Onun PKK'nın eylemlerinden sorumlu olması, Andıç olayının mağdurlarından biri olduğu gerçeğini unutturmuş muydu? Mahkemede, "Bu iddialar benim değil, ben adı geçen gazetecileri PKK'dan para aldıkları yönünde suçlamadım." dediğini biliyorduk; ama kendisine yalan ifadeler atfedenler hakkında hiçbir şey söylememişti.
Onlar hakkında neden dava açmamıştı? Biz dışarıda onun sözde suçlama ve ihbarlarını dehşet içinde okumadan önce içeride neler olmuştu? Bu soruları kendisine sorma imkanım yoktu. Acaba o günleri avukatlarının ağzından dinleyebilir miydim?
Şemdin Sakık'ın değişik dönemlerde birçok avukatı oldu. Bunlardan üçü ile konuştum. Ortaya bugüne kadar bilinmeyen bazı gerçekler çıktı.
Şemdin Sakık'a o yalan ifadeleri vermesi için zor kullanılmış; ancak başarılı olunamamıştı. İmzalamadığı ifadelerin altında "imzadan imtina etmiştir" ibaresi olmasına rağmen dört gün sonra Jandarma tarafından resmî bir yazıyla DGM savcılığına gönderilmişti.
İfadeyi alan, yazan ve o sırada hazır bulunanlar bu belgeye imzalarını atmışlar; ancak ad ve soyadlarını yazmamışlardı. Andıç'ta psikolojik harekatın başlama tarihi olarak belirtilen 24 Nisan 1998'de olmuştu bütün bunlar.
Ertesi gün Sabah ve Hürriyet gazetelerinde yayınlanan ve bazı gazetecilerin işsiz kalmasına, on sekiz gün sonra 12 Mayıs 1998'de İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ın vurulmasına neden olan "Şemdin Sakık'tan müthiş açıklamalar"ın perde arkasında işte bunlar vardı.
Şemdin Sakık'la avukatlık serüveni bir duruşma ile sınırlı olan ikinci duruşmada savunma stratejileri uyuşmayınca bağları kopan Sedat Çınar, bugün meslek yaşamının Şemdin Sakık ile birlikte anılmasını istemiyor.
Sakık'la rızasının dışında bir araya geldiğini söyleyen Çınar, kendisinden Andıç meselesine esas olan ifadeyi dava konusu yaparak durumun basına duyurulmasını istemiş. İmzalamadığı bu belgeye dayanılarak bazı gazetecilerin suçlanmasının onun kişilik haklarına da bir saldırı olduğunu belirtmiş.
Ancak Sakık hukuki girişimde bulunmak istememiş. O günlerde Pişmanlık Yasası'ndan yararlanacağı umudunu koruduğu hatırlanırsa bu isteksizliğin nedeni "anlaşılabilir".
Sakık, halen kendisinin avukatlığını yapan Aydın Altaç'a 24 Nisan 1998 gününü şöyle anlatmış: "Bana belge getirdiler. Bunu imzala dediler. 'Okumadan imzalamam' dedim.
Sonra okuyunca değişik şahısların adlarını, işte Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yavuz Gökmen'in adının geçtiğini gördüm. 'Ben buna imza atmam.' dedim. Atacaksın diye zorladılar. Yok, ben atmam derken beni tekrar hücreye attılar."
Sakık'ın avukatlığını, cezası Yargıtay'da onaylandıktan sonra Pişmanlık Yasası'ndan faydalanmak istediği dönemde üstlenen Vedat Erten, bunun kendi rızasıyla olmadığını, Sakık'ın kendi avukatlarını azletmesi ve avukat Sedat Çınar'la anlaşamamaları üzerine baronun kendisini müdafi tayin ettiğini söyledi.
Kendisini ne hain ne de kahraman olarak kabul ettiğini belirten Erten, Sakık'ta bir komutan edası değil, pişman ve ezik bir insan görmüş. Sakık, kendisinden "canavar" olarak söz ediyor, "Ben canavarlaştırıldım. Şimdi burada insanlığımı arama süreci yaşıyorum." diyormuş. Gerisini Vedat Erten'den dinleyelim:
2000'de karşılaştığınız Şemdin Sakık'la Andıç meselesini konuştunuz mu?
Andıç'ın düzenlendiği tarih 24 Nisan 1998. Yani gazetelere düştüğünden bir gün önce. Sakık'ın mahkemeye çıkıp "Ben bunları söylemedim" dediği tarih 3 Eylül 1998. Kendisi hakkında 105 sayfalık bir ifade düzenleniyor ve bu ifadenin altında imzası var.
Burada Andıç'ta adı geçen hiç kimseden bahsedilmiyor. Bunu kabul ediyor. Fakat 24 Nisan 1998'de önüne beş sayfalık ek bir ifade daha çıkarıyorlar. Bunlar daha önce 105 sayfalık ifadeyi alan ve Andıç'ı düzenleyen şahıslar. Fakat isimlerini bilmiyor. İsimleri belgelerde de yok zaten.
Sicil numaraları dahi yok. Sadece imzaları var. Sakık kendisini kimin sorguladığını bilmiyor. Fakat bu ek ifadeyi imzalaması için kendisine ciddi baskı yapıldığını, buna rağmen imzalamadığını söyledi.
O ek ifadeyi imzalamadığı halde imzalamış gibi Andıç'a dayanak yapıldı o zaman. Peki neden daha sonra Şemdin Sakık bu konuda dava açmadı?
Çünkü zaten kendisi hakkında o kadar çok suçlama var ki. Ha bir eksik, ha bir fazla. Diyor ki; "Hiç yapmadığım eylemlerden dolayı da sorumlu tutuldum. Bu konuda ne yaparsam yapayım, sizi ikna edemiyorum. Kalkıp davalar mı açayım? E onu da yapmam" diyor.
Bu dönemde Şemdinli sanıklarından birinin Sakık'ın ağzına silah dayadığı, bu arada dişinin kırıldığı iddiası var.
Ben öyle bir şey duymadım. Bunu anlatmışsa ailesinden birine anlatmıştır. Bana anlatmadı. Çok şey anlatıyordu bana. Fakat bu olayı anlatmadı. Yani dağda Zilan kod adlı bir kıza âşık olduğunu ve onunla evlendiğini de dinledim ondan.
Bu Andıç olayından nasıl etkilendiğini anlattı mı?
Yani "Bu, insanlara yapılmış bir alçaklıktır. Ben o insanlarla ilgili hiçbir şey söylemedim." dedi. Çok rahatsızdı. Bu rahatsızlığını resmî bir başvuruya dönüştürmedi. Sonuçta rahatsız olduğu öyle konular var ki bu Andıç meselesini konu yapmadı. İmzalamadığı için içi rahattı.
"Önüme getirdiler, ek savunma diye imza at dediler. Atmam deyince tehdit ettiler, dövdüler." diyor. Dişi o sırada kırılmış olabilir. Ama ek ifadede imzaları olan o altı kişiyi bilebilecek durumda değil.
Ama şundan çok emin olarak konuşuyor. Casa uçağının Malatya'da düşmesinden sonraki ilk görüşmemizde, "Beni getirenleri götürdüler. Beni Irak'tan Türkiye'ye getirenler bu uçaktaydı. Ve içlerinde Yeşil de vardı." dedi bana.
Ondan nasıl haberdar olabiliyor?
O tabii cezaevinde kaldığı dönemde sadece avukatla görüşmüyor. Cezaevi müdürüyle, cezaevi güvenliğiyle ve dışarıdan gelen bazı subaylarla da görüştüğünü bana söylüyordu. Özellikle o olağanüstü uygulamanın olduğu dönemde subaylarla çok sıkı bir görüşme trafiği yaşıyorlardı.
Casa uçağı ne zaman düşmüştü?
16 Mayıs 2001'de Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı Hava Grubu'na ait Casa tipi bir askerî uçak Malatya'da düştü. Özel Kuvvetler'den 1 binbaşı, 3 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 16 astsubay, 1 uzman çavuş ve 10 er şehit oldu. Uçak Diyarbakır'dan kalkmıştı, Malatya'ya gidiyordu.
Gerçi o dönem ölenlerin isimleri yayınlandı. İçlerinde tanıdık isim yoktu. O dışarıdan haber aldığını, olayın kaza olmadığını söyledi. Ben dedim ki: 'Yeşil var mıydı gerçekten?' Dedi ki: "Yeşil kesin vardı. Sen öyle bil." Fakat isimlere bakınca Mahmut Yıldırım ya da Yeşil'in bilinen diğer adları yoktu.
Bunu sorunca dedi ki: "Sorma. Ben biliyorum, bana bilgi geldi. Bir ekip işi bu ve tasfiye edildiler." Şemdin Sakık'a göre güvenlik birimleri içerisinde tasfiyeci hareketler var. Birinin işi bitince diğeri onu tasfiye ediyor. Böyle düşünüyordu.
Andıç'taki düzmece ifadeler savcılıktan önce basına gitti
(Söz konusu ek ifadeyi elime alıp okuyorum): "Daha önce vermiş olduğu ifadesi ile ilgili hatırlamadığı bazı olay ve kişiler hakkında tekrar açıklamada bulunarak konuyla ilgili ek ifade vereceğini beyan etmesi üzerine ek ifadesi alınmıştır." Bu kişilerle yeniden yüz yüze gelse tanır mı onları?
En azından seslerinden tanıyacağını sanıyorum. Çünkü müthiş bir zekası, müthiş bir hafızası var. Hiçbir şeyi unutmuyor. Zaten 'Gözaltındayken tamamen gözlerim kapalıydı. 12, 13 gün görmedim hiç.' diyor. Size daha ilginç bir şey söyleyeyim. Sakık'ın imzalamadığı bu ek ifade 25 Nisan'da gazetelere düşüyor.
Gözaltı merkezi Yüzbaşı Ersin Bacaksız imzasıyla, DGM cumhuriyet savcılığına bu ek ifadeyi 28 Nisan 98'de gönderiyor. Daha cumhuriyet savcılığına gönderilmeden basına düşmesi ilginç.
Şemdin Sakık kendisine zorla imzalatılmaya çalışılan o belge için avukatlarının tekliflerine rağmen yasal bir girişimde bulunmuyor. Bu, Pişmanlık Yasası'ndan yararlanacağını umduğu için olsa gerek. Ama pişmanlığı kabul edilmedi. Şimdi kaybedecek neyi var ki, neden tekrar gündeme getirmiyor bunları?
Demek ki koğuşunda rahat şu anda. Devlet şu anda üst baş dahil bütün ihtiyaçlarını gideriyor. Radyosu, televizyonu, bilgisayarı var. Bunlar bölge valiliğinin o dönem ona verdiği eşyalar. Şu anda İngilizce öğreniyor. Bayağı da ilerletmiş. Kasetleri var, CD'leri var. Ve içinde hep dışarı çıkmak gibi bir düşüncesi var.
Pişmanlık Yasası'ndan yararlanamayınca itirafçı olmaktan pişman oldu mu?
Hayır. Kendisini itirafçı olarak da görmüyor zaten. Çünkü verdiği ifadeler nedeniyle tutuklanan hiçbir şahıs yok şu anda.
'Apo'yla karşılaşma ihtimali korkunç, o insan değil'
Şemdin Sakık başka neler anlattı?
Benden istediği, duruşmalara katılmamdan ziyade dertleşmekti. Göreve başladıktan sekiz-dokuz ay sonra bir gün gittim sapsarı olmuş, elleri titriyor. Ben de çok korktum. 'Hayırdır' dedim, 'Bir şey mi oldu?' "Ya sorma başıma gelenleri. Ben bugün ölüyordum az kalsın." dedi. 'Anlat' dedim 'nedir mesele?' "Anlatmayayım" dedi "Çok utanıyorum." 'Neden utanacaksın ki? Anlatman lazım.' dedim.
"Bugün cezaevi yönetimi arama yapıyordu. Başçavuşun biri geldi, kapımı vurdu. Ben mazgal penceresinden baktım. Buyrun, dedim. 'Hazırlan. Sevkin var.' dedi. Ben de sevindim.
Hiç olmazsa hücremde tek kalmayacağım, birkaç kişiyle birlikte olacağım diye hemen hazırlandım. Kitaplarımı, dolaplarımı boşalttım. Sonra aklıma geldi ki, nereye gideceğim, sorayım bari dedim.
Ben bu kez çağırttım kendisini, 'Ya komutan, nereye gidiyorum ben?' dedim. Komutan dedi ki: 'İmralı'ya gidiyorsun.' O anda dizlerimin bağı çözüldü, dizüstü çöktüm. Korkudan, hiddetten, öfkeden tir tir titremeye başladım."
Komutan dalga geçmiş yani kendisiyle.
Evet ama anlamamış. Diyor ki: "Ben ciddi olduğunu düşünüyorum. Ve hayatımda yapmadığım bir şeyi cezaevinde yaptım. Bütün eşyalarımı kapının önüne yığdım. 'Hiçbir yere gitmiyorum, beni onun yanına götürmeyin' diyorum."
Yani Apo'yla karşılaşmak o kadar dehşet verici bir şey.
Çok dehşet verici. 'Olmaz böyle bir şey. Ben o adamın yanında nasıl kalırım?' dedi. Ben 'Ne olacak, işte iki dost kalırsınız.' dedim. 'Olmaz! Ben onun gözlerine bakamam ki.
Onun gözlerine baktığım zaman adam o görüntüsüyle beni oracıkta öldürür. Çok korktum. Onunla aynı ortamda kalma ihtimalini bile düşünemiyorum. Bakamam ona. İnsan değil o.' diyordu.
* Nuriye Akman'ın röportajı 11 Haziran 2006'da Zaman gazetesinde yayımlandı.