçlayan bir kuruluşun yöneticisi olan Inés Leonarduzzi, ‘önce bir odanın ışıklarını açık bırakmanın ne kadar tüketime yol açtığını anlayın!’ diye çıkışıyor şaka yollu. (...) İnternetin bir rengi (yeşil), bir kokusu (bütirik asit), hatta deniz suyu gibi tuzlu bir tadı olduğunu keşfettik. Dev bir kovan gibi tiz bir ses de yayıyor. Kısacası, dijital evreni duyularımızla deneyimledik, böylece ölçüye gelmez boyutlarını tespit ettik. Basit bir Like gönderirken bile kısa süre içinde bugüne kadar kurulmuş en uçsuz bucaksız altyapı hâline gelecek şeyi kullanıyoruz. Betondan, elyaftan ve çelikten bir krallık kurduk, üstelik saniyenin milyonda birinde isteklerimize boyun eğen, her an son derece emre amade bir yapı bu. Hidroelektrik barajlardan, kömürle çalışan termik santrallerden, stratejik metal madenlerinden ve datacenter’lardan oluşan bir ‘infra-dünya.’ Bunların hepsi de üçlü bir arayışta ortaklaşıyor: Güç, hız ve … soğuk.”
Pitron’un bu belirlemeleri, bize bir kez daha sanal âlemin, dijital ağ ve mecraların o kadar da gayrimaddi olmadığını gösteriyor. Asıl sanallık, çoğunluğun fizik yasalarından kurtulduğu sanrısına kapılması. Yazarın Dijital Cehennem’i hazırlamak için çıktığı ve pek çok ülkeyi gezdiği yolculukta gördüğü en önemli şey bu: Dijital kirliliğin görmezden gelinmesi veya önemsenmemesi: “Dijital kirlilik, öncelikle internete giriş kapılarımız olan milyarlarca arayüzden (tabletlerden, bilgisayar ve akıllı telefonlardan) ama ayrıca her an ürettiğimiz verilerden kaynaklanıyor: Kaynak ve enerji tüketen uçsuz bucaksız altyapılarla iletilen, depolanan, işlenne bu veriler, hep daha çok sayıda arayüz gerektirecek yeni dijital içerikler yaratmaya yarayacak! Bu iki tür kirlilik kaynağı, hem birbirini tamamlıyor hem de birbirinden besleniyor.”
Ekolojik kentler, akıllı tasarımlar vb. girişimler, Pitron’un deyişiyle teknoloji ve çevre arasında hayali bir bağdan ibaret olduğu gibi hem sunulanın ve tahmin edilenin ötesinde bir maliyete hem de büyük bir kirliliğe yol açıyor. Sunulan paket o kadar renkli ya da ambalajı öylesine parlak ki insanları körleştiriyor. “Bilme” ve fethetme arzusuyla şekillenen dijital teknoloji sinyallerle, rakamlarla ve karakterlerle bu körlüğü derinleştiriyor. “Tüketimi çevreci hâle getirmeye teşvik” meselesi de özü itibariyle mevcut körlüğü keskinleştiriyor ve aslında doğanın daha hızlı kirletilmesinin önünü açıyor. Çünkü dijital ortamda yapılan en küçük eylem, fazlasıyla enerji tüketiyor. Dahası, bu eylemi gerçekleştirdiğimiz her türlü aletin sık aralıklarla yenilenmesi gerekiyor. Dolayısıyla yeşil kapitalizmin sürdürülebilirliği ve dijitalleşme, hem kampanyaların hem de sektörün sekteye uğramaması için üretilen nesneler bağlamında ekolojik dengeyi fena hâlde bozuyor. Pitron, yanılmamıza neden olan noktayı şöyle açıklıyor: “Hayvanların yerine metali, metalin yerine kâğıdı, kâğıdın yerine de dijital medyayı koymaya çalışan maddiyattan arındırma çabasının kökleri bilgisayarın ortaya çıkışından çok öncesine uzanır. Bu değişikliklerin her birinde bir kaynak ortadan kaldırılmamış, daha elverişli özelliklere sahip bir başka kaynak öncekine eklenmiştir. Modern elektronik cihazları tasarlamak için devasa miktarda malzemeye ihtiyaç duyduğumuz hesaba katılırsa bilişim teknolojisine mevcut geçişin bu mekanizmayı doğruladığı söylenebilir. Aslında, sorumlu düzeyindeki bir dijital uzmanın dediği gibi maddi olmaktan çıkarmak, başka bir şekilde maddileştirmek anlamına gelir.”
Sınırsız büyüme ve sonrası
Veri merkezleri, dijital sürdürülebilirlik için gerekli olan elektrik tüketimi ve kullandığımız alet edevatların üretimi, dijital kirliliği artıran şeylerin başında geliyor. Başka bir deyişle dijital hayatın ne olursa olsun kesintiye uğramamasının gerekliliği, büyük bir bedel ödetiyor hepimize: Maddi-olmayan dünya, maddi dünyanın tüketimiyle var olabiliyor. “Dijital diyet” ve “sosyal medya detoksu” gibi neoliberal tüketim paketine dâhil çözüm önerileri de derde pek deva olmuyor. Ufuktaki 5G meselesi de cabası: “Hizmet sağlayıcılar, 5G’nin çevreye inkâr edilemeyecek yararları olduğunu savunuyor. Bu teknolojinin eşit miktarda veri tüketimi temelinde enerji açısından bir önceki kuşağa kıyasla on kat daha verimli olduğunu öne sürüyorlar ama unuttukları şey, 5G’nin internet ve veri tüketimimizde patlamaya yol açacağı. Çıkan her teknolojinin, bizi daha az değil hep daha çok tüketmeye teşvik etmeyi amaçladığında herkes hemfikir!”
Sürekli genişleyen dijital evren, sürekli geliştirilen teknoloji ve görüntü kalitesi demek. Bu da kullanıcıların (müşterilerin) yeni cihazlar edinmesi ve onlarla daha fazla etkileşime girmesi anlamına geliyor. Bunların tamamı ise Pitron’un hatırlattığı gibi “her şeyin internetinin ortaya çıkması”na neden oluyor. Robotlaşmış internet ve yaşam ise doğrudan gezegeni tehdit ediyor aslında ama bu gelişmeler “ekolojik” bir ambalajla bize sunuluyor. Yazar bir örnek veriyor: “Araştırmacıların kısa bir süre önce ulaştığı sonuca göre, bir yapay zekâ sistemini yüksek hacimde veri ile beslemenin çevreye maliyeti beş otomobilin bütün ömrü boyunca salacağı karbondioksit kadardır.”
Pitron, yapay zekâ ve benzeri teknolojilerle ortaya çıkması muhtemel yeni bir dünyanın tasvirine yöneliyor: İnsanın hayatta kalma çabasının, insanlar olmadan da gerçekleştirilebileceği bir dünya bu. Daha da ötesi, “çevreye duyarlı” ve “ekolojik sorumluluk sahibi” yapay zekânın etkinleştiği bir dünya… Burada daha çok robota, kabloya, pile ve teknolojik altyapıya ihtiyaç duyulacak.
Dijitalleşmenin sınırsız büyümesinin yarattığı (ve yaratacağı) kirliliği ortaya koyan Pitron, mevcut durumumuzun ilerisi için de bir öngörü imkânı verdiğini söylerken meseleyi daha anlaşılır kılıyor: “Dijitalleşmiş hayatlarımız dalgın ve kayıtsız milyarlarca ortak kiracısından biri olduğumuz metalden, betondan ve camdan mürekkep bir altyapıda çoğaltılıyor. Telefonumuz cebimizde kumsalda yürürken ayak izlerimizi sadece kumda değil, konum bilgilerimizi depolayan İskandinav veri bankalarına da bırakıyoruz. Bir kafenin terasında selfie çektiğimizde bir içecek tüketmekle kalmıyor, camdan yapılma bir şeridin kim bilir belki Virginia Beach’e kadar yayacağı pikseller de üretiyoruz! Kelimenin tam anlamıyla kendimizi sürekli kopyaladığımız anlamına geliyor bu! İnternet öyle bir her yerde hazır ve nazır olma imkânı veriyor ki eylemlerimize hem şimdi burada hem de binlerce kilometre uzakta fiziksel bir tutarlılık kazandırıyor. Kısacası dijital dünya, her şeyi maddeden arındırma kisvesi altında edimlerimizi iki kez maddileştiriyor.”
Dijital Cehennem, Guillaume Pitron, Çeviren: Alp Tümertekin, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 264 s. (AB/TY)